Büyük sağın içindeki sol
Her ideoloji kendi kolaycı dilini üretir. Bu istenilen de bir şeydir, çünkü başkalarını kendi fikrinize yakınlaştırmak üzere cezbetme isteği, onlara hitap edecek bir söz dağarcığı gerektirir. Öte yandan herhangi bir ideolojiye ‘intisap’ etmek isteyenler açısından bakıldığında da, klişe ve şablonların kolaylaştırıcı işlevini yadsıyamayız. Çünkü hevesli olanların hızlıca öğrenip tekrarlayacakları, böylece kimlik edinecekleri bir sözel ‘rozete’ ihtiyaçları vardır. Nasıl siyasi anlamı olan rozetlerin taşınması o kişileri belirli bir kimliğin parçası haline getirirse, belirli önermelerin veya kavramların kullanılması da kişiyi kolayca bir ideolojinin saflarına dahil eder.
Buradaki sorun, belirli ideolojiler çevresinde oluşan cemaatleşmelerin içe dönük yüzeyselliği değildir sadece... Aynı yüzeysellik başka anlayış ve yaklaşımların irdelenmesine de yansır. Böylece kendinizi ayrıştırmak üzere dilinize mal ettiğiniz bir kelime, giderek dışınızdaki dünyanın asli niteliği haline gelir. Bunun örneklerinden biri ‘neoliberal’ kelimesi... Oysa hiç de altı boş bir kavramdan söz etmiyoruz. Gerçekten de 80 sonrasının dünyasında, bir yandan zihniyet düzleminde insan haklarını ve kimliksel tercihleri öne çıkaran bir demokratlaşma yaşanırken; kapitalizmin gücünü arkasına alan bazı ulus devletlerde de, aynı anda sosyal alanın tırpanlanmasına, piyasanın meşruiyeti gibi tamamen ideolojik bir kalıbı evrenselleştirerek emeği hiçe sayan uygulamalara girişilmesine tanık olundu. Neoliberalizm diye anılan bu yaklaşım, liberal bireyin insani niteliğinin tümüyle dışlanmasına, bireyin soğuk bir makro çıkarcılığa feda edilmesine yol açtı.
Dolayısıyla bu kavramın bir iktisadi ve sosyal analiz aracı olarak anlamsız olduğu söylenemez. Ne var ki ‘neoliberalizmin’ tek işlevi bu değil... Çünkü bu kelime son dönemde yüzeysel sol söylemin alamet-i farikası, yani rozeti haline geldi. Bu kavramı kullanınca ‘solcu’ olduğunu ve sol bir ideoloji içinde ‘düşündüğünü’ sanan epeyce insan var. Ayrıca birbirini tanıma, aynı cemaate ait hissetme, belirli bir ideolojik duygudaşlık yaratma açısından da epeyce işlevsel olduğu görülüyor.
Ancak madalyonun bir de öteki yüzü var... Neoliberal kelimesi böylesine rahatlıkla kullanılırken, dış gerçekliğin belirli aktör ve akımlarının da niteliği olarak sunuluyor. Böylece AKP kolayca ‘neoliberal’ olabiliyor... Oysa aynı AKP kendi geniş cemaat tabanı karşısında son derece dayanışmacı ve sosyal ağlar üzerinden paylaşmacı bir çizgi izliyor. Ama buna karşılık sendikal alanda gerçekten de neoliberal politikalar uygulamaktan kaçınmıyor.
Bu durumda AKP’nin ‘neoliberal’ olduğunu söylemek, Türkiye’den hiç bir şey anlamamak demek. Çünkü herhangi bir tutumun anlamı, ardındaki amaç ve niyetle bağlantılıdır. Ancak söz konusu amaç ve niyeti bilirseniz, alınan tutumun gerçek anlamına yakınlaşabilirsiniz. AKP de neoliberal değil, sadece modern olmak isteyen bir cemaatçi siyasi oluşum. Neoliberal politikalar izliyorlar, çünkü bunlar hem modern uygulamalar hem de cemaatin işine gelen ilave rant imkânlarını ifade ediyor.
Bu nüans siyaset oluştururken son derece önemli. Çünkü muhafazakâr kesimi neoliberal olmakla suçlayarak varılacak hiçbir yer yok. Onların cemaatçiliğinin ve modernizminin açığa çıkarılması ve bizzat kendi gözlerinde görünür kılınması lazım. Çünkü muhafazakâr kesim içinde çeşitlenmenin ve siyasi ayrışmaların olabilmesi buna bağlı. Dolayısıyla sol siyaset oluşturma peşinde olanların da girmeleri gereken alan bu. Ama böyle bir gayret görmemek bir yana, o yöne gitme iradesini gösterenlerin de solun dışına itilmeye çalışıldığını izliyoruz.
Acaba kendisine sol diyen cenahtaki bu açık basiretsizlik nasıl açıklanabilir? Yoksa neoliberal muhafazakârlarla bu solcuları birleştiren, aynı noktada buluşturan bir zihniyet alanı mı var? Bununla yüzleşilemediği için mi ‘neoliberal’ kelimesine böylesine can simidine sarılır gibi yapışılıyor?
Galiba durum bu... Türkiye’deki örgütlü sol, kendisi de modernist ve cemaatçi olduğu için bu nitelikleri eleştiri nesnesi yapmıyor. Hatta bu nitelikleri gözardı eden bir ideolojik yapaylaşmayı doğallaştırıyor. Modernizm ve cemaatçiliğin kadim bir otoriter/ataerkil anlayışı taşıdığını, sağcılarla solcuların bu açıdan hiç de farklı olmadıklarını tespit etmek herhalde ağır geliyor. Tarihsel dönüşümler açısından modernliğin bizatihi ‘sağ’ haline geldiği günümüzün zihinsel atmosferinde, kendi sağcılıklarını görmek istemiyorlar. Özeleştiriyi, düşünmeyi ve değişimi ima eden bu gayrete girmektense, hedef küçültüp ‘büyük’ sağın içindeki modernist ‘küçük’ sol/sağ ayırımına takılıp kalıyorlar. Böylece başkalarının neoliberal olması sayesinde onlar da ‘solcu’ oluyor.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT