1. YAZARLAR

  2. Serdar Demirel

  3. Bruney’de ‘İslâm ve Dünya Barışı’ konferansı
Serdar Demirel

Serdar Demirel

Yazarın Tüm Yazıları >

Bruney’de ‘İslâm ve Dünya Barışı’ konferansı

03 Mart 2010 Çarşamba 02:27A+A-

Geçen yazıda, Bruney Darusselam’daki Sultan Şerif Ali İslâm Üniversitesi (UNISSA) tarafından “İslâm ve Dünya Barışı” konulu konferansta bir tebliğ sunmak üzere dâvet edildiğimi yazmış, konferansla ilgili gözlemlerimi bugün ele alacağımı belirtmiştim.

Doğrusunu isterseniz o konferansta Arapça, İngilizce ve Malayca olarak sunulan tebliğlerin konu başlıkları bile, bu köşenin sınırlarını aşar. Bu yüzden de öne çıkan bazı konulara değinmekle yetineceğim sadece.
Dünyanın birçok bölgesinden gelen akademisyenler, dünya barışını tehdit eden çatışmaların nedenlerini ve çözüm yollarını aradılar, sonrasında da müzakere yoluyla ortak bir bildiri üzerinde ittifak ettiler.
Yapılan analizlerin ortak noktasını, milletler arasında askerî ve psikolojik çatışmalara yol açan en önemli nedenin ihtilaf konularının güç yoluyla çözülmeye çalışılması tesbiti oluşturdu. Güçlü olan, çatışmaya, dinî ve ideolojik gerekçeler öne sürerek gitmektedir. Doğal zenginlik kaynaklarının olduğu bölgelerin aynı zamanda çatışma bölgeleri olması bu analizi desteklemektedir.
Çoğunluğun ittifak ettiği bu analiz önemlidir, zira dünya barışını tehdit eden sorunların nedenlerini objektif olarak ele almadan bir çözüm paketi önerisi sunmak, pek de mümkün değildir.
Katılımcılar, dünya halklarının bir bölümünün huzur ve müreffeh içinde hayatını devam ettirirken, kahir ekseriyetin ise sefalet içinde yaşamasının kalıcı bir barışı getirmeyeceğinin altını özenle çizdiler.
Müreffeh içinde yaşayan Batı toplumlarının ekonomik zenginliklerinin önemli bir nedenini sömürü oluşturur. Bu durum devam ettiği sürece dünya barışının gerçekleştirilemeyeceği açıktır. Irak işgali bunun en bariz canlı örneğini teşkil eder.
Dünya halklarının huzuru için dünya kaynaklarının âdil paylaşımını sağlayacak bölgesel ve küresel âdil bir nizamın olmaması, çatışmayı körüklemektedir. İnsan hakları, millî irade, hukukun üstünlüğü gibi temel prensiplerin hayata geçirilmesi hususunda sergilenen çifte standart da barışa bir engel.
Müslüman dünyadaki diktatörlerin önemli bölümünün Batı dünyasının müttefiki olduğu hatırlanırsa, yukarıdaki prensiplerin şampiyonluğunu yapan güçlerin, dünya barışı için önemli olan bu prensiplerde samimi olmadığı kolayca görülür.
Katılımcıların öne çıkardığı bir diğer husus da; hakiki bir dünya barışı gerçekleştirmek için öncelikle kendi iç barışını gerçekleştirmiş birey ve toplumlara ihtiyaç olduğu ve bu toplumların iradesinin yansıyacağı devlet politikalarının barış getireceği hususuydu. İnsanın kalbinde barış yoksa, hayatında da barış olmayacaktır.
Biz de; İslâm’ın inşa ettiği dil, kültür ve tasavvurun evrensel barışa katkısı üzerinde durduk.
Asırlardır kader birliği etmiş farklı ırkların ortak hâfızasının, kurulan ulus devletler tarafından nasıl zayıflatıldığını, bunun da onların siyasi tercihlerini nasıl şekillendirdiğini ve bu tehlikeli gidişe dur demenin yolunun, İslâm’ın dâvet ettiği ortak hâfızayı yeniden kurmaktan geçtiği inancımızı hem teorik hem de zengin tarih tecrübesi perspektifinden ele aldık.
Dünya nüfusunun 1.5 milyarını Müslümanlar oluşturuyor. Müslümanlar huzurlu ve mutlu olmadıkça, dünyanın da huzurlu ve mutlu olması mümkün değildir. Bunun için de, Müslümanlar, öncelikle kendi iç sorunlarını çözmeli, hegemonik güçlere karşı ortak bir irade sergilemelidir. İslâm’ın inşa ettiği dil, kültür ve tasavvur olmadan bunu gerçekleştirmek ise mümkün gözükmemektedir.
Bazı katılımcıların açıkça söylemeseler de dünya barışını sanki Müslümanlar tehdit ediyormuş gibi özür dileyici (apologetical) bir dil kullanmaları, meselâ İslâm’ın yanlış anlaşıldığını, İslâm’ın ne kadar barışçı bir din olduğunu ama Müslümanların bunu anlamadıklarını ve anlatamadıklarını söyleyip durmaları, kendi adıma söyleceyecek olursam rahatsız ediciydi.
Bunları dinlerken Batı siyasetinin ve buna paralel geliştirilmiş operasyonel medya dilinin ne kadar başarılı olduğunu hayıflanarak gördüm. Sanki Müslümanlar Batı ülkelerini işgal edip talan ediyorlarmış psikolojisiyle ötekine karşı savunmacı, Müslümanlara karşı suçlayıcı bir dile tanıklık etmek esef vericiydi.
Son olarak şunu itiraf etmek lâzım; ortaya konan çözümlerin zayıf noktası, sunulan çözüm önerilerinin sorunun kaynağını teşkil eden hegemonik güçlerin umrunda olmaması ve Müslüman dünyada bu hegemonik güçleri durduracak ortak siyasi bir iradenin ufukta gözükmemesi realitesidir.

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT