Dün TÜSİAD, bugün Mehmet Uçum: Neler oluyor?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşmasıyla başlayan ve akabinde Öcalan’a doğrudan seslenerek “Gelsin DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin” şeklindeki çağrısı sürpriz gelişmelerle gündemi belirlemeye devam ediyor.
Dile kolay, yüzyılı aşkın geçmişi bulunan, son kırk yılı silahlı çatışmalarla geçen ve bu çatışmalarda binlerce insanın yaşamını yitirdiği, ülke ve bu ülkede yaşayan vatandaşlar olarak birimize şu veya bu düzeyde maliyet yükleyen, bedel ödeten, enerjimizi tüketen bir sorundan söz ediyoruz.
Uzunca bir süredir Ankara’da Kürt sorunu konuşulduğunda bir şekilde gözler Diyarbakır’a çevrilir. Kürt sorununa ilişkin raporların çoğu Diyarbakır'da açıklanır, soruna ilişkin kritik mesajlar ve sözler Diyarbakır’da sarf edilir. Hatırlayınız, 1999 yılında ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Başbakan Yardımcısı olarak gittiği Diyarbakır'da "Avrupa Birliği'ne üyeliğimize giden yolun Diyarbakır'dan geçtiğine inanıyorum." Demişti. 2013 yılında Başbakanlık görevi yürüten Erdoğan, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, sanatçı Şıvan Perwer ve İbrahim Tatlıses ile Diyarbakır’da buluşmuş, Kürt- Türk kardeşliğine ve barışa dair ortak mesajlar vermişti.
Bahçeli’nin bu hamlesinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından övgüyle sahiplenilmesi ve yaklaşık dört yıldır görüşme yasağı olduğu için kendisinden haber alınamayan Abdullah Öcalan’la yeniden başlayan görüşme trafiği, Bahçeli’nin bu çıkışının spontane gelişen kişisel bir tutumdan öte, bölgede Suriye Devrimi başta olmak üzere meydana gelen gelişmelere hazırlık olarak devlet katında hazırlanan İç Cepheyi tahkim etme ihtiyacı ve Terörsüz Türkiye amacına matuf olduğu yönünde değerlendirmeler yapıldı. Gerçekten de bu sürece dair nasıl bir yol haritası izleneceği kamuoyuyla paylaşılmadığı için “İç Cepheyi tahkim etme ihtiyacı” halen de zihinlerde en makul gerekçe olarak öne çıkmaktadır.
Süreç bu şekilde ilerledikçe, bir önceki çözüm sürecinde “muhataplık sorunu” yaşayan PKK dışındaki diğer Kürtler, PKK/PYD’nin temsil ettiği zihniyet dünyasından tamamen farklı bir perspektife sahip oldukları gerekçesiyle sorun ve çözüm konusunda farklı beklenti ve taleplerini pratikte de gösterme ihtiyacı hissediyorlardı. Bu da gayet haklı, doğal ve anlaşılır bir durumdur.
11 Ocak tarihinde Diyarbakır’da, İHH İnsani Yardım Vakfı ve İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER) tarafından “Kürt Meselesinin Çözümü ve Barışa Sivil Katkılar Çalıştayı” düzenlendi. Ondan bir ay önce de DİSA’nın benzer bir toplantısı olmuştu. Yine Diyarbakır’da 15-16 Şubat tarihlerinde HÜDA PAR tarafından “Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı” gerçekleştirildi. Aynı tarihte, Hak İnisiyatifi de “3. Kürt Forumu”nu düzenledi. Türkiye’nin farklı illerinden tanınmış birçok yazar, akademisyen, siyasetçi, aktivist ve kanaat önderinin iştirak ettiği bu çalıştaylarda tahmin edileceği gibi; İslami söylemlerin ağırlıklı olduğu, hak, adalet ve kardeşlik temelli vurgular ön plandaydı.
Mehmet Uçum; bu kibirli, zehirli ve tehditkar üslupla o makamda daha ne kadar kalacak?
HÜDA PAR'ın düzenlediği çalıştayın Sonuç Bildirgesinin mürekkebi henüz kurumamışken Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un muhtırayı andıran açıklamasına eşlik eden aşağılayıcı ve tehditkar dili tam bir soğuk duş etkisi yarattı. İşin ilginç tarafı son seçimlerde Cumhur İttifakının yanında duran HÜDA PAR'ın düzenlediği etkinliği “bölünme çözümü çalıştayı”, çalıştaya katılan AK Partili siyasetçileri “AK Parti görünümlü hainler” ve yapılan çalışmayı da sonuç olarak “alçaklık” olarak niteledi. Ne ki; “Türkiye’yi bölme hedefli emperyalist dış Kürt sorunu projesini referans alıp güya insani çözüm çalıştayı yapanlar, açıkça ve arsızca Türkiye’nin bölünmesinden yana olduklarını” ilan etmişlerdi.
Malazgirt, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı ruhuna atıf yaparak bu anlayış temelinde Kürt-Türk kardeşliğinin İslami temelde yeniden tesisi için bir gayret ortaya koyan HÜDA PAR, aynı hedef ve amaç istikametinde gerektiğinde bedel ödemeyi de göze alarak bir politika yapan bölgedeki AK Partili siyasetçiler ve çalıştaya fikir ve söylemleriyle katkı sunan diğer tüm katılımcılar açısından yapılan bu ithamlar yenilir yutulur şeyler değil.
Ortada gerçekten tuhaf bir durum var. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı gibi resmi bir sıfatı olmasa ‘muhafazakar/sol/demokrat kimliklerinin mezcedilmesiyle ortaya çıkan görüşler’ deyip geçebilirdik. Fakat Mehmet Uçum’un resmi sıfatı, yapılan bu zehir zemberek açıklamayı bambaşka bir boyuta taşıyor ve yeni soruları beraberinde getiriyor.
Birincisi, Mehmet Uçum’un bu aşağılayıcı ve tehditkâr üslubu kendi şahsi tasarrufu mu, danışmanlık yaptığı makamın görüşü mü?
İkincisi, bu çıkışın, yakın zamanda ordudan atılan teğmenler sebebiyle başlatılan “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” akımı veya TÜSİAD’ın muhtıra niteliğindeki açıklamasıyla bir ilgisi var mı?
Üçüncüsü, bu dil, üslup ve yaklaşım biçimiyle iç safların tahkimatı nasıl mümkün olacak?
Dördüncüsü, Uçum’un Kürt Sorununa çözüm bağlamında sunulan önerileri “Cumhuriyetle kazanılan milli devleti tartışmaya açmak ve beka sorunu çıkarmak” şeklinde nitelediği anlaşılmaktadır. Sonuç bildirgesindeki maddelere katılmak zorunda değilsiniz ve esasında o maddelerin bazılarına her birimizin şu veya bu düzeyde şerh ve itirazları var. Ancak, yüzyıldır çözülemeyen ve artık bölgesel ve uluslararası bir boyut kazanan Kürt sorununa ilişkin çözüm öneriniz nedir?
Beşincisi, bölgede meydana gelen baş döndürücü gelişmeler de hesaba katıldığında Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin temelini teşkil eden jakoben ve ırkçı bir paradigmayla etkin ve bölgesel bir güç olmanın imkanı var mı?
Görüldüğü gibi, sorulacak pek çok soru var; ancak tekrar yapılan açıklamaya dönersek, nereden baksan tutarsızlık, nereden tutsan elinde kalıyor.
YAZIYA YORUM KAT