1. YAZARLAR

  2. Abdulhamit Bilici

  3. Bu yerli devrim!
Abdulhamit Bilici

Abdulhamit Bilici

Yazarın Tüm Yazıları >

Bu yerli devrim!

15 Eylül 2010 Çarşamba 00:29A+A-

Avrupalı Yeşiller, kritik bir dönemde Türkiye'ye destek için parti kongrelerini İstanbul'da yapmıştı. Avrupa Birliği üyelik sürecine ilişkin tarihî kararın verileceği 17 Aralık 2004 zirvesine iki aydan az zaman vardı. Yeşillerin 'Kızıl Danny' diye bilinen lideri Daniel John Bendit, bu toplantıda Türkiye-AB ilişkilerine dair çok önemli bir konuşma yapmıştı. Son 50 yılda Avrupa'nın çok büyük iki mucizeye şahit olduğunu söylüyordu. Birincisi, Almanya'nın birleşmesiydi. İkincisi ise eski Varşova Paktı üyesi ülkelerin AB'ye alınmasıyla Avrupa'nın birleşmesiydi.

Bendit'e göre, Türkiye'nin AB'ye üye olması üçüncü mucize olacaktı. Türkiye'nin Asya ile Avrupa, İslam dünyası ile Hıristiyan dünyası arasındaki köprü rolüne atıfla buna Boğaziçi Mucizesi diyordu. Mucize henüz gerçekleşmedi, ama verilen bu desteğin ve AB üyeliği gibi parlak bir hedefin motivasyonu ile bu süreçte Türkiye birçok Avrupalı siyasetçiyi de şaşırtan reformlara imza attı. Sivilleşme, demokratikleşme, ifade özgürlüğü alanında anayasa ve yasalarda birçok değişiklik yapıldı. Büyük tartışmalardan sonra nihayet tam üyelik süreci için yeşil ışık yandı. Avrupa liderleri, Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığına oybirliğiyle karar verdi. Bir yıl sonra 3 Ekim'de ise üyelik müzakereleri başladı.

Dünyada birçokları, bu dönemde Türkiye'nin yaşadığı hızlı değişime 'sessiz devrim' adını verdi. Brüksel'den gelen olumlu rüzgârın etkisiyle yaşanan bir devrimdi bu. Kuşkusuz içeride de temelleri vardı, ama AB sürecinin sağladığı motivasyonun inkâr edilemez katkısı vardı. Zira kendi aralarında uzlaşması çok zor olan siyasi tarafların, üzerinde mutabık olduğu ortak bir hedefti AB. Düşünün ki, kritik reformlar, Meclis'te iktidar ve muhalefetin oylarıyla yasalaşıyor; halkın desteği yüzde 70'i geçiyordu.

Bir yıl sonra işler kötü gitmeye başladı. Kıbrıs'ta çözüm isteyen Türkiye, cezalandırılan taraf Türkiye oldu. 6 müzakere başlığı donduruldu. Sonra AB'nin iki önemli başkenti Berlin ve Paris'te Türkiye karşıtı partiler başa geldi. Rumların ve Sarkozy'nin itirazlarıyla başka başlıklar da askıya alındı. O kadar ki, AB belgelerinden Türkiye'nin tam üyeliğe atıf yapan ifadeler ayıklanmaya başladı. Halkta AB sürecine sempati hızla erirken, cumhurbaşkanlığı krizi patladı; kutuplaşma zirveye çıktı. O günlerde Türkiye'ye gelen Avrupalılar artık 'sessiz devrim'i unutmuş; "AB hedefi kalmadıysa, Türkiye ne yapabilir, nereye yönelebilir, reformlara devam etme şansı var mı?" diye soruyorlardı.

Sandıktan güçlü bir demokrasi mesajının çıktığı 12 Eylül'den geriye doğru yaşadığımız dört yıla bakıldığında, demokrasimiz ve ülkemiz adına umut verici bir tablo görünüyor. 2000'lerin başındaki AB rüzgârının neredeyse tamamen kesildiği bu dönemde Türkiye, yolunu kaybetmedi. İçeride reform hedefini kaybetmeden çok önemli badireleri atlattığı gibi, uluslararası alanda da saygınlığını düşürmedi. 151 ülkenin desteğiyle bu dönemde Güvenlik Konseyi üyesi oldu; Rusya, Türk dünyası, Arap âlemi ve Afrika'ya dönük açılımlar daha da hızlandı.

12 Eylül referandumunu, Türkiye'nin bu dönemde kendi iradesiyle sürdürdüğü sessiz devrimin duraklarından biri ve çıkan sonucu da onca bulanıklaştırma gayretine rağmen son 4 yılda verilen demokrasi mücadelesine halkın onayı şeklinde görmek gerek. Bu dönemde Türkiye, 367 skandalı, 27 Nisan geceyarısı muhtırası, hükümet partisini kapatma girişimi, Sarıkız'dan Balyoz'a Ergenekon çatısı altındaki bütün anti-demokratik tertipleri aştı. 27 Nisan bildirisi, 28 Nisan'da cevabını aldı. Halk, önce 22 Temmuz, sonra 21 Ekim 2007'de sahaya inerek Köşk krizini çözdü. Cuntalarla irtibatlı emekli ve muvazzaf generaller ilk kez hâkim karşısına çıkarıldı. YAŞ'ta, demokrasi sicili şaibeli isimleri terfi ettirme çabası sivil duruşa tosladı. Ve son olarak yüksek yargının başrolü oynadığı 411 vekilin iradesinin hiçe sayılması, parti kapatma girişimi ve Ergenekon soruşturmasını önleme çabaları 12 Eylül'de sandığa gömüldü.

Bunun anlamı açık: Türkiye artık kendi dinamikleriyle, sessiz ve yerli devrimini sürdürüyor. Aynen Avrupa'nın en prestijli gazetesi Guardian'ın referandum başyazısında itiraf ettiği ve Türkiye'nin ele alındığı AB Dışişleri Bakanları toplantısında Finlandiyalı bakanın 'Dünyanın en etkili 5'inci ülkesi Türkiye, AB ülkelerinin toplamından daha etkili' sözleriyle ifade ettiği gibi.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT