1. YAZARLAR

  2. Abdurrahman Dilipak

  3. Bu işler, ah bu işler...
Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Yazarın Tüm Yazıları >

Bu işler, ah bu işler...

27 Eylül 2010 Pazartesi 04:28A+A-

İki bilinmeyenli bir cebir işlemini çözemeyen biri bu derin devlet yapılanmasından bir şey anlamaz..

Kim bilir belki de onun için bizde mantık ve matematik, geometri pek öğretilmez. Bizim lise talebeleri, öğrendikleri geometri ile bilardo bile oynayamaz. Hatta bunların kendilerine niye öğretildiğine bile bir anlam veremezler. Çünkü sistematik şekilde geri zekalılaştırılmışlardır..
Normal bir insan, siyasi bir kişilik de olsa nasıl davranır? Size evliya menkıbesi anlatmayacağım. Ararsak tarihte muhteşem güzel örnekler ya da kötü örnekler bulmak zor değil. Akıl ve vicdan sahibi bir Alman, bir de Polonyalı, çağdaş iki insandan söz edeceğim. “Çağdaş” derken, bir kimlik ya da sıfat olarak kullanmıyorum bu kelimeyi. Siz yaşarken yaşayan iki insan: Leh Valessa ve Johannes Rau..
Rau, Kuzey Ren Westfalya eyalet başbakanı idi.. Ben kendisini o zaman tanıdım. Ufak tefek biri. Sosyal Demokrat. Bir gün durup dururken istifa etti. “Niye istifa ettin” dediler.
“Clement benim yardımcım. Onun önünü açmak istiyorum. Ona Almanya’nın, Avrupa’nın ihtiyacı var.. Ben yaşarken, onun sorumluluk almasını istiyorum ve tecrübelerimle onun kariyerine destek vermek istiyorum” dedi.
Adam istifa etti. Gitti bir danışmanlık şirketi kurdu. Siyasi sıfatlarından arındı ve bilge bir kişi olarak yoluna devam etti. Bu, partisinde yeni bir ambiyans meydana getirdi..
Hani bizde olsa, adam ölene kadar koltuğu bırakmaz. Çınar dibinde ot bitmez. Mum dibine ışık vermez yani..
Bu gelişmelerin ardından Sosyal Demokratlar seçimi kazandılar. Seçimi kazandılar kazanmasında da, Parti Genel Başkanı La Fonten, “Ben Başbakan olmayayım, yardımcım Schröder başbakan olsun” diye tutturdu.
Neymiş, La Fonten daha solda imiş. Kendi gelirse Alman iş adamları, sermaye, borsa bu değişiklikten kaygı duyarmış. Oysa La Fonten daha önce Ticaret ve Sanayi odalarında danışmanlık yapmış, onlarla daha sıkı teması varmış, onları daha iyi anlarmış. Onun için kendisi değil yardımcısı Başbakan olmalı imiş, kendisi de ona yardımcı olmalı imiş. Adam gitti Maliye Bakanı oldu.. Kendi yardımcısını Başbakan yaptı..
Olacak şey mi bu? Sonuçta ilk Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Rau Cumhurbaşkanı oldu..
Bir başka örnek. Leh Valessa. Polonya Solidarty / Dayanışma Hareketi lideri.
Leh Valessa; "Dayanışma" sendikasının başkanı. Sıkıyönetim döneminde gözaltına alındı. 1982 Kasım ayında serbest kaldı. 1983 yılında Nobel Barış Ödülü’nü aldı.. 1988 yılı grevlerinin ardından, hükümetle masaya oturma başarısını elde etti. 22 Aralık 1990 tarihinde Polonya Cumhuriyeti'nin ilk demokrat cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanlığı nişanını, komünizm öncesi hükümetin devamı olarak sürgündeki Polonya hükümetinden aldı. 1995 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini çok küçük bir farkla kaybetti. Siyaseten emekliye ayrıldığını açıklasa da, 1997'de Dayanışma Seçim Hareketi (AWS) adlı yeni bir siyasi parti kurdu. Ama artık partinin yeni lideri Marian Krzaklewski'ydi. 3. kez aday olarak katıldığı 2000'deki devlet başkanlığı seçimlerinde oyların ancak % 1.01'ini alabildi. Bu ağır yenilgiden sonra siyasi kariyerini noktaladığını açıkladı. Siyasetten emekli olduktan sonra, emekliliği dolmadığı için ve mali sıkıntı sebebi ile direnişi başlattığı tersaneye geri döndü.. Bir süre tersanelerde eski arkadaşlarıyla çalıştı ve emekli oldu.. Bizde olsa..
1990 - 1995 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yaptığı ülkede şimdi mütevazı, saygın bir işçi emeklisi olarak hayatını sürdürüyor. Siyasi kariyeri açısından iktidarı muhalefeti yönettiği kadar iyi yönetemedi. Toplumun, işçi kesiminin ortak hoşnutsuzluğunun ortak sesi idi. Ortak hoşnutsuzluk sona erince herkes kendi yoluna gitti.. O da sessizce kendi köşesine çekildi. Çünkü mahkeme kadıya mülk değildir..
Liderleri göklere yükselten bu toplum. Onu göğe çıkartınca, bir daha da indiremiyoruz..
Hani derler ya “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” diye. İşte öyle bir şey..
Bu derin yapılardan kurtulabilmek için önce tek adamlardan, kurtarıcı liderlerden kurtulmamız gerek. Kurtarıcılardan kurtulmadan kurtuluş yok..
Öfke de aşk gibi gözü kör ediyor.
Oysa sözün doğrusunu dinleyecek ve ona tabi olacaktık hani. Hani bir kişiye ya da topluluğa olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecekti?.
Hani bize hayır gibi gelende şer, şer gibi gelende hayır olabilirdi? İstişare ve şura yapacaktık? Din büyüklerini ve siyasi büyükleri İlah ve Rab edinmeyecektik?.
Keşke bizim yaşadığımız güzel örnekleri başkalarına misal verebilseydim ama, yaşanan gerçekler karşısında, başkalarını bizimkilere örnek olarak göstermek zorunda kalmak çok acı.. Sonuçta hikmet mü’minin yitik malı.. Biz sözü dinleyip, işe bakıp, doğrusuna destek vermeliyiz..
Aslında bu konuyu daha önce de yazmıştım, ama bacanak bu konuyu bu günlerde tekrar yazmanın faydalı olacağını söyledi.
Bu aile şirketi gibi parti dönemi bitmeli. Hayat kaydu şartı ile tek adam dönemi bitmeli artık.. “Tek Parti” zihniyeti ile kimse bir yere gidemez. Parti, parçayı ifade eder, parça kendini bütün yerine koyar, ona dini bir dokunulmazlık zırhı giydirir ve mutlaklaştırırsa bu büyük bir felaket olur..
Derin devletten kurtulmak için aşılması gereken ilk eşik derin parti, derin dernekler, derin sendikalardan kurtulmaktır.. Jakoben monarklardan ve tiranlardan kurtulmak için önce bu derin yapıların değirmenine su taşımaktan vazgeçmek gerek..
Evet, birileri birilerinin kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet hesabı yapmamalı, birileri de, toplumun inanç değerlerini kendi ve ailesinin ikbal ve siyasetleri için bir koruma kalkanı ve sıçrama tahtası gibi kullanmamalı..
Siyaset, katılımcı, çoğulcu ve şeffaf bir zeminde yapılır. İnsan hakları ve hukuk devletine ulaşmak, moral değerler üzerinde yükselen bir siyasetle mümkündür... Yoksa sonuç felaket olur.. Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı olur..
Geleceğe doğru yürürken kılavuzumuz Haberal ya da Sav olmamalıydı.. Böyle yapmazsanız doğru kaynaklardan haberalamazsınız ve eleştiriler karşısında kendinizi savunamazsınız..
Aleme binlerce nizamat verirken düştüğümüz hale bakar mısınız?
Selam ve dua ile..

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT