1. YAZARLAR

  2. Ali Ünal

  3. Burada durmayacak
Ali Ünal

Ali Ünal

Yazarın Tüm Yazıları >

Burada durmayacak

07 Nisan 2008 Pazartesi 02:15A+A-

Türkiye'nin ekonomisi hakkında da Sayın Erbakan gibi konuşan Yiğit Bulut, AB konusunda yine Sayın Erbakan gibi, "AB'nin marşının son mısraında teslis var; AB, bir Hıristiyan kulübüdür." diyor.

Hayret, lâikçi-ulusalcı bir Kemalist, AB'yi Hıristiyan kulübü ve marşında teslis var diye reddediyor; bunu, meselâ bir AK Parti milletvekili söyleseydi, kapatma davası iddianamesine mutlaka girerdi. Yiğit Bulut gibi, Erbakan'ı iktidardan uzaklaştıran, ülkeyi İsrail'in kucağına oturtan, gerek 2001 krizini, gerek Kemal Derviş'in ekonominin başına getirilmesini ve gerekse AK Parti'nin iktidara gelmesini hazırlayan, dolayısıyla ülkeyi IMF reçetelerine mecbur eden asıl faktörün 28 Şubat olduğunu ve bu sürecin de destekçileri arasında bulunduğunu unutan Sinan Aygün, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın yıktığını, şimdi de AB'nin Türkiye'yi böleceğini söylüyor. İyi de, Sinan Aygün, Mustafa Kemal'in hem de Avrupa'nın Osmanlı Devleti'ni yıkmasının hemen ardından ülkenin rotasını doğrudan ve alternatifsiz bir şekilde Batı'ya çevirdiğini nasıl unutuyor?

Neden yazıyorum bunları? Mümtaz Soysal da, Tarhan Erdem de açık konuştular. Kendi sistemlerine bile saygısı olmayan ve farklı farklı iddialarla ortaya çıkmakta hiç beis görmeyen lâikçi ve darbeci ulusalcıların asıl meselesi İslâm'ladır. Halka yabancı olmanın hasıl ettiği korku ile oturup kalkan lâikçi oligarşi, bir asırlık çabalara rağmen Müslüman taban bir türlü istenilen ölçüde dönüştürülemediği için rahat bir uyku yüzü göremedi. 1950'de geçilen demokrasi denemesi ise daha çok tersi bir fonksiyon gördü. Taban, köyden çıktı; şehirlerin ana omurgasını oluşturmaya ve daima lâikçi oligarşinin yanında yer alan "şişman kediler"le rekabet edebilecek seviyede olmasa da sermaye edinmeye başladı. Özellikle en çok rahatsızlık verici bir unsur olarak, üç büyük problemimiz olan cehalet, fakirlik ve tefrikaya karşı eğitim, hoşgörü-diyalog ve bilhassa Doğu ve Güneydoğu'ya yatırım hamlelerine girişti, dünyaya açıldı. Lâikçi oligarşinin sürekli kullanageldiği irtica ve bölücülük öcülerinin nasıl fabrikasyon olduğu iyiden iyiye gün yüzüne çıkmaya başladı.

28 Şubat'ta girişilen halkı ve onun Müslümanlığını en az bir çeyrek asır etkisizleştirme hamlesi, bilhassa yüz kızartıcı yolsuzluklar neticesinde ülkeyi krizlere sürükledi. Şu anda, 2002'de iktidara gelişinden bir-bir buçuk yıl sonra iktidardan uzaklaştırılma planları yapılan, bu maksatla peş peşe darbe projeleri geliştirilen AK Parti hakkında kapatma davası olarak ortaya konan yeni hamle, burada bitmeyecektir. Yaman Törüner, gerçeği açık yüreklilikle ifade ediyordu: "Demokrasi de, aslında bütün dünyada bürokratlar, medya, yargı, üniversiteler, (aydınlar), sanatkârlar ve bunları finanse eden zenginlerle, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde silahlı kuvvetlerin de dahil bulunduğu bir elit sınıf idaresidir. Sivil siyasî hükümetler ise bu sınıfın temsilcileridir;" yani, halk adına onların menfaatlerini korur ve asıl gerçeği halkın nazarından gizleme perdesi fonksiyonu görürler. Ama artık, gerekirse bu "demokrasi oyunu" bile askıya alınarak, 28 Şubat'ta yapılamayan yapılmaya çalışılacaktır. Fakat kader, mutlak adildir. Eğer o 1950'den bu yana artık kaçıncı defa her 10 yılda bir aynı musibetin bu milletin başına gelmesine izin veriyorsa, bu takdirde asıl suç, bu oyunu gerçek zannetmek; 1950'den bu yana, sistemin çarkının nasıl döndüğünü her defasında unutarak her 10 yılda bir büyük bir basiretsizlik ve ferasetsizlikle kendisine davetiye çıkarılan musibetin hemen arkasından dünyevîleşmeye dalmak; kendi olmaktan uzaklaşıp, egemen sınıfın kabulüne "mazhar olma" sevdasıyla farklı "söylemler"de bulunup, farklı yönelişlere girmek, çok defa yönetim koltuklarının sadece ve sadece birer hizmet sahaları olduğunu unutmak, hiçbir zaman uzun vadeli plan ve program sahibi olamamak, başka mecra ve aksiyon çizgilerinden müsbet neticeler ummaktır. Ama inşallah bu defa, içtimaî-siyasî depremler de yaşanacak olsa, tabanda bir silkinme, bir kendine gelme ile bu depremler bahar öncesi "kocakarı" soğukları olmaktan öteye gitmez.

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT