Bu dava burada bitmemeli, Cübbeli’nin yaptığı yanına kâr kalmamalı!
Sansasyonel çıkışı tuhaf şekilde ülkenin tâ İçişleri Bakanlığı’na kadar yankı uyandıran Cübbeli Ahmet, savcılık-emniyet ifadesinde neler anlattığını açıklamış.
İfadesinin yaklaşık 3 saat sürdüğünü ve emniyete 5 dosya sunduğunu belirten Cübbeli Ahmet’in neler söylediği, sansasyonel iddiasının içini nasıl doldurduğu merak ediliyordu.
Savcılık-emniyet ifadesinin detaylarına ilişkin Cübbeli’nin kendi beyanları sabırla okunduğunda “silahlanmış Selefi dernekler”e kayda değer tek bir somut örneğin veril(e)mediği anlaşılıyor.
Açıklık getirmekte zorlandığı noktalarda sorumluluğu başkasına yıkarak “ben nakilciyim” dediği gözlenen Cübbeli’nin “2000 dernek” vurgusunu da “çokluktan kinaye” diye kıvırdığı görülüyor.
İfadede bir diğer dikkat çekici nokta da genellemeci “Selefilik” nitelemesinin “Ebu Haris” isimli bir şahsa ait olduğu ileri sürülen söylemlere ve IŞİD’e indirgenmesi. Yani çoğu kimsenin öngördüğü gibi anlaşılan ortada “silahlandığı” iddia edilen “Selefiler” filan yokmuş; peki, neymiş? Mesele Cübbeli ve temsil ettiği zihniyete ters düşen, düşünce ve yorumlarıyla zat-ı hazretlerini rahatsız eden bazı yorumlarmış! Ve Cübbeli, kadim İslam tarihi boyunca ehl-i kıblenin iç tartışması olarak süre gelen bu durum karşısında fikir masasında yüzleşmek yerine arızi örnekler üzerinden düpedüz iftira boyutuna varan abartılı beyan ve manipülasyonlarla devletten adeta mihne ilan etmesini talep etmiş. Üstelik bu kadim fikri-usuli tartışma ve farklılaşmada rakibi aleyhine mihne talep ettiği devlet de laik bir devlet! Dikkatleri üzerine çekmek için rakiplerine “silahlanma” iftirası atmış ama delil olarak kurşunlar, tüfekler, suç teşkil edecek somut eylemler değil kendince yanlış gördüğü birtakım yorumları ileri sürmüş. Muhataplarını, rakiplerini “Selefi” diye etiketleyen Cübbeli’nin kendisini ise Sünniliğin temsilcisi olarak konumlandırması da ayrı bir garabet konusu. Halbuki Sünnilik olarak kamufle ettiği “Sufi-batıni” geleneğin ne derece Sünnilikten içre olduğu hususu son derece tartışmalı. Ve tabi ki “Selefi” olarak etiketlediği veya Selefiliği kendisine indirgediği çizginin (en azından ismini zikrettiği örnekler bağlamında) kendisi ve temsil ettiği zihniyeti “tekfir” etmesi sorun oluyor ama kendisinin onları tekfir etmesi ve hatta bununla da yetinmeyerek “silahlanmış Selefi dernekler” diye iftira atıp hedef gösterecek noktaya gelmesinin dinen, örfen, ahlaken, hukuken hiçbir şekilde mahsuru olmamakta!
Cübbeli ifadesinde kabaca özetlediği ve IŞİD, Vahhabilik vb. isimler ile etiketlediği yorumları “Selefilik”, yorumun sahiplerini de “Selefiler”e indirgemiş. Ve ifadesini alan personele bunların ne kadar tehlikeli olduğuna dair bol bol vaz u nasihatte bulunmuş. Meğer ortada ne idüğü belirsiz, tam olarak kim/kimler oldukları belli olmayan “silahlanmış Selefiler” yokmuş; (doğru veya yanlış, haklı veya haksız) Cübbeli’yi rahatsız eden yorumlar varmış. Peki, ifade özgürlüğü kapsamında olan yorumun velev ki yanlış da olsa önüne Cübbeli kolluk gücüyle mi geçecek? Düşünce, ifade ve örgütlenme haklarının sınırlarını Cübbeli mi belirleyecek? Cübbeli’ye itibar ederek kamuoyuna açıklamada bulunan bakanlık ve ifadesini aldığı halde ortada delillendirilmiş “silahlanmış Selefi dernekler” bulamayan savcılık-emniyet birimleri Cübbeli’nin yaptığını yanına kâr mı koyacaklar? Cübbeli'ye üstelik de düşman olarak gördüğü bir düşünce ve mensupları konusunda adeta "bilirkişi" muamelesi yapmak doğru mu? Bunun yerine toplumu ve devletin ilgili birimlerini yanıltma suçundan yargılamak gerekmiyor mu? Kamuoyunda belirli bir karşılığı olan ve Cübbeli tarafından yalan ve iftira atılarak hedef gösterilen Selefi düşünceye mensup vatandaşların haklarını kim, hangi yargı erki garanti edecek?
Cübbeli samimiyet, ciddiyet ve tutarlılık sınavını bir kez daha kaybetti. Ancak bu dava burada bitmemeli. Yukarıda özetlenen sorular çerçevesinde samimiyet, ciddiyet ve tutarlılık testi bu sefer meseleye dahil olan İçişleri Bakanlığı ve Cübbeli’nin ifadesini alan birimler için geçerli olmaya devam ediyor. Ortada yorum sınırlarını aşarak hak-hukuk raddesine gelen ve kamuoyuna mal olan bir mesele var. Dolayısıyla hiç kimsenin, meseleye bir şekilde dahil olma ihtiyacı hisseden devletin hiçbir biriminin ortaya çıkan bu içi boş sonuç karşısında hiçbir şey olmamış havasında davranma hakkı olmasa gerektir.
*
Cübbeli Ahmet'in bahse konu ifadesinin detaylarının yer aldığı haber >>>
YAZIYA YORUM KAT