‘Bütün gerekçeler kendini astı!’
Tam tezkere öncesi, tam DTP’nin kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir dönemde geldi Aktütün Baskını. Bu ülkede savaş ve barış, militarizm ile demokrasi, çatışma ve çözüm arasındaki bütün kritik tercih anlarında PKK bunu yapıyor. Terazinin dengede olduğunu düşündüğü her durumda devreye girip, çözümsüzlükten yana ağırlık oluşturuyor.
PKK için ‘ulusal dava’ söz konusu olduğunda insan hayatının önemi yok. Bu yüzden bir günde 15’i asker, 38 insanın hayatını kaybetmesini göze alabiliyor. Amaç öldürmek olunca sayının büyüklüğü ‘başarı’ demek. Toprağa verilen binlerce gencin, sönen ocakların ve hiç dinmeyecek acıların üzerinde ‘halkların kardeşliğini’ kuracaklar!
Ama insan hayatı söz konusu olduğunda, meselenin PKK dışında da konuşulması gereken boyutları var.
Beşinci kez basılan bir karakolda oldu bunlar.
Herhangi bir demokratik hukuk devletinde ciddi bir biçimde sorgulanması ve kesinlikle hukuki sonuçları olması gereken bir hadise bu. Tıpkı göz göre göre gelen Dağlıca Baskını gibi.
Ama Türkiye’de öyle olmuyor. Türkiye’de ordunun olağandışı konumu, böyle bir demokratik denetimi ve sorgulamayı mümkün kılmıyor. Tıpkı, onlarca yıldır ‘can çekişen örgütün son çırpınışları’ türünden açıklamaların bir türlü sorgulanamadığı gibi.
Genelkurmay ikinci başkanı orgeneral Hasan Iğsız’ın akredite gazetecilere verdiği brifingde de basın böyle bir sorgulamaya girişmemiş.
‘Cevapsız hiçbir soru bırakmadı’ diyordu Fikret Bila, CNN Türk’te Iğsız’ın brifingini değerlendirirken. O da Murat Yetkin gibi açıklamalardan tatmin olmuş gibiydi.
Onlar önce ikna olduklarını söyleyip sonra dinleselerdi de şaşırmazdım, ama ben ikna olmadım.
Her şeyden önce, beş kez basılan ve 43 askerin hayatına malolan bir karakolun yerinin, şimdiye kadar neden değiştirilmediğine ilişkin soruya tatmin edici bir cevap alamadığım için ikna olmadım.
Aktütün dahil beş karakolun yeri değiştirilecekmiş. Yeni karakol inşaatları devam ediyormuş. 1992’den 2008’e tam on altı yıl olmuş. ‘Şimdiye kadar niye bitmez bu inşaat’ sorusuna, Bila ve Yetkin’in aktardıklarına göre, ‘Jandarma bu inşaatları ucuz olsun diye kendi imkanlarıyla yapıyor’ cevabını vermiş orgeneral Iğsız. Başka bir kanalda ise ‘Genelkurmay’ın olanaklarıyla yapıldığını’ söylemiş. Eğer onlar doğru hatırlıyorlarsa, bu da bir skandal demektir. Çünkü o çocukların aileleri bile evlerini satar öderlerdi o parayı. ‘Ordunun olanakları’na gelince, nedense akredite gazetecilerden hiçbirinin aklına ‘bir orduevi kaç karakol eder?’ diye sormak gelmemiş.
Genelkurmay ikinci başkanı orgeneral Hasan Iğsız’ın bir de ‘sitemi’ varmış. ‘O askerler boşuna şehit olmadı’ demiş. ‘Bu şehitler vazife uğruna canlarını verdiler’ demiş; kendilerine verilen görevi sonuna kadar başarıyla gerçekleştirdiklerini söylemiş.
Görülüyor ki orgeneral Iğsız, o askerlerin hayatlarını kaybetmesine duyulan tepkinin sebebini yanlış anlamış. Çünkü kimsenin o askerlerin görevlerini layıkıyla yapıp yapmadıklarını sorguladığı yok. Asıl merak edilen, Dağlıca’da olduğu gibi, onlara en üst düzeyde komuta edenlerin görevlerini gereği gibi yapıp yapmadıkları.
Iğsız, başarısızlığın söz konusu olmadığını kanıtlamak için Çanakkale’yi örnek veriyor. Bu kıyasın ilgisizliğini anlamak için askeri konularda uzman olmaya gerek var mı?
Aslında başarıyı değerlendirmek için çoğu kez ortaya çıkan ürüne bakmak yetiyor. Tıpkı bir terzinin dikişi nasıl diktiğini bilmesek de, sonuçta onun ortaya çıkardığı elbisenin iyi veya kötü olduğunu bilebileceğimiz gibi, Dağlıca veya Aktütün’ü değerlendirmek için de askeri konularda uzman olmamıza gerek yok.
Dağlıca’da saldırının yapılacağı istihbaratına rağmen düğüne giden bir komutan ve hayatını kaybeden askerler vardı. Burada da yıllar içinde beş kez basılan ve yerinde kalan bir karakol. Bu durumda benim aklıma, sadece ve sadece, şairin ‘bütün gerekçeler kendini astı’ dizeleri geliyor.
Iğsız ‘bazı yasa değişiklikleri talepleri olacağını’ söylemiş. Bir asker bürokratın sorunu kendi bildiği yöntemlerle çözmek istemesi anlaşılır bir durum olsa da, Meclis ve Hükümet bu yanlışa teslim olmamalı.
Ama maalesef oluyorlar. 2005’ten beri çözüm yolunda adım atmakta gecikiyorlar; statükoya teslim olmuş görünüyorlar. Oysa askeri bürokrasinin hataları ne olursa olsun, toplum onlardan çözüm bekliyor.
Ben de Hükümeti muhatap biliyorum.
Asıl işlerini yapmayı ve sınırları korumayı başaramadıkları halde, genel geçer siyaset bilgileriyle post-modernizmden üniter devlet tartışmalarına kadar her konuda görüş beyan eden ve kırmızı çizgilerle sivil siyasete sınır çekmeye çalışan asker bürokratları değil.
STAR
YAZIYA YORUM KAT