1. YAZARLAR

  2. SİNAN ÖN

  3. Bugünün Darbecileri Dünün Darbecilerini Aklar mı?
SİNAN ÖN

SİNAN ÖN

Yazarın Tüm Yazıları >

Bugünün Darbecileri Dünün Darbecilerini Aklar mı?

27 Temmuz 2016 Çarşamba 17:50A+A-

15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişimi ve sonrasında yaşananlar günü çok sıcak yaşadığımızın ancak dünü çok çabuk unuttuğumuzun göstergesi gibi! Türkiye darbelerle dolu bir  tarihe ve bu darbelerin birincil aktörü Kemalist ideolojiye sahip bir ülke.

Darbe sonrasında yaygın olarak dillendirilen bir konuda; Bu darbecilerin ortaya çıkardığı “Ergenekon” yapılanmasının aslında masum olduğu söylemleri olmakta...

Son ikiyüz yıldır yaşanan müdahalelerin ana gerekçesi batı yaşam tarzının dayatılması olmuştur denebilir. Batılı değerleri içselleştirenlerin temel referansı ise bu değerlerin taşeronu Kemalizm olmuştur.

15 Temmuz Cuntası darbe bildirisinde yapılan “Atatürkçü düşüncenin bekası” vurgusuna rağmen, ortak paydadaki dünün darbecilerini aklama çabalarını anlamak mümkün değil!

Balyoz davasından yargılanan, hüküm giyen daha sonra parelel yapı ile mücadele sürecinde serbest bırakılıp, tutuksuz yargılamaları devam eden subayların bugün kahraman gibi bu darbecilerin yerlerine atanmaları endişe verici bir durum!

Ümmetin geleceği açısından önemli günleri yaşadığımız şu dönemde, devlet içindeki iktidar mücadelesinde, güç odaklarından birinin giriştiği darbe başarısız oldu! Dünün darbecileri Etö gibi, bugünün darbecileri Fetö’de yenildi. Dünün darbecileri Fetö eliyle de olsa!... 

20 Ekim 2008 tarihli Zaman gazetesinde “Yüzyılın davası”  manşeti ile yayınlanan haberde;  “Türkiye bugün tarihi günlerinden birini yaşıyor. Ergenekon terör örgütü davası, özel olarak hazırlanan Silivri Cezaevi’nde görülmeye başlıyor. 46’sı tutuklu 86 sanık, ‘silahlı örgüt kurarak devleti yıkmaya teşebbüs’le suçlanıyor” denilmekteydi.

O dönemde atılan “Yüzyılın davası” manşeti bize hiç de abartılı gelmedi. Türkiye’de ordu siyaset ilişkisinde siyaset, hukuk ve halk lehine olan bu gelişmeyi çok önemsedik. Ancak bu dava köprünün altında akan suların, üstünde ölüm saçan tankların artçı davasıymış!   

Ergenekon davası Türkiye için hukuki bir süreçten çok daha fazlasını ifade ediyordu. 12 Haziran 2007’de başlayan süreç “devlet içinde devlet” olan yapının sistem içinde meşru yolla iktidara gelmiş hükümeti silah zoruyla değiştirme, suikastler ve toplumsal kurgular ile zayıflatıp düşürme çabalarının davası olmuştu.

Dava, ele geçirilen silahların arkasındaki gücü araştıran “hakim ve savcıların” darbe teşebbüslerini ortaya çıkarması ile son buldu. Ancak hızını alamayan ergenekon savcısı 17/25 Aralık darbe girişiminin de başaktörü oluyor vedevlet içindeki devleti” tasfiye ettiğini düşündüklerimiz, “devlet içinde devlet kurarak”  iktidarını ilan ediyordu! Sanki “Devlet” üretme çiftliği!

Osmanlı’da anayasal düzene geçmeye çalışanların amacı; padişah karşısında halkı güçlendirip, devet ile vatandaş arasındaki ilişkiyi düzenleme iddiasıdır.

Anayasal düzenin vaad ettiği; “devlet karşısında vatandaşın hak ve sorumluluklarını yasayla sabit kılma” söylemi henüz birileri için uygun şartlar taşımıyor demek ki; bunun belirleyiciliğini kendi uhdelerinde tutmak istiyorlar!

12 Eylül askeri rejimi anayasasının rafa kaldırılıp sivil anayasa çalışmalarının yapıldığı bir zamanda “Anayasal düzenin tekrar tesis edilmesi” gerekçesi ile darbe yapanlara göre; anayasal düzen ancak asker eliyle tesis edilebilir!  Halk sürece ancak itaat ederek dahil olabilir!

Hiç şüphe yok ki, her askeri müdahale başarılı olduğu oranda ordunun gücünü arttırmış yapılan düzenlemeler ile orduyu merkezileştirmiş ve özerkleştirmiştir.

Merkezileşme; ordunun içindeki yetki ve gücün her seviyede tek elde toplanmasını, özerkleşme ise; devlet yapısı içinde ve siyasal iktidar karşısında ordunun iç ve dış siyaset konularında doğrudan rol oynamasını ifade eder.

Hiçbir müdahale oluşum süreci ve yarattığı sonuçlar ile ordunun tek başına irade, karar ve eylemleri sonucu gerçekleşmemiş iç ve dış sosyal ve siyasal aktörlerin müdahil olduğu güç ilişkileri içerisinde belirlenmiştir.

Her bir askeri müdahale bu güç ilişkileri karşısında konum alışa göre bu toplumsal ve siyasal aktörler üzerinde güçlendirici veya zayıflatıcı etkiler yaratmıştır.

Osmanlı’nın son dönemlerinde modernleşme süreciyle beraber devlet yapısında ve orduda örgütlenme, eğitim ve teknoloji vb. yapılarda değişim yaşanır. Etkin bir statü olan askerlik siyasallaşır ve askerler ülke yönetiminde daha da etkin aktörler haline gelir. Bu dönemin uzun ve büyük savaşlara sahne olması orduyu siyasal, toplumsal, iktisadi hayatı kapsayacak şekilde hayatın merkezine yerleştirir.

Cumhuriyet dönemiyle beraber ordu iç ve dış siyasetin tüm konularıyla ilgilenen bir aktör olur. 1923/27 arasında siyasi elitlerin aralarındaki mücadele silahlı kuvvetlerin kontrolü konusundadır.

Mustafa Kemal ve ekibinin muhalif güç odaklarını tasfiye etmesiyle asker-sivil ilişkileri tek parti rejimindeki formuna bürünür. Tek parti ideolojisini kendine ilke edinen ordu artık Türkiye milletinin değil “Mustafa Kemal’in askerleri”dir.

Kemalizm’in yılmaz bekçiliğini yapan bu askerler, canları sıkıldıkça toplumun ana damarına elit bir azınlık adına müdahale edip hizaya sokmaya devam ederler. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat bunlar arasında en baskın ve belirleyici olanlarıdır.

12 Eylül sonrası Türkiye’de artık kökleşmiş bir “sürekli darbe rejimi” hakimdir. Devlet içinde devlet mantığı ile görünen iktidar yanında bir de gölge iktidar sözkonusudur. Bazen Susurluk vb. kaza ve vakalarla görünmeyen iktidarın ipuçları yakalansa da kimse arkasını araştırmaya cesaret edemez. Kim kiminle ne iş yapıyor bilinmez, kime çalışıyor tahmin edilemez, her an en yakınındakinin ihanetine uğrayıp faili meçhul bir cinayete kurban gitmenin riski göze alınamaz.

Ta ki; 12 Haziran 2007 Ümraniye’de yakalanan ipucuna kadar. Bu ipin ucunu yakalayanları, ipi bizim için tuttukları zannı ile destekledik. Halbuki bunlar cambaza kendileri hükmetmek istiyorlarmış! 15 Temmuz gecesi bunu net bir şekilde tecrübe ettik.

Sonuçta ortada Tsk denilen bir güç var ve bu gücün asıl misyonu Kemalizm. Bu halk ininden çıkmaya çalışan bir Cuntaya gereken dersi verdi. Ancak bu inden çıkmanın tekrar gelenek haline gelmesi en büyük tehlike! Çaresi ise; çok güçlü olan askeri ve yargı bürokrasisinin şeffaf, hesapverebilir şekilde, içerde ve dışarda birbirinden bağımsız hale getirilmesidir.

İttihat ve terakki darbesinin üzerinden tam yüzyıl geçmişken Ergenekon davasının başlaması tesadüf olabilir ancak Zaman gazetesinin bu davaya “yüzyılın davası” manşetini atması tesadüf değil! Ne garip bir durum ki; bu manşetin altındaki haberi yapan gazeteci Hanım Büşra Erdal hakkında bu yazının hazırlandığı esnada yakalama kararı çıkartılmış.

Ergenekon davası öncesi yaşananlar; “darbe şartlarının olgunlaştırılması” mahiyetini taşıdığı anlaşılınca, 2004 darbe teşebbüslerinin, 2006’daki danıştay cinayetinin ve 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinin mercek altına alınması nasıl bir yapılanmanın olduğunu bizlere göstermişti.

2009’da davalar devam ederken birilerinin hala kaos  planları yaptığı ortaya çıktı. “İrtica ile mücadele eylem planı” çerçevesinde Ak parti ve Gülen cemaati’ni tasfiye etmeye yönelik çabalara şahit olundu. “Balyoz darbe planı” ile geleneksel refleksler tekrar toplumu küçük görüp halk üzerinde planlar yapmıştı.

Mahkemeye dahi çağırılması düşünül(e)meyecek makamlardaki insanlar yargılanmaya başlamıştı. Duruşunu değiştirmeyip darbeden yana tavır alanlara rağmen toplumun önemli bir kesimi geçmiş korkulardan arınarak, iradesine sahip çıkmayı denemişti.

Süreçte verilen E-Muhtıralar, 367 krizi, yüksek yargı ve askeri bürokrasi ile yapılmaya çalışılan müdahaleler, siyaset üzerinde oluşturulan baskı bugün olduğu gibi toplumun ve temsilcilerinin dik durmasıyla bertaraf edildi.

Dünün darbecilerine dik duranlar bugünün darbecilerine de dik durdular. Türkiye halkı çok önemli bir testten başarı ile geçti. Artık gıpta ile baktığımız Mısır’lı müslüman  kardeşlerimizin örnekliğini yaşayan bir topluma sahibiz. Her ne kadar içimizdeki beyinsizlerin varlığı moralimizi bozsa da, Rabbimiz yolunda can verenlerin şahitliğini kabul buyuracaktır.

Dünyanın gözü önünde gerçekleşen vahşete rağmen Batıdan gelen tepkilere ise şaşırmadık! Çünkü onlar evrensel değerleri sadece kendilerine yakıştırır. Doğu toplumları onlar için “barbardır” ancak silahla hizaya sokulabilir! Sanki biz, bir gecede 3000 insanın katledildiği Mısır’da darbeye darbe bile diyemeyen Batıyı tanımıyoruz! Sanki Suriye’deki ikiyüzlülüklerini bilmiyoruz!

Biliyoruz ki; siz darbenin asıl aktörlerisiniz, biz şu anda maşalarınız ve tetikçilerinizle mücadele ediyoruz ama sizi de unutmuş değiliz! Siz de bizi unutmayın ki; hesabınızı iyi yapasınız!...

Bugünün darbecileri dünün darbecilerini ve arkasındaki gücü aklamaz! Ne bizim ne de Rabbimizin nezdinde!

YAZIYA YORUM KAT

10 Yorum