Bu çılgınlığı engellemenin yolu uzaklaşmaktan geçiyor!
Ersin Çelik, sosyal mecralarda her geçen gün daha da sıradanlaşan kötülük eylemlerinden kurtulabilmenin yegane yoluna dikkat çekiyor.
Ersin Çelik / Yeni Şafak
Bir adım geriden kendimize bakalım mı?
Peygamber Efendimiz, “Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin” buyurmuş.
Türkçede en fazla kullanılan deyimlerden biri de şöyledir: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
İnsanın insanla ilişkisi üzerine söylenmiş, ne kadar da doğru uyarı ve tespitler değil mi?
Okuduğumuzda “Evet. Evet.” diyebileceğimiz böyle onlarca örnek verebilirim. Ancak ben tam aksini, bu sözlerden yola çıkarak çağımızın en büyük sorunu olan “insansızlık” bunalımımıza değinmek istiyorum.
Edirnekapı surlarında işlenen cinayetin şoku hâlâ üzerimizde. Daha çok konuşulacak. Öyle görünüyor ki deştikçe deşeceğiz. Yeni bilgiler ortaya çıktıkça da bir süredir toplumu etkisi altına alan vahşet sosyolojisinin taşıyıcıları olacağız. Bu arada devleti, sistemi, adaleti, idarecileri, aileleri, ahlâkî çöküntüyü, ekranlardaki yayınları, internet sitelerini, sosyal medyayı, şunu, bunu, herkesi, her şeyi kıyasıya eleştireceğiz. Çözüm üretilmesini isteyeceğiz. Yetkilileri göreve davet edeceğiz.
Sonra?
Asla dönüp kendimize bakmayacağız! Belki birkaç gün, belki saatler geçmeden başa saracağız. Şiddetin esiri olduğumuz ve zihnimizi üçüncü sayfa haberleriyle beslediğimiz için kötülüğün sonsuzluğuna teslim olduğumuzu bile göremeyeceğiz.
Günlerdir WhatsApp gruplarında dolaşan ve sosyal medyadan önümüze düşen o görüntüleri izlemedim. Daha kimseler paylaşmadan bana gelmişti oysa. Baktım izlenecek gibi değil gönderen kişiden detayları anlatmasını istedim. Daha da ne o videoları açtım ne de çalışma arkadaşlarım dâhil kimselere gönderdim. Üzerine de tek satır yazmadım, paylaşım yapmadım. Kendimi bir nevi koruma moduna aldım. Zaten sokaklarda yürürken kulaklarıma çalınanlar yetti. Nihayetinde dünkü gazetelerde yazılan haberleri okudum. Meselenin özüne değinen bilgiler edindim. Ayrıntılarına girmeyeceğim.
İki kızı vahşice katledip intihar eden Semih Çelik’in babasının ifadesini; tüm ebeveynler, öğretmenler, akademisyenler, sivil toplum kuruluşluları, toplum bilimciler tekrar tekrar okumalı. Tartışmaya dahi gerek yok. O ifadeler, itiraflar her bir anne-babaya ayna. O ifadeler hepimize atılmış belki de son bir uyarı tokadı.
Bakın Instagram’dan tek satır yazmadım, yine de onlarca mesaj gelmiş. “Gençlerin hâli ne olacak, evlatlarımızı nasıl koruyacağız” diye soruyor anne-babalar. Tedirginlik, korku, panik ve ne yapacağını bilememe hâli sirayet etmiş yetişkinlere. Çünkü hepimiz o devasa çukurdayız ve içinde debeleniyoruz. Ne kendimizi görecek halimiz kaldı ne de himayemiz altındaki çocukları kuşatan tehlikeleri fark edebilecek dikkate, duyara sahibiz. Tükenen biziz, biz! Yetişkinler, anneler, babalar, öğretmenler, abiler, ablalar, siyasetçiler, sosyal bilimciler, psikologlar, gazeteciler, din adamları... Aklınıza kim gelirse artık.
Nerede ve nasıl mı tükendik?
Koreli Filozof Chul Han, evrensel iletişim araçları ve aşırı enformasyonun günümüz insanını dirençsiz hale getirdiğini söylüyor. ‘Enfokrasi’ isimli kitabında diyor ki: “İnsanlar enformasyonların esiridir. İletişim kurup enformasyonlar üreterek kendilerini zincirler. Dijital hapishane şeffaftır. (…) Şeffaflığın kendisi şeffaf değildir. Arka yüzü vardır. Şeffaflığın makine dairesi karanlıktır. Algoritmik kara kutunun giderek artan gücün kendimizi bu şekilde teslim ediyoruz.”
Sık sık vurguluyorum, ülkenin toplam sosyal medya kullanıcı sayısı 70 milyona dayandı. Sadece Instagram’da 57 milyon Türk var. Bakın hepimiz oradayız. Takipçilerimiz, takip ettiklerimiz, izlediklerimiz, paylaştıklarımız üç aşağı beş yukarı aynı üstelik. Farkında değiliz, her geçen gün aynılaşıyoruz. Binlerce kişiyi takip ediyoruz lakin herkes, herkesi sayıdan ibaret görüyor. En merak ettiğimiz soru şu; kaç takipçin var?
Bakın insan değil, “takipçi” diyoruz. Diğer yandan da bize göre “öteki” olan, insan olan kim varsa tek tek çıkarıyoruz hayatlarımızdan.
Bu arada, aslında kim olduğumuzu gösterecek dostlarımız da maalesef sosyal medyadalar. Aynı dipsiz kuyudayız ve birbirimizi göremiyoruz. Peki ya çocuklar, gençler; onlar neredeler? Discort, WattPad, Roblox ve türevleri onlarca sanal platformda neler yapıyorlar haberimiz var mı? Yok! Nasıl olsun, babaları, anneleri olarak kendimizden bile haberdar değiliz ki! Lütfen yanlış anlaşılmasın, derdim kimseye akıl vermek değil, bu satırların ilk muhatabı benim.
Artık bir karar vermeli kendimize gelmeliyiz. Kendi kendimizi tıktığımız sanal dünyadan bir adım geri atarak hayatın gerçeklerine tutunmalıyız. Yoksa ne halde olduğumuzu ve ellerimizden kayıp giden çocuklarımızı nasıl göreceğiz? İlk müdahaleyi kendi kendimize yapmalıyız. Sonra oturup tedbirleri konuşabiliriz. Herkesin şikayetçi olduğu fakat en fazla reytingi alan o gündüz kuşağı programlarının kaldırılması için yürüyebiliriz mesela. Ama önce izlemeyelim değil mi? Tartışmayalım, gördüklerimizi yaymayalım... Şu halde ağzında sigarayla, çocuklara sigaranın zararların anlatan öğretmenden bir farkımız olmaz.
Önce bir adım geri... Aktif olduğunuz sosyal medya mecralarını eleyebilirsiniz mesela. Ekran kullanım süreniz üç saatse bir saate düşürerek başlayabilirsiniz. (Türkiye ortalaması 4 saat.)
Twitter’ı altı aydır kapatan bir gazeteci ve Instagram paylaşımlarını yüzde 60 azaltmanın tecrübesiyle yazıyorum. Bu sürede altı ay önce göremediklerimle çok net yüzleştim. Gördüğüm herkese söylüyorum. Çevremde Twitter’ı kapatan beş kişi var. Çok memnunlar. Şimdi sizlere de “Bulunduğunuz mecralardan bir adım geri atın” diyorum. Göreceksiniz hayata, kendinize ve çocuklarınıza bakışınız değişecek. Peki tek çözüm bu mu? Değil tabii ki. Önce durum ve hasar tespiti yapmalıyız. Bunun için de herkesin kendisiyle yüzleşmesi gerekiyor. Sahi siz harekete geçmezseniz yetkilileri kim harekete geçirebilir ki? Siz çocuklarınızı sanal dünyadan çekip almazsanız, onlara o eli kim uzatır ki?
HABERE YORUM KAT