Bursa'da 28 Şubat Değerlendirildi
Özgür-Der Bursa Şubesi'nde alternatif eğitim seminerlerinde bu ay 28 Şubat ve Müslümanlar konusu Kenan Alpay tarafından işlendi.
“28 Şubat darbe süreci 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbe geleneğinin bir devamıdır, halkasıdır. Bütün bunlar, Atatürkçülük ideolojisini ve bürokratik iktidarı halka karşı, toplumsal taleplere ve muhalefete karşı korumak üzere Genelkurmay’da hazırlanan darbe planlarının icra edilmesidir.” diyerek sözlerine giriş yapan Kenan Alpay, darbeci zihniyet ve onun karşısında Müslümanların geliştirdikleri refleksleri kıyaslamalı olarak değerlendirdiği sunumunda şunları dile getirdi:
28 Şubatta ne olmuştu?
28 Şubat süreci siyasal ve sosyal hayata karşı MGK toplantısında alınan kararlarla yürürlüğe sokulmak istenen uzun dönemli bir darbe politikasının adıdır. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında kurulan REFAH-YOL koalisyon hükümetine karşı verilen 18 maddelik 28 Şubat bildirisine bugün bakıldığında, bunun bir bildiri değil düpedüz siyasal iktidara ve topluma karşı düzenlenen darbe olduğu aşikârdır.
Tarih 28 Şubat 1997’yi gösterdiği gün Çankaya Köşkü’nde Milli Güvenlik Kurulu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında toplanmıştı. Yaklaşık dokuz buçuk saat süren toplantıda irtica ile mücadelede yapılması gerekenler 18 maddelik yaptırımlar listesi halinde kabul edilmişti. O günde alınan kararlar sadece bir gün, bir yıl değil dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu’nun tanımıyla “bin yıl sürecek” bir süreç olarak tasarlanmıştır. Hükümeti düşürmek, toplumu hizaya çekmek, korkuyu somutlaştırmak üzere “Gerekirse Silahla” ve “Topyekûn Savaş” gibi kan kokan tehditlerin gazete manşetlerine çekildiği olağan üstü bir dönem demekti 28 Şubat.
MGK toplantısında alınan kararlar nelerdi?
- Tarikatlara bağlı özel yurt ve okullar Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmeli.
- 8yıllık kesintisiz temel eğitim uygulanmaya konulmalı, Kur'an kursları Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmelidir
- Atatürk inkılâplarına sadık din adamları yetiştirmek için, eğitim kurumları Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır
- Dini tesisler, Diyanet İşleri Başkanlığı'nca incelenerek gerçekleştirilmelidir.
- 677 sayılı yasa ile menedilmiş tarikatların faaliyetlerine son verilmelidir.
- İrticai faaliyetleri nedeniyle ordudan atılan personel konusunu istismar ederek, orduyu dine karşı gösteren medya yayınları kontrol altına alınmalıdır
- İrtica nedeniyle ordudan atılan personelin, diğer kamu kuruluşlarında istihdamlarına imkân verilmemelidir
- Orduya dinci kesimden sızmaları önlemek için alınan tedbirler, diğer kamu kuruluşlarında da uygulanmalı
- Millet yerine ümmet kavramını getirmeye çalışan girişimler, yasal ve idari yollardan önlenmelidir
- Kurban derilerinin rejim aleyhtarı örgütler tarafından toplanmasına mani olunmalıdır.
28 Şubat süreci bitti mi?
Bir yönüyle sürecin aktörlerini ve kirli işlerini düşünecek olursak rezil ve zelil oldular. O kadar ki 28 Şubat’ta boy gösteren, her biri bir kibir abidesi, İslam’a ve topluma düşmanlık simgesi haline gelmiş asker-sivil kişiler ümit ettikleri üzere halkın gönlünde değil, tarihin çöplüğünde yerlerini çoktan aldılar. Acaba şimdi Karadayı, Kıvrıkoğlu, Çevik Bir, Teoman Koman, Güven Erkaya, Erol Özkasnak neredeler? Bu ve benzeri isimler bugün hiç kuşkusuz halk içinde zulüm ve düşmanlık politikalarının çirkin birer sembolü olarak anılıyorlar.
Türkçü-ulusalcı şartlandırmanın eğitimdeki uzantıları?
28 Şubat darbesinin en önemli ve ağır etkisi hiç kuşkusuz eğitim alanında yaşanmıştır. İmam hatip liselerinin ortaöğretim kısımlarının kapatılması, din eğitimine doğrudan bir müdahale yapılmasının yanında, Zorunlu eğitim içerisinde bulunan ve liselerde bütün öğrencilere mecbur tutulan milli güvenlik bilgisi dersleri olmuştur. Daha çok kısa bir zaman öncesine kadar da yürürlükte olan bu dersin ana gayesi okullardaki Türkçü-ulusalcı şartlandırma sürecini hızlandırmak gibi bir amaç taşımaktaydı.
1926 yılından bugünlere kadar gerek ders kitaplarının müfredatı gerekse dersleri veren üniformalı subaylar eliyle okullarda sadece öğrenciler değil öğretmenler ve idareciler hatta veliler bile “esas duruş”a mahkûm edilmek istenmişti. Bu yönüyle MGB ders kitapları başından beri bütün okulları Askeri Lise formatına yaklaştıran bir araç şeklinde tasarlanmıştı. Garnizon Komutanlıkları tarafından liselere gönderilen Subayların militarizmi liseli öğrencilerin zihin ve duygu dünyalarında kökleştirmek gibi bir vazife ile görevlendirilmişlerdi. Liselere gönderilen subaylar öğrenci ve öğretmenleri hizaya sokmak, azarlayıp fırçalamak, fişleyip takip etmek, korku salmak üzere vazifelendirilmişlerdi.
Bir terör söylemi olarak brifingler ve irtica derken kasd’edilen!
28 Şubat sürecinde Genelkurmay Karargâhı’nda basın, yargı, akademi, bürokrasi kadrolarına verilen brifinglerin temel esprisi “laik-Kemalist Türkiye’nin İslamcı bir dalganın tehdidi altında olması” değil miydi?
Bin yıllık lanetli aktörler kimlerdi?
Topluma karşı yürütülen zulüm ve düşmanlığın çirkin sembolleri denilince Kemal Gürüz, Kemal Alemdaroğlu, Fatih Hilmioğlu, Nur Serter, Türkan Saylan, Erdoğan Teziç vs. diye devam eden “özel harekât” eğitimi almış akademi savaşçılarını da unutmamak gerek. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ise Genelkurmay’da düzenlenen brifinglere koşar adımlarla giderken, andıç ve lahikalardan verilen talimatlar yönünde kararlar alırken Yüksek Yargı’nın adalete ve topluma ne kadar uzak, TSK’nin emir ve görüşlerine ne kadar yakın durduğunu tescil etmekteydiler.
Patolojik bir vakıa olarak darbecilik?
Darbe saplantısı kendiliğinden veya sözlü terapi ile tedavi edilemeyecek kadar ağır bir hastalıktır. Darbe saplantısını “kudurmuştan beter” olarak nitelerken bir hakaret, aşağılama amacı taşımıyoruz. Balyoz darbe planında cami bombalamadan, uçak düşürmeye, stadyumları hapishaneye çevirmekten cinayet ve sabotaj planlarına kadar topluma karşı sürdürülecek mücadelenin ne kadar vahşice yürütüleceği dikkatle göz önünde bulundurulmalıdır. Bu kafanın, bu mantığın, bu ideolojinin iktidar olmak veya iktidarını korumak için başvurmayacağı kötülük ve çirkinlik yoktur. Askeri casusluk ve şantaj üzerine örgütlenmiş Donanma Komutanlığı’ndaki subaylardan ele geçirilen bilgi ve belgelere bakılınca darbe sürecinin daim kılınması yolunda atılan adımlar göze çarpar. Casusluk için komutanları başta olmak üzere silah sanayinde görevli birçok kişiye önce kadın pazarlayan, sonra da gayrı meşru ilişkileri görüntüleyip tehdit unsuru olarak elde tutan subaylar çürümenin, kokuşmanın en net resmidir.
28 Şubat'ı değerlendirirken dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise, aynı çizgiyi takip ettikleri öncekiler gibi bu darbenin de, nihai tahlilde düzenin tıkanmışlığının, çözümsüzlüğünün, bizzat düzen güçleri eliyle bir ilanı oluşudur. Türkiye'de egemenlerin iktidarlarını korumak için birbiri ardına gerçekleştirdikleri darbeleri, temelde sistem ile halk iradesi arasında, diğer bir deyiş ile sistem ile halk arasında mevcut bulunan uyuşmazlığın, karşıtlığın en üst perdeden bir dışavurumu olarak görmek yanlış olmaz.
28 Şubat ve Müslümanlar
28 Şubat darbesinin Müslümanlar üzerinde bıraktığı en önemli etkinin bir zihin kırılması olduğunu söyleyebilirim. O dönem Uygulanan hukuksuzluk ve zulüm karşısında direnişi bırakıp, bekleyelim görelim mantığı içinde olmaları zaman sonra onları özne olmaktan nesne konumuna düşürdü ve en önemlisi de kendilerine/değer yargılarına yabancılaşma tehlikesine sebep oldu. Üniversite kapılarında mücadele veren kızlardan, ordudan atılan personellere kadar geniş bir alanda yaşanan mağduriyetlerin yanında yer alıp bunu her zaman ve zeminde direniş ile lanetlemekle yükümlü olanlar, “tank ve top karşısında biz ne yapabiliriz” Bizim gücümüz ile ne değişir ki... Türünden mazeretlerin ardına sığınarak kurtuluşu sabah namazları sonrasında camilerde yapılan toplu dualarla sınırladıklarında en büyük kırılmayı yaşamışlardı. Bu kendi kendini sınırlandırıcı tutum ve pasifist bakış açısı kimlikleri deforme etmenin yanında var olan zulmün daha da yaygınlaşmasına farkında olmadan katkı sunmak anlamına geliyordu.
Bunun yanında hangi şart altında olursa olsun hukuksuzluğa başkaldırmayı imanlarının bir gereği olarak gören ve direnişi hiç bırakmayan Müslümanlar (da) vardı. 28 Şubat darbesinde türlü dayatmalara karşı bilinçli Müslümanlar mücadelesinde hiç eksik olmadılar. Dünkü İslami direniş geleneğini yeniden canlandırdılar o gün de bugün de hep mücadele içinde vardılar. İnşallah bugün de duruşları, inançları, birikimleri, dirayetleri ve direnişleriyle bugünün ve yarının özgürlük yolunu döşemeye hep devam edeceklerdir. O günlerde direnişi terk edip uzlaşıyı seçenlere inat biz Rabbimize verdiğimiz ahde vefa göstermekle mükellef olanlar yapmamız gerekenleri cari olan konjonktüre kurban etmemiştik. Ve demiştik ki: Tüm gücümüzü ortaya koyarak dirensek de belki kısa vadede başörtüsü ve diğer yasakları –belki-kıramayacağız; çünkü asker ve sivil Kemalist bürokrasi köşe başlarını tutmuş ve anayasal ve anayasal rejimleriyle çok zalim ve güçlü gözüküyorlardı. Ancak biz hareket fıkhımızı örnekliklerimizi zalimler karşısında eğilip bükülmeyen mümin ve muvahhid önderlerimizden almışlar olarak direnerek sorumluluklarımızı/imtihanımızı ifa etmek yolunu tercih ettik.
Bugün gelinen nokta itibari ile Kemalist vesayetin bir hayli geriletildiğini, ekini ve nesli yok eden saldırgan zihinlerin hareket alanlarının bir hayli daraltıldığını söylemek mümkündür. Ancak yaşanan gelişmeler hiçbir şekilde tekrardan 28 Şubatların yaşanmayacağı garantisini vermez. Diğer yandan bizim için böylesi bir garanti talebi söz konusu olmamalıdır. Asıl olan bizi vahiyle, fıtratla buluşturacak olan özgürlük yürüyüşümüz her zaman ve zeminde sürmeye devam etmesidir. Ancak böyle olursa haklı davamızın azimli, sabırlı, mütevekkil savunucuları olabilir ve onu gelecek nesillere alnımızın akı ile sunabiliriz. Tersinden bir metod ve hesaplılık halinin uzlaşı, teslimiyet ve çözülme getireceğini söylemek için 15 yıllık zaman diliminde şahit olduğumuz yaşanmışlıklara bakmak yeterli olacaktır.
Program soru ve cevap faslının ardından sona erdi.
Abdurrahman YILDIRIM /Haksöz Haber
HABERE YORUM KAT