Bursa Özgür-Der'in aylık panel serisinin Ocak ayı konuğu Kenan Alpay oldu
Kenan Alpay panelde “Suriye Devrimi ve Sonuçları” üzerine değerlendirmelerde bulundu.
Alpay sözlerine, Suriye’deki gelişmelerin, Türkiye’de yeterli şekilde takip edilememesi ile başladı ve özetle şu şekilde devam etti:
“Son dönemde Filistin’deki katliamları gün gün takip edip konuşabilirken Suriye’deki zulmü yeterince takip edemedik. Ancak tabi ki kafirlerin, zalimlerin, fasıkların, münafıkların bir planları varsa Allah’ın da o planları bozmak için külli manada planları var. İman ediyoruz ki Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.
Sürekli Türkiye’yi akademi, medya ve siyaset üzerinden komplo teorileri ile beslediler. Sahayı bilenlerin değil bir takım fikir adamlarının, siyasilerin, stratejistlerin, güvenlik uzmanlarının, eski diplomat ya da askerlerin ahkam kestiği bir durum meydana geldi. Her akşam TV’lerde bizlere ders verir gibi neyin ne olduğunu anlattılar. Neye inanıp inanmamamız gerektiğini dikta ettiler. Biz Müslümanlara hatta Allah’ın vaatlerine güvenmekten bile neredeyse geriye düştük. Allah kendi yolunda cihat edenlere yardım edeceğini bildirmesine rağmen, bizler Allah’ın yardımına tam olarak ikna olamayan bir pozisyona geldik.
Mart 2011 de başlayan süreç Suriye’de büyük yıkımların, acıların yaşandığı bir süreç oldu. Bazen diyorlar ki, "On iki günde nasıl oldu bu devrim?", eğer 27 Kasım’ı baz alırsanız on iki günde devrim olmadı. Bu mantığı alenen reddetmemiz lazım. Devrim süreci on dört sene artı on iki gündür. Yıllardır yüz binlerce insana zulmedildi. Yarın inşallah Cezayir, Tunus, Mısır üzerine konuşacakken de muhakkak fasıkların, kafirlerin, münafıkların verdiği söylemi elimizin tersiyle itmeli ve müminlerin sözlerine itibar etmeliyiz. Yapılan zulümlere rağmen bu Baas rejiminin korkunçluğunu tahayyül edemediler. Tüm bunlara rağmen Türkiye’de 2016’dan itibaren birtakım sol-Kemalist örgüt, şahıs, parti ve medya organları Suriyeliler hakkında korkunç bir propaganda çalışması başlattı. Bize Suriyeli deyince tembel!, korkak!, vatanını satmış!, nargile içen!, asalak bir tip tasvir ettiler. Mültecileri hor gören, insan yerine koymayan bir iklim oluştu. Bu iklim Müslümanları bile etkilemeye başladı. O yüzden fasıkların diliyle konuşmak bizlere yakışmaz. 7 Ekim Aksa Tufanı, sadece Gazze'yi değil, İslam dünyasının birçok noktasını etkileyecek olan bir çıkıştı. Bu şok dalgasının ilk yansımasını Bangladeş'de gördük. Suriye'deki olay da bu dalganın ikinci aşaması olarak gerçekleşti. Rusya, İran ve ABD oradayken bir şey yapılamaz diye bir hava oluşmuştu. Rusya ile Suriye’deki Nusayri cuntası yakın ilişki içerisindeydi. İran da Suriye’yi Lübnan ve Akdeniz’e açılma sahası olarak kullanıyordu. Bunlar biraya gelince Müslümanlar orada ezildiler. Şu var ki mücadele başladığında sadece protestolar vardı ancak temel bazı haklar talep eden halka rejim silahla, bombayla karşılık verdi. Doğal olarak Müslümanlar da kendi çaplarında örgütlendi ve bu örgütler nihayetinde İdlib de tam tekmil bir orduya dönüştü. Son beş senede İdlib’deki mücahitler ortak hareket etmeye başlayınca hamdolsun orada bir askeri eğitim süreci de gerçekleşti. Astana sürecinden itibaren Cenevre Sözleşmesi çöktüğü için, Türkiye, Rusya ve İran ile bir şekilde anlaşma yaparak İdlib’in çevresinde askeri gözlem noktaları kurdu. Bunun çeşitli eksik ve zaafları olmakla beraber en önemli misyonu düşman saflarının İdlib’i ezmesine engel oldu. Ayrıca Reyhanlı dan geçiş hattı oluşturarak en azından oradaki insanların yaşamlarının devam etmesine Türkiye olanak sağlamış olunca, elhamdülillah devrim süreci gelişmiş oldu.
Ne yaptı peki bu mücahitler? Sadece son bir yılda Rusya, İran ve rejim tarafından İdlib bölgesine altı yüzün üzerinde saldırı gerçekleşti. Mücahitler bu süreçte müsait zamanlarda örgütlendiler. Bastıkları askeri üslerden savaş ganimeti olarak mühimmat biriktirdiler. Mücahitler orada yaz kış nöbet tuttular, eğitimler gerçekleştirdiler. Bu mücadele bazılarının bahsettiği gibi el bebek olmadı. Sahada olan biteni görmezden gelip analiz adına bizlere yalan dolan şeyler anlattılar. Ne kadar bedeller ödendi. İnsanlar öldü. Hiçbir pratiği baz almadan aptalca siyasi analiz yaptığını söyleyenler bu insanların acılarını küçümsediler. Allah u Teala fasıktan gelen her haberi iyice tetkik edin diye emrediyor. Biz neden Kemalist müstafi amirallerin, Maocu Perinçek ekibinin, analistlerin sözlerinin peşine takılalım. Buna razı olamayız.
Bu süreç ağır bedeller ödenerek gelişti. 27'sine gelindiğinde mücahitler bir operasyonla "Saldırganlığı Caydırma" ameliyesinde bulundular. Allah'ın izniyle çıkış yaptılar. İlk hedef Halep’in etrafındaki bazı bölgelere hakim olmaktı. Ancak mücahitler karizmatik, düşmana korku salarcasına bir atak yapınca rejim askerleri, Şiiler, Fatımıyyün Tugayları vs. bir anda kaçışmaya başladılar. Ve dört gün sonra mücahitler Halep bölgesini aldılar. O gün yine bazıları, "HTŞ Halep’i fethe çıkarken dönecek bir İdlib bulamayabilir" demişti. Ama Elhamdülillah öyle olmadı. Dolaysıyla bu süreçteki en önemli hikaye mücahitlerin Halep’i elde tutabilmesi ve her taraftan tehditlerin yağmaya başlamasıydı. Nitekim İdlib’de hastaneyi bombaladılar. Sonra mücahitler Hama'ya ilerledi. Bunlar tesadüf değil. Mücahitler sabrettiler, dua ettiler, sebat ettiler ve Allah’ın lütfu ile zafere eriştiler. Hama’nın akabinde Humus’ a ve Şam’ a ilerlediler. Şam’ a gittiklerinde baktılar ki ne Esad kalmış ne şebbiha kalmış ne İranlı milisler kalmış. Mücahitler halkla doğrudan doğruya kucaklaştılar ve hiçbir yağma hareketinde bulunmadılar. Çünkü bu mücahitler paralı asker değiller, sadece Esad düşmanlığıyla yetiştirilmiş değiller. Bunların hepsinin ailesinden birçok kişi şehit edilmiş, göç etmiş, zulüm görmüştü. Bu insanlar kendilerini her alanda eğittiler. Kimilerinin görmek isteği gibi bu insanlar kan dökmeye endekslenmiş insanlar değil. Elhamdülillah Müslümanlar hiçbir yağma, barbarlığa girişmediler. Gittikleri her yerde baş tacı edildiler. Çünkü insanlar gerçekten kendi çocuklarını bağrına basmışlardı. Kimi Özbek kimi Boşnak kimi Çeçen dünyanın her alanından gelen mücahitler de Suriyeli kardeşlerine yardım etmek için oradalardı.
Suriye’de Baas rejiminin yanında onu çok aşan bir çöküş daha gerçekleşti. Rusya’nın ortadoğudaki planları, İran’ın planları ve Türkiye’deki Kemalistlerin, solcuların, faşistlerin planları çöktü. Mücahitler öyle bir şey yaptılar ki son bir yılda kahramanların siması değişti. Bir Ebu Ubeyde, bir İsmail Haniye, bir Ahmed-el Şara, bir Salih Aruri adaletin, asaletin, mücadelenin, merhametin, cesaretin, ferasetin ve fedakarlığın ete kemiğe bürünmüş örneği oldular. Mesela, bir İsrail hapishanelerinden perişan çıkan esirlerin halini bir de Filistinli mücahitlerin serbest bıraktığı esirleri düşünün. 13 yıldır sistematik olarak sivil alanların vurulmasına karşılık mücahitler aynısı yapmadılar, sivillerin bulunduğu yerlere saldırmadılar. Ahmed-el Şara ilk gün verdiği röportajda “ Biz intikamsız ve kansız bir zafere talip olduk” demişti. Öyle de oldu. Müslümanların Gazze üzerinden verdikleri savaş ahlakı, müslümanın adaleti, müslümanın feraseti mesajını Suriye’de de Allah’ın izniyle dünyaya verdiler. İran’ın da, Suriye’den Lübnan’dan elinin kolunun kesilmesi İnşallah hayra vesile olacak. İran bu süreçte Rusya’dan daha az olmamak üzere insan öldürdü. Ancak rezil bir biçimde geri çekildi. İran ve İran adına hesaplar devrim sürecini hep kirletti ve baltaladı. Türkiye’de Suriye’yi, sahayı bilmeyen tanımayan bir takımları da Suriye’yi ABD aldı, bir tarafında Kürdistan kurulacak gibi zırvalarla hikaye anlattılar.
Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan’ın tüm eksikliklere rağmen Suriye meselesine sahip çıkması bu süreçte sadece Suriye için değil İslam dünyası açısından da oldukça önemlidir. Çünkü Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün doğrudan doğruya rejime destek verdi. İslam dünyasını böylesine münafıkların sardığı bir vasatta Tayyip Erdoğan’ın yaptığı oldukça önemlidir. İdlib’in etrafında bahsettiğimiz askeri noktaların kurulması ve Türkiye üzerinden yapılan yardımlar, sürece çok katkı sağlamıştır. Türkiye'nin dört bir yanında Müslümanların yaptıkları yardımlar, eylemler de oldukça önemli rol oynadı. Oradaki kardeşlerimizin bir ekmeğe bir suya bile ihtiyacı vardı. Bu yardımların oradaki insanlar için önemi çok büyüktü. Kimilerinin küçük gördüğü bu yardımlar oradakilerin hayatta kalmasını, nefes almasını Allah’ın izni ile sağladı.
Tüm bunlar Allah’ın vermesi ile gerçekleşti. İslam dünyasındaki putlar yıkılmaya başladı. Bu yüzden çok büyük ve önemli bir zafer gerçekleşti. Bu günleri bize gösteren Rabbimize hamd olsun. Bu süreçte bizleri gafletten kurtarıp mazlumların yanında tutan Rabbimize hamd olsun.
Son olarak Alevi katliamı var diye kampanya başlatanların da söyledikleri yalan. Onlara karşı hiçbir saldırı yok. Müslümanlar sürecin başından beri böyle bir şey yapmayacaklarını taahhüt etmişlerdi. Ki İdlib bölgesinde de, Hristiyan ve Alevi unsurlar vardı. Kardeşlerimiz bu meselede de oldukça duyarlı.
Alpay, sözlerini Türkiye'nin orada bir tahakküm iddiasının da bulunmadığı ve kardeşçe yardım ettiğini belirterek noktaladı.
Program katılımcıların soru ve katkıları ile son buldu.
HABERE YORUM KAT