Böyle Yürümemiştik Biz Bu Yollarda
Türkiye, hiç bir döneminde tarihiyle bu kadar yüzleşme yaşamamıştı. Özellikle son on yıllık süreçte ve belki de görülmemiş bir hızla karanlıkta kalanları, unutulanları gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor.
Bir çabanın olduğu aşikar.
Yirmi yıl önce, dilimize dahi alamadığımız, kısık sesle fısıldayarak telaffuz ettiğimiz kelimeleri dillendirmeye, meseleleri konuşmaya başlamış olmamız hiç şüphesiz bunun kanıtı.
Meseleleri enine boyuna tartışmaya başlamamız da bunu göstergesi. Kah 1915 Ermeni Olayları'nı konuşurken bulduk kendimizi, kah Kürt meselesini dillendirmenin ötesinde haklar tanınması mücadelesinde dik duruşlar sergiler bulduk kendimizi.
'Birşeyler mi oluyor?' dedirttiniz bizlere.
Kürtler ve Türkler için karanlık günler geride mi kalacaktı?
Hala bir umut varmıydı?
İlk defa devlet adına, hükümet yetkilileri özürlerin beyanından sonra 'sizin ne çektiğinizi biliyoruz' meyanında bir şeyler fısıldıyordu kulaklarına Kürtlerin.
Ciddiye de alındı. Karşılığını da buldu, bu ciddiye alınma.
O güne kadar cesaret edilmeyen bir çok şeye imza atıldı. Büyük siyasi risklere rağmen hem de.
Bir ara, bir türlü açamadığımız, adını bir türlü doğru/dürüst koyamadığımız açılımlarımızdan sözedildi.
Abdullah Öcalan'la görüşmelerin yapıldığından tutun da, Kürtçe televizyon kanalının açılmasına kadar bir çok şeyi işitir ve görür olduk.
Hayli meşakkatli bir yolda ilerlerken birden Habur sınır kapısındaki vaka ile herşey ters yüz oldu. Celallenmeler de tam o zaman başladı işte.
Oysa ki 'beraber bu yollarda böyle yürünmemişti'. Korkulan başa mı geliyordu?
Kürtlerin görmeye alışık olduğu 'milliyetçilik' damarı yeniden mi hortlayacaktı?
Bölge halkı her ziyarette yeni vaatlerle tanışıyordu. Daha düne kadar yürekleri okşayan sözlerin sarfedildiği meydanlar yerini ekonomik vaatlerin aldığı sözlere ne kadar da çabuk bırakıyordu.
Alınan canların yerine tazminatlar ödeniyordu gururla.
İşi maddiyata kim bu kadar bağlamıştı?
Kürtlerin tek derdinin para olduğuna kim inandırmıştı?
Kimler işi ekonomik boyuta dökmüştü böyle?
Artık Kürtler realiteyi aşmış, 'sorun' olmuşlardı. Adını bundan sonra 'Kürt sorunu' olarak belleyecektik. Bu da yetersiz kalacak 'PKK sorunu' olacaktı. Sorun her ne ise ortadan kaldırılmalıydı.
Sorunun 'tek taraflı' oluşuna inanmak başından meseleyi anlamamak demekti oysa.
Ortalıkta, bazen tozu dumana katarak yol alınmaya çalışıldı.
Son hamleler yine bir kıvılcımın işareti mi? Açılamayan paketler mi açılacak, bilemiyoruz.
Uygun görülen ortamların bir türlü oluşturulamadığı, sabır ve talammüllerin zorlandığı bir süreci takip ediyoruz hep beraber. Tam da tökezlemenin yaşandığı, 'elinden birileri tutsa' denilen ortamda, ana muhalefetin ve iktidarın beraber bir yol katetmeye çalışmaları önemli görünüyor.
Yıllarca sırtımızda kambur yaptığımız nice meseleleri gündeme almaya devam edebileceğimize, çözümsüzlüğün değil çözümün olabileceğine inanmak istiyoruz hala.
Yoksulların evine girdiniz, bağdaş kurup sofralarına oturdunuz, genci yaşlısı her kesimin duasını aldınız...
Aldınız da bizleri şamar oğlanına çevirdiniz!
Kendinizden o kadar emindiniz ki, duyularınızı bizlere kapattınız. Bizleri duymaz oldunuz.
Gerçekler sadece sizin bildikleriniz, doğrular sadece sizinkilerdi. Merkezde kendinizi gördünüz, herşey sizin etrafınızda dönüyordu işte. Siz artık 'Ankaralılaşanlardan' mı olmuştunuz yoksa?
Üslubunuz ve söylemleriniz vicdanlarda kapanması zor yaralar açıyor artık.
İçinden çıktığınız halk, 'sine-i millete' dönüşünüzü bekler.
Kürtler açısından ise tek temennimiz 'celladına aşık' olmaya benzemesindi bu süreç...
YAZIYA YORUM KAT