Bu Yazı, Yalnızca 'Senin İçin' Yazıldı
Bazı durumlar vardır… Bazı olaylar... O olayları veya durumları konuşmak, yazmak ya da tartışmak için ne zamanki olanak bulunsa ya da konu kendiliğinden bir açılsa kalbi sıkışır ya insanın... İnsan vasfına ermiş olanın... Avuçlarının içi terler kendinden utananın. Gözlerinin içi dolar. Donar tümden zaman. Kayar ayaklarının altından; serpilen toprağı, indirilen suyu, esen rüzgarı ve yanan ateşi kendinde barındıran mekan! İşte böyle bir şey bu yaptığın da! Sözde özgürlük, biraz daha insanlık namına, kendini nasıl görüyor ve özde de öyle yaşamak istiyorsun adına: 28 Haziran günü İstanbul'da bir "Yürüyüş" düzenleyeceksin "Onur Haftası" kapsamında!
Hayır, hayır! “Yürüyüş” ve “Onur Haftası” kelimelerini tırnak işareti içine aldığımdan dolayı hemen celladım kesilme. Niyetim üzerinde mahalle baskısı oluşturmak değil. Sonda söyleyeceğimi şimdiden ifade edeyim: Taşlayacaksalar eğer taşı ilkin en günahsız olanları atsın. Gözyaşını da ilkin en günahkâr olanımız akıtsın. Ki yargısız infaza kurban gitmeyeyim! Zor zamanda yaşıyoruz el-hak. Hak ve sabır tavsiyesinde bulunurken sanki "linç girişimi"ymiş bu yaptığım algısı yaratılıyor. Öldürmek değil kastim vallahi. Hele bir oku. Yüreğine oturmazsa "ı dont lıke" edersin sonra!
Diyorum ki; sen de bir cansın, eyvallah. Hayatsın. Yaşama tanıksın. Bunun için adını vermeyeceğim. Bak ne yürüyüşü olduğunu dahi gizli tuttum sırf bu yüzden! Bu yüzden seni öteki görmeyecek ve hatta şeytan ilan etmeyeceğim. Zaten hakkım da yok buna! Halisane ve naçizane… Hırsızlığın, yalanın, adam kayırmanın bir yaratılış kanunu olmadığını bildiğin gibi zinanın, fahşanın, fitne ve fesadın faturasını da sonradan yaradana ve yaradana inanan bana kesmemen için eşreften esfele adımladığın bu yolda sana ne için engel olmam gerektiğini anlatmaya çalışacağım! Öyle hemen de " Lut (as) kavmi gibi, başımıza taş mı yağdıracaksın lan?"da demeyeceğim. Doğrudur. Bu da bir vakıadır. İbrettir. Örnektir. Ama öyle hemen demeyeceğim.
Bir; Farkına Var!
Bu yaptığın, toplum denilen mefhumun dibine dinamit koymaktır. Aile kurumunu yerle yeksan etmektir. Biyolojik olarak böyle ilişkiyle çocuğun olamamasıdır, olmamasıdır. Böylece çocukluk denilen o evrenin hiç yaşanmayacak olmasıdır. Çocukça düşlerin de oluşmamasıdır. Dolaylı olarak çocuk katliamıdır. Bizatihi üremenin lamümkünatıdır. Çoğalmanın imkansızlığıdır. Ve dahi aileden nevzuhur edecek eş, akraba, arkadaş, dost, komşu, toplum, kavim, millet kavramlarının sadece sözlüklerde kalmasına gebe olmaktır. 'Gebe' sözcüğünün dahi unutulmasına sebep olmaktır!
İnanır mısın, bilemem. Ama ötekine geçmeden daha, bu dünyayı cehenneme çevirmektir. Yanmak ve yakmaktır. Zinadır. Meşru durumların dışına çıkmaktır. Ebeveyn'i hiçe saymaktır. Böylece anne ve babanın hukukunu da çiğnemektir. Nasıl ki rızaları dışında kızlarının ya da oğullarının karşı cinsleri ile gizli yerlerde, kuytu köşelerde fingirdemesine -bunun adını aşk koymuşun- razı değilse, buna da razı olmadığını, olmayacağını da bilmemektir. Saygısızlıktır. Yazıktır. Ayıptır. Günahtır.
İki; Kendine Gel.
Düşün ki sapıklığı hak gören bir erkek, bütün kadınlara sahip olma özgürlüğünden dem vuruyor. Sapıklığı tarz gören bir kadın ise önüne gelen her erkek ile aynı yastığa keş para yatırmak istiyor. Öyle " Uzaklarda da arama. Çünkü sen içimdesin. Taht kurmuşsun kalbime. En güzel yerindesin" diyor ya hani. Yani, kadının ya da erkeğin ile... Kızın ya da oğlunla olmak istiyor. Gezmek. Eğlenmek, Tepinmek... Bilirsin işte! Hala bu benim bireysel ve özgür düşüncem diyorsan, bu durum seninle sınırlı kalmıyor netekim!
Hem bak sana haricinde başka bir şey daha söyleyeyim: Şimdi senin bu bireysel yaklaşımını bir tanı olarak koyup "ama bu onların da hakkı" argümanını dillendirenlere, lütfen bir kerecik sorsana " kendi kızınız veya oğlunuz da benim istediğimi istese kabul eder misiniz?" diye. Sana destek mahiyetinde ben de; eşcinselliği bir hak olarak görüyorsanız eğer, oğullarınız ve kızlarınız da böyle bir ilişkiye girdiklerinde onlara saygı göstermek zorundasınız! diyeyim de sorunu daha da bir katmerleştireyim.
Üç; Lütfen!
İşlediğin suçun cezası da günahın da seni bağlar. Ta ki o suçu toplumun içerisinde fitne ve fesada evirmediğin sürece. Hangi suç ya da hangi günah olursa olsun bu böyledir. Bir suç veya bir günah üzerinden bir toplum cezalandırılamaz. Mühim olan suçun şahsiliğidir. Şu ana kadar yazdıklarım bu minvalde senin kendi dünyanda yaptıklarına karşılıktı. Lakin şimdi ise o suçu ve günahı fitne ve fesada çevirmek istiyorsun. Bu anlamda da bir “yürüyüş” gerçekleştiriyorsun. Adında da “Onur Yürüyüşü” diyorsun. Kendini yakmakla kalmayacaksın herhalde. Toplumu da yakmaya çalışıyorsun.
İşte tam da burada ve bu yüzden, bu suçun ve bu günahın toplum içinde yaygınlaşmasına örnek olarak gösterilen Lut (as) kavminin başına gelenler ile tarafımdan uyarılıyorsun. Uyarılmak da zorundasın. Sonuçta bu kavmin başına gelenleri anlatan yaradanın kitabına iman eden ben, yine bu kitapta söylenen; “Ve kötülük yönündeki öyle bir ayrıntıya karşı uyanık ve duyarlı olun ki o, ötekileri dışta tutarak yalnızca hakkı inkara kalkışanlara musallat olmaz; ve bilin ki Allah azapta çok çetindir” ayeti ile muhatabım. Hakkında bunca yazıyı, konuşmayı ve tartışmayı senden nefret ettiğimden, sana kin beslediğimden dolayı yaptığımı da sanma. Sendeki bu hasletin toplum içinde yaygınlaşmasıyla da aynı ilahi kanun devreye girer mi? Orasını bilemem. Ama tarihte buna engel olunmadığı ve dahası engel olanlara da karşı çıkıldığı için bir azabın geldiği malum. Bu yüzden yazmak, konuşmak ve tartışmak zorundayım. Beni de anla!
"’Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.’ dedi. Kavminin cevabı: ‘Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!’ demekten başka olmadı. Lut’u ve ailesini oradan çıkardık, sonra korkunç bir sarsıntıyla oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine, ateşten pişip sertleşmiş kızgın taşları sağanak sağanak yağdırdık. O taşlar, öyle tesadüfen yağmadı onların başına. Aksine her bir taş, Rabb’inin katında işaretlenmiş ve zalimleri cezalandırmak için özellikle gönderilmişti. Ve siz ey insanlar! Kendinizi benzer bir felâketten uzak sanmayın! Zira bu tür cezalar, zalimlerden hiç de uzak değildir.”
Etme, eyleme. Gel sen de Rabbini dinle. Güzelliğe, estetiğe, sevgiye ve yüceliğe dön. Şerefli iken sefilliğe düşme. Düşenin de elinden tut. Düşülmesine izin verme. Peki, bugüne kadar yaptıklarım ne olacak? diye de sorma! Bil ki Allah Kerim. Allah Tevvab. Allah Gafur. Mekke’nin arka sokaklarında zina eden, şarabın dibine dibine vuran ve Allah’ın elçisini öldürmek için yola çıkanı Halife yapan Allah, seni mi affetmeyecek. Güldürme beni. Ve de ki; O, bir tutsun elimizden yeter ki. O ne güzel yardımcıdır. Ve ne de güzel vekil.
“Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var.)”
YAZIYA YORUM KAT