Bursa'da Hanımlar II. Meşrutiyeti Konuştu
ÖZGÜR-DER Bursa Şubesi’nin 2012-2013 Hanımlara Yönelik Eğitim Seminerlerinin ilki dernek binasında gerçekleştirildi.
HAKSÖZ HABER
ÖZGÜR-DER Bursa Şubesi’nin hanımlara yönelik olarak düzenlediği seminerlerin ilki dernek binasında 06.10.2012 tarihinde gerçekleştirildi. “Siyasi Tarih Okumaları” üst başlığı ile düzenlenen eğitim çalışmalarının ilk konusu “II. Meşrutiyet” olarak belirlendi. Katılımın oldukça yoğun olduğu gözlemlenen programın sunumu Zehra TÜRKMEN tarafından yapıldı.
Kronolojik bir tarih bilgisine ortalama olarak herkesin erişebilmesinin mümkün olduğu bir zaman dilimi içindeyiz diyen Zehra TÜRKMEN; ancak bunların doğruluğu ve sunum şekillerinin pek masum ve sağlıklı olmadığını ifade etti. Unutmamalıyız ki tarih diyerek sunulan şey muharref ve dayatılmış bir bilgi yığınından ibaret ise bunun bize ilk elden vereceği zarar günümüzü anlamlandırmanın önünde ciddi bir engel olduğudur. Sağlıklı bir “dün” okuması yapmak için sormamız gerekenlerin başında “Neden tarih?”, “Resmi Tarih (Dayatması) Nedir?” soruları gelmelidir. Bu sorulara vereceğimiz cevapların gerçekte olan biten ile doğruluk düzeyinde uyuşması aynı zamanda bizim bugün duracağımız zemini ve üreteceğimiz eyleminde yanlıştan kurtulmasını sağlayacağı bilinmelidir… Vurgusunu yapan Türkmen sözlerine şu şekilde devam etti;
“Bir Resmi tarih dayatmasıyla karşı karşıyayız. Resmi tarih, hâkim sınıfların bilinmesini istediği tarihtir. Tarihin, geçmişte yaşanmış olanın iktidar sahiplerinin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış versiyonudur. Bu amaçla toplumsal bellek yok edilmek, toplum ise hafıza kaybına uğratılmak istenmektedir. Fakat resmi tarih oluşturmak bir başına amaç değildir. Asıl amaç ‘resmi ideoloji’ oluşturmaktır. Resmi ideoloji oluşturmak için resmi tarih oluşturmak, resmi tarih oluşturmak için de toplumun hafıza kaybına uğratılması, toplumsal belleğin yok edilmesi, tahrif edilmesi, bu günün egemenlerinin ihtiyacına uygun bir bellek imal edilmesiyle mümkün oluyor. Resmi tarih, yalan, tahrifat, yok saymaya, adıyla çağırmamaya, sansür ve oto sansüre dayanan bir tarih versiyonudur. Bu “uydurulmuş/ısmarlama tarih” başta genç nesiller olmak üzere, kitleler tarafından ‘içselleştirildiğinde’ amaç gerçekleşmiş sayılır. İktidar olmanın ve iktidarda kalmanın yolu gizlemekten, unutturmaktan, toplumu geçmişine yabancılaştırmaktan, toplumu “tarihsizleştirmekten, kimliksizleştirmekten” geçiyor. Okullarda okutulan tarih her zaman ‘kaybedenlerin’ değil, kazananların, kitlelerin değil komutanların, kralların, padişahların, imparatorların, ulu önderlerin yazdıkları, yazdırdıkları tarihtir. Ayrıca bu büyük adamların işledikleri insanlık suçlarının, katliamların, zulmün hesabının sorulmasını da engellemeyi amaçlar. Bunu insanların (özellikle de genç nesillerin) geçmişleriyle, tarihleriyle, atalarıyla gurur duymasını sağlayarak yapmaktadırlar. Oysaki geçmiş kirli de olsa ibret almak için bilinmesi gerekir. Kıssaları biz böyle okuruz.”
Tarihe ve hayata müslümanca bakmak hususunun üzerinde ısrarla durulması gerektiğini ifade eden TÜRKMEN devamında şunları kaydetti;
“Jön Türkler veya Genç Osmanlılar okumuş, zengin aile çocuklarıdır. Bir kısmı iyi Osmanlıca, bir kısmı İslamcı, bir kısmının ise kafaları karışık diyebiliriz. Batılı formları bilim-teknikler buluşturarak, meclis olsun gibi söylemleri var. Yani siyasette batılılara benzersek mesafe kat ederiz gibi bir düşünce içindeler. İttihat Terakki (İT) de bunların etkilendiği gençlerden oluşmaktadır. O dönemde üç sınıf bulunmaktadır. Seyfiye (subaylar), Kalemiyye (bürokrat sınıfı) ve İlmiye (Âlimler). Ayrıca Tercüme Odası da mevcuttur. Burada İngilizce, Fransızca ve Arapça öğrenenler Osmanlı Devleti yıkılırken Batı dilini öğrenme ihtiyacıyla ortaya çıkıyor ve çok iyi öğrenenler de oluyor. Bu arada Türkçülük akımı oluşturulmak isteniyor: Ziya Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları kitabının ilk 20-30 sayfasında bir Fransız oryantalist Türk Moğol tarihini anlatıyor. (Orhon abideleri) bir Fransız oryantalist Türkçe gramer yazıyor. Süleyman Paşa Harp okullarında eğitmen Türk tarihi ile ilgili şeyleri Fransızcadan Osmanlıya, Ahmet Refik Paşa’da İngilizceden yazılmış grameri Osmanlıcaya çeviriyor. Türkçülük akımı böyle başlıyor diyebiliriz. Akımı üreten batılılardır. Bu sırada İT içinde şu tartışmalar vardır: (Yusuf Akçura, Üç Tarzlı Siyaset kitabında bahsetmektedir):
1- Osmanlı Devleti’ni Osmanlıcılık yaparak mı kurtarabiliriz?
2- Osmanlıyı Müslümanların ümmet duygularından da faydalanarak İslamcılık yaparak mı kurtarabiliriz?
3- Yoksa Osmanlıyı Türkçülük yaparak mı kurtarabiliriz?
Bu aslında Batılı Devletlerin gücü karşısında Osmanlının düştüğü acziyeti ifade etmektedir. Ayrıca menfaat duygusuyla kavramlara yaklaşmaktadırlar.
Osmanlı Devletini savunan ancak istibdada karşı çıkan Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır, Sait Nursi de Sultan Abdulhamid’e karşı çıkıyorlar. Aynı zamanda İT’nin Türkçü kanadı da Osmanlı’nın padişahlık sistemine karşıdırlar. Ama ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bu nedenle padişahlığı İngiliz veya Belçika krallığı gibi sembolik hale getirip seçimlerle oluşturulan mecliste Osmanlı devletini yönetmek istiyorlar. Abdülhamit ise bu eğilim karşısında hafiye/istihbarat teşkilatıyla muhaliflere baskı uygulamakta ve aşırı gidenleri İstanbul’dan sürmektedir. Kendisi de Osmanlı’yı ayakta tutabilmek için Müslüman gücünden yararlanmak için İttihat-ı İslam – İslamcılık tezini savunmuş ve bundan yararlanmıştır. Ama bu tezi Cemaleddin Afgani 1800’lü yılların ortalarından itibaren Batı sömürgelerinin saldırılarını def edip ümmeti savunmak ve diriltmek için kullanırken Abdülhamit ise aynı İT gibi Müslümanların gücünden yararlanıp Osmanlı Devletini ayakta tutabilmek, korumak için savunmuştur. 31 Mart vakıasından sonra Abdülhamit’in tahttan indirilmesine Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır ve Sait Nursi destek vermişler ve İT cephesine geçerken yemin etmişlerdir. Mehmet Akif Ersoy “İslam hükümlerine karşı bir durum söz konusu olursa karşı çıkarım” şerhi düşerek geçmiştir. II. Meşrutiyet tam da bu dönemde ilan edilmiştir. Ve İT fikrinin baskın olduğu bir meclis oluşturulmuştur. Dolayısıyla meşrutiyet rejimi ile İT politikaları iç içe geçmiştir. İT mecliste hâkimiyet kurabilmek için bazı mebus ve gazetecilere birçok suikastlar gerçekleştirmiştir. Ve Mustafa Kemal yapılan inkılâpların (harf, takvim, saat, kılık, kıyafet gibi) bu dönemde hazırlamış ancak tatbik etmek alanı bulamadan Libya Savaşı yenilgileriyle karşı karşıya kalmaları nedeniyle daha sonraları da I. Dünya Savaşı’nın gelmesiyle inkılâplar ertelenmek durumunda kalmış. Padişahın konumunu bir nevi T.C. cumhurbaşkanı konumu gibi sembolleştirilmek istenmiştir. Yetkileri meclis ele almıştır. Mecliste ise İT vardır ve Türk Ulusunu inşa etmek istemektedir. Mustafa Kemal’in Türk ulusunu inşa süreci ise 2. Meclis içinde planlanmıştır.
Dönemin genel çizgileri itibariyle fikir akımları ise Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılıktır.
Batıcılık: Batı medeniyetini bir bütün olarak görmekte ve medeni olabilmek için bütün bu değerlerin benimsenmesi gerektiğini savunmaktadırlar. İçtihat, İleri gibi gazete ve mecmualar etrafında toplanmışlardır. Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı tanınmış temsilcileri olarak kabul edilebilir. Bu hareketin öncülerinden Abdullah Cevdet’in çıkardığı İçtihat Mecmuası’nda yayınlanan ve Kılıçzade Hakkı’nın kaleme aldığı “Pek Uyanık Bir Uyku” başlıklı iki yazıda batıcıların bütün hedefleri özetlemiştir. Bu makalede özetle şunlar sıralanmıştır: “Fes kamilen defedilip yeni bir serpuş kabul olunacaktır, Yerli mallarının kullanılması teşvik edilecektir, Kadınlar diledikleri tarzda giyinecekler, Tekkeler ve zaviyeler ilga olunacak, Bütün medreseler kapatılacak, Sarık sarmak ve cübbe giymek sadece yüksek âlimlere mahsus hale getirilecektir, Mevcut Osmanlı Elifbası atılarak yerine Latin harfleri kabul edilecektir.”
Türkçülük: Türkçüler düşüncülerini daha çok dil, kültür ve ekonomi meseleleri üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Türk Tarihi ve Kültürü, Türk Dili, Milli İktisat, Milli Edebiyat.”
Tarihe Vahyin verdiği perspektif ile bakmamız gerektiğini vurgulayan Zehra TÜRKMEN; zulme uğramış toplulukların yanında olmayı adil olma sorumluluğumuzun gereği olduğunu “Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünün hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, heves(in)e uyma yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah’ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır.” (38/26) Davut (a.s.) şahsında Müslümanlara Rabbimiz insanlar arasında adaletle hükmetme emrini/ölçütünü vermiştir. Kur’an tarafından aynı ayette vahyin dışındaki eğilimlerle adaletten ayrılmanın Allah yolundan sapmak ve nihai yargı gününü unutmak anlamına geldiğini de öğreniyoruz. Nisa 4/75 ise bizlere bu dünyada ezilmiş insanlar uğruna mücadele etmenin Allah yolunda kötülüğe karşı savaşmak olduğunu belirtmektedir.
Seminer katılımcılardan gelen katkı ve sorulara verilen cevapların ardından sona erdi.
Haber: Ayşegül Özkan
HABERE YORUM KAT