Böyle anayasacılar olursa…
Genel Kurmay çerçevesinde hazırlandığı iddia edilen "irticayı önleme veya AKP'yi ve Gülen cemaatini bitirme planı" çeşitli yönlerden tartışılıyor. Gazetelerde, internette, tv. kanallarında yüzlerce yorum ve değerlendirme var. Bütün bunların olması normal, ancak normal olmayan, insana tiksinti veren kısmı, bazı anayasa profesörlerinin bilim ve hukuk adına (ister doğru olsun, ister düzmece) böyle bir teşebbüsü kınayacak yerde ipe un sermeleri, konuyu başka yönlere çekmeleri, "kim sızdırmış, belge ele geçirilirken usule uygun davranılmış mı" gibi sorular sormaları, hatta bu soruları ön plana çıkararak yapılan işin vahametini gölgelemeye çalışmalarıdır.
Hele bir tanesi var ki, ülkenin geleceği ve selameti bakımından zihniyeti oldukça ürkütücü. Bakın ne diyor: "Eğer böyle bir belge varsa ve bu belgede Akparti'nin bitirilmesi planı yapılmış ise bu kabul edilemez, ama irticanın bitirilmesi planı yapılmış ise ordu da bu planı yapabilir!"
Düşünün, bunu bir anayasa profesörü söylüyor, dolayısıyla ordunun kendi işine bakması yerine, anayasaya ve hukuka göre devletin başka organlarının ve sivil toplumun yapacağı bir işe soyunmasının, sonunun nereye varacağı kestirlemeyecek olan maceralara girişmesinin meşru olduğuna fetva veriyor. Ona göre mesela genel kurmay bir birim kuracak, bu birim kendine göre bir irtica tanımı yapacak, sonra mürteci şahısları, kurum ve kuruluşları mimleyecek, sonra da bunları –gerekirse hukuki ve ahlaki olmayan tertiplere de başvurarak- ortadan kaldırmaya çalışacak…
Peki bir hukuk devletinde haklar, ödevler, görevler ve yetkiler başta anayasa olmak üzere kanunlarda (mevzûatta) belirlenmiş değil midir? Orduya böyle bir görevi hangi anayasa maddesi veya kanun vermiş?
Bizim bildiğimiz şudur:
Meclis, hükumet, milli güvenlik kurulu, savcılar sağlam delillere dayalı olan, mahiyeti hukuk tarafından belirlenmiş ve suç sayılmış bir irticaî faaliyet tespit ederlerse yine hukukta belirlenmiş usule göre takibata geçerler, eğer suçlanan şahıslar hukuka ve yargıya direnirlerse bunların talebi üzerine güvenlik güçleri harekete geçer ve gerekirse jandarmanın ve diğer askeri sınıfların vazifeleri –hukuk devletinde- işte bu noktada başlar.
Sivil toplum kuruluşları da kendilerine göre zararlı gördükleri cereyan ve eylemelere karşı –hukuka aykırı olmayan- önleme planları yapabilirler. Ama bu noktada önemli olan yine mesela irticanın hukukta tanımlanmış ve gerçekte bu tanıma göre sabit olmasıdır. Eğer bir stk. kendine göre bir irtica tanımı yapar ve bunu engellemeyi planlarsa, onun mürteci dediği şahıs ve kuruluşlar da karşı tarafı –mesela dinsizliği, dini bakımdan ahlaksızlığı- ülkeye zararlı bulur, yine hukukun izin verdiği ölçülerde onunla mücadele planı yapabilirler.
Demokrasi, düşünce özgürlüğü, düşüncesini açıklama hürriyeti iyidir, ama her ağzı olanın konuştuğu bir ülkede –konuşan kim olursa olsun, unvana ve rütbeye bakılmadan- dinleyenlerin akıllarını kullanmaları şart olmaktadır.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT