Bu medyayla bugün darbe olur mu?
Nokta’nın Özden Örnek Günlükleri’ni yayınlamasına, “TSK’yı yıpratma girişimi” diyenler, oturup Mustafa Balbay’ın “Sivil Darbe Günlükleri” ile darbenin bir sağlamasını yapsınlar bakalım, ne çıkacak?
Boşuna hesap-kitap makinelerinize davranmayın.
Sonuç aynı: 2003-2004’te iki darbe atlatmışız.
Peki, ne yapacağız şimdi?
“Tamam, işte atlatmışız daha ne istiyorsunuz” diyenleri dinleyip en azından seçimlerin yapılabildiği bir Ortadoğu ülkesinde yaşadığımız için şükür mü edelim?
Yoksa “Olmamış darbenin hesabı sorulur mu?” diyenleri dinleyip darbe girişimlerine inanmak için darbenin gözlerimizin önünde olmasını mı bekleyelim. Mesela tanklar TRT binasına dayanıncaya kadar sabredip, o anda mı darbecilere suçüstü yapalım?
“Bir gazeteci bir Jandarma Komutanı’na darbe için yalvarmışsa ne var bunda hani düşünce özgürlüğü vardı” diyen sonradan-görme, gecekondu liberallerine “Ama bakın Sayın bilmem ne” diye laf anlatmaya mı çalışalım?
İsterseniz “Balbay o notları da zaten kitap projesi için almıştı” diyenlere kanıp, darbeden sonraki muhtemel hapishane günlerimizi Mustafa Balbay’ın “Hayatta en hakiki mürşit Hurşittir” tadındaki eşsiz bir mizah gücünün eseri olan “Gün Gün 2. Cumhuriyet Devrimi” kitabını okuyarak ve “Ne kadar salakmışız” diye kafamızı duvarlara vurarak da geçirebiliriz.
Peki, bu arada, sefere çıkan padişahların atının terkisine attığı vakanüvisleri gibi darbecinin karargâhından bildiren darbe tarihçisi gazeteciye destek için “Fikirlerinize katılmıyorum ama onları ifade hakkınız için ölebilirim” diyen birer Voltaire haline gelenler, demokratlık şovlarında “Hepimiz Mustafa Balbay’ız”dan , “Mustafa Balbay Türkiye’dir”e terfi etseler yine üzerinde konuşulur mu?
Yoksa tüm bu zahmetlere girmemek için PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan’ınkiler gibi faydalı şeyleri itiraf etmesini beklediğimiz “İslamcı itirafçı” insider köşe yazarının Akif’i Ömer’in, Ömer’i Mehmet’in Mehmet’i de hepsinin üstüne salmaktan ibaret olan “fitne-fücur gazeteciliğine” bir ara verip, mektup arkadaşı Şener Paşa ile iletişime geçmesini, ondan gelecek süper bir yalanlama ile tüm bu günlüklerin sahte ve maksatlı olduğunun açıklanmasını mı umalım?
Yalanlanmayı beklerken bu boşluğu, günlükleri sızdıran “sivil darbeci”leri yakalamak için sürek avına çıkarak değerlendirebilirsiniz. Hem temiz hava alıp dağılmış kafanızı toplarsınız, hem de arada memleket darbecilerine göz açtırmayan bir iki tane “Liberal faşist” avlarsınız.
Ya da gelin bırakalım tüm bu süfli işleri. Tabağında kalsın soğuk yenmesi tavsiye edilen intikam ziyafeti. Köşeden köşeye laf cambazlıklarının, en demokrat pozisyonu kapmaca, herkesi ters köşeye yatırmaca oyunlarınızın memlekete bir faydası yok.
Şener Eruygurlar gider, Aytaç Yalmanlar, Mustafa Balbaylar, İlhan Selçuklar gider ama bir Jandarma Genel Komutanı’nın hükümete karşı güç birliği yapmak için gazetecileri toplantıya çağırması, bir gazetecinin, bir Aydınlanma Bilgesi’nin Ankara’da komutanlık komutanlık dolaşıp darbe dilenmesi baki kalır.
Belki bir daha tanklar TRT binasına yürümeyecek. Ama siyasetin üzerinde asılı duran darbe ihtimali ortadan kalkmadan bir Genelkurmay Başkanı’nın “şöyle bir kaşını çatması” bir gazeteci için fetiş nesnesi olmaya devam edecek.
Kaç tank bunu hissettirebilir?
Mustafa Balbay günlükleri, bu ülkede askerlerin medyadan ne kadar korktuğunun, medya desteği olmadan hiçbir şey yapamayacaklarına inandıklarının açık bir delilidir.
Bu günlükler açıkça diyor ki, bu ülkede medya desteklemezse artık darbe olmaz, medya sormazsa, sonra da sayfalarında yer vermezse de siyasi konularda askerler ağzını açamaz.
Bu günlükler ortaya koymuştur ki, Türkiye’de darbe hâlâ Büyükanıt’ın Balbay’a söylediği gibi “Birlikte darbe yapılacak bir medya” bulup bulamama mesafesindedir.
Bu tehlikeli yakınlaşmanın yasak meyveleri için 27 Nisan 2007’ye ve bir tür darbe denemesi olan AKP kapatma davası sürecine yakinen bakılabilir.
Bu düzeysiz ilişkide bugün durum nedir anlamak içinse günlüklerden iki soruya acilen bir cevap verilmelidir:
Birinci soru; 10 Nisan 2004 tarihinde Şener Eruygur’un Etimesgut Jandarma Eğitim ve Spor Tesisleri’nde “Hükümete karşı işbirliği yapmak için” topladığı Mustafa Balbay dışındaki diğer gazetecilerin kim olduğudur?
Onlar da Balbay gibi darbeci paşaya “Önce Özkök işini halletmeniz lazım” diye akıl verdiler mi? Bu darbe hazırlıklarını gazetelerine haber yaptılar mı? Yoksa bu bir Ankara rutinidir, muvazzaf paşalarla mütemadiyen hükümet çekiştirilip, darbe istişare edilir ve güvenip özel darbe hazırlığını sana açan paşanın sözleri gazetecilik etiği gereği off-the record mu kalır?
İkinci soru da şudur: O günlüklerde dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “Aydın Doğan geldi söyledim. Her gün Milliyet’in birinci sayfasında bir türbanlı fotoğraf koymaya mecbur musunuz,” dedim. ‘Farkında değilim, bakayım’ dedi. Ertesi gün de birinci sayfaya Hülya Avşar’ın poposunu koydular. Ben ille onu yap demiyorum ki” sözleri doğru mudur? Normal bir ülke için ancak bir hiper-gerçekliğe tekabül edebilecek böylesine absürt bir görüşme olmuş mudur? Böyle görüşmeler hep olmakta mıdır? Bundan sonra gazete birinci sayfalarında gördüğümüz her popo resmi bir general müdahalesine mi işarettir?
Cevapları merakla bekliyoruz.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT