
Bombalar Suriye'ye, mesaj Türkiye'ye
İşgalci İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarını değerlendiren Muhammet Yorgancıoğlu, bombaların Suriye’ye mesajın ise Türkiye’ye olduğunu söyledi.
Bombalar Suriye'ye, mesaj Türkiye'ye
Muhammet Yorgancıoğlu
İsrail'in işgal tarihine baktığımızda, onu bu kadar uzun süre ayakta tutan dört temel unsur göze çarpıyor:
1. Müslümanların parçalanmış ve dağınık hali,
2. ABD ve Batı'nın maddi, diplomatik ve askeri desteği,
3. Askeri gücünün yanı sıra yürüttüğü psikolojik savaş ve algı operasyonlarıyla oluşturduğu caydırıcılık,
4. Küresel güçlerin bölgede dizayn ettiği, İsrail'in güvenliğini merkeze alan statüko.
Yıllar boyunca İsrail'in güvenliği, çevresindeki Arap rejimlerinin pasifliği ve işbirlikçiliğiyle sağlandı. Ürdün, Mısır, Lübnan ve Suriye (Baas rejimi döneminde), İsrail için adeta bir tampon bölge işlevi gördü. Arap halkları arasında İsrail'e yönelik gelişebilecek her türlü kalkışma, bu statükonun bekçileri tarafından bastırıldı.
Bu denklemde İran'ın rolü de oldukça kritikti. Sözde "direniş ekseni" söylemiyle Şii yayılmacılığı yapan İran, ABD’nin Körfez ülkelerini kendisiyle korkutarak bölgedeki statükoya entegrasyonunda önemli bir figüran işlevi gördü. Böylece 250 milyona yakın Arap nüfusu içinde İsrail'in sınır güvenliği garanti altına alındı.
İsrail'in güvenliğini garanti altına almak için bölgede oluşturulan statüko, 2011 yılında başlayan Arap Baharı'yla birlikte bozuldu. Özellikle Mısır'da Mübarek'in devrilip Mursi'nin başa gelmesi, İsrail için büyük bir şoktu. Çünkü Mısır, İsrail’in en önemli tampon bölgesiydi.
Mursi döneminde Mısır'ın bağımsız politikalar izleme potansiyeli, küresel güçler ve İsrail'i endişelendirdi. Sonunda, İsrail'in de desteğiyle düzenlenen bir darbeyle Muhammed Mursi devrildi ve Abdülfettah es-Sisi yönetimiyle Mısır, yeniden İsrail'in güvenlik çemberine dahil edildi.
Bu sürecin ardından İsrail ve müttefikleri, Arap Baharı'nın etkilerini geri çevirmek ve statükoyu yeniden kurmak için farklı senaryolar uygulamaya başladı. Bu senaryoların en tehlikelisi de Suriye'yi küçük parçalara ayırma planıydı. Özellikle Fırat havzası hedef alınmış, güneyde Dürzilere, doğuda ise PKK/YPG'ye sözde devletçikler planlanmıştı. Amaç, Davud koridoru ile hem Büyük İsrail’in temellerini atmak hem de İsrail'e tehdit oluşturabilecek birleşik bir Suriye'yi sonsuza kadar engellemekti.
8 Aralık 2024'te Beşşar Esed'in devrilmesi, İsrail'in bölgedeki stratejisini alt üst etti. 60 yıldır İsrail için bir tehdit oluşturmayan Suriye, bir anda risk unsuru hâline geldi. İsrail, bu değişime şiddetle tepki verdi:
İsrail'in Beşar Esed'in devrilmesine tepkisi, İşgal ordusunun Esed'in kaçışını takip eden 10 gün içinde Suriye genelinde 600'den fazla hava saldırısı düzenlemesiyle hemen anlaşıldı. Uçaklar ülke genelindeki neredeyse tüm askeri üs ve karakolları vururken, İsrail birlikleri Suriye topraklarına girerek 1974'te iki ülke arasında imzalanan ayrışma anlaşmasıyla belirlenen tampon bölgenin tamamını işgal etti ve bu uzun soluklu anlaşmayı fiilen ortadan kaldırdı.
İsrail'in Suriye'ye yönelik iki temel stratejisi:
1. Suriye'yi etnik unsurlar üzerinden parçalama:
İsrail, uzun yıllar boyunca Suriye'yi etnik ve mezhepsel fay hatları üzerinden bölme stratejisini izledi. Bunun son halkası Dürziler üzerinden bu stratejiyi hayata geçirme çabasıydı.
Ancak Suriye'nin geçici hükümeti, Aralık 2024'te iktidarı devralmasından itibaren izlediği kapsamlı uzlaşma politikasıyla, hem Suriye'nin farklı toplumsal kesimleri hem de bölge ülkeleri ve uluslararası toplumla sorunsuz ilişkiler geliştirmeyi başardı. Merkezi yönetimin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Dürzi toplumuyla gerçekleştirdiği başarılı diplomatik girişimler, İsrail'in etnik temelli bölme planlarını etkisiz hale getirdi. Bu gelişmeler karşısında İsrail, söz konusu stratejisini tamamen rafa kaldırmamakla birlikte, daha elverişli koşulların oluşmasını beklemek üzere geçici olarak askıya alarak alternatif planlarını devreye soktu.
2. Suriye'yi Lübnanlaştırma Stratejisi
İsrail, 1980'lerden bu yana izlediği sistematik politikalarla Lübnan'ı zayıf bir güvenlik aktörüne dönüştürdüğü gibi, şimdi de aynı stratejiyi Suriye'ye karşı uyguluyor. Lübnan ordusunu hava ve deniz gücünden yoksun bırakarak Hizbullah'tan bile daha zayıf bir yapıya indirgeyen İsrail, benzer bir planı Suriye için de devreye sokmaya çalışıyor. Suriye yönetimi ise her fırsatta, isim vermeden, ülkenin "Lübnanlaşmasına" izin vermeyeceklerini vurguluyor. Bu yalnızca yönetimsel bir duruş değil, aynı zamanda askeri kapasitenin korunmasına yönelik açık bir kararlılığı da ifade ediyor.
İsrail'in son dönemdeki hamleleri, klasik savunma reflekslerini aşan saldırgan bir karakter kazandı. Suriye’nin radar sistemlerine ve hava üslerine yönelik vur-kaç eylemleri, artık sadece caydırmayı değil, Suriye'nin askeri kapasitesini sistematik şekilde yok etmeyi amaçlıyor.
Ortadoğu analistleri, İsrail'in "kontrollü caydırıcılık" dönemini geride bıraktığı konusunda hemfikir. Yeni strateji, doğrudan askeri altyapıyı hedef alan ve kalıcı hasar vermeyi amaçlayan bir savaş konseptine evriliyor.
Türkiye faktörü ve İsrail'in panik butonu
Türkiye-Suriye yakınlaşması, İsrail'in yeni endişesi haline geldi. İsrail, iki ülke arasındaki diplomatik ve askeri iş birliğini kendi stratejik çıkarlarına yönelik ciddi bir tehdit olarak değerlendiriyor
İsrail basınında yer alan haberlere göre, Türkiye, Suriye’nin merkezinde askeri üsler kurarak uzun vadeli bir varlık oluşturmayı hedefliyor. Haaretz gazetesine konuşan üst düzey bir İsrailli yetkili, “Türkiye’nin amacı, İsrail’in Suriye’deki faaliyetlerini sınırlamak. Karşı karşıya gelmek istemiyoruz, ancak pozisyonlarımızdan da taviz vermeyeceğiz.” ifadelerini kullandı.
İsrail Devlet Televizyonu Kan’a göre, İsrail’in, Suriye’ye yönelik son hava saldırılarının temel amacı, Türkiye’nin Hama, Humus ve Tedmur bölgelerinde üs kurarak İHA (İnsansız Hava Aracı) ve hava savunma sistemleri konuşlandırmasını engellemekti.
Ocak ayının sonlarından itibaren Türkiye, Suriye hava sahasında kontrol sağlamak amacıyla, Suriye’nin orta kesimindeki iki hava üssüne (Şayrat ve T-4) savaş uçakları ve hava savunma sistemleri konuşlandırılmasını da içeren kapsamlı bir askeri teklif sundu. Bu teklif, İsrail tarafından, kendisinin bölgedeki hareket serbestisine doğrudan bir meydan okuma olarak algılandı. Şam’daki geçici hükümetten isminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir yetkiliye göre, İsrail’in son dönemde artırdığı saldırılar göz önüne alındığında, böyle bir savunma anlaşmasının imzalanmasının an meselesi olduğu anlaşılıyor.
Son söz
İsrail'in, Suriye’yi devrik rejim döneminde olduğu gibi kendisi için bir güvenlik riski oluşturmayan ve ulusal güvenlik çemberi içinde bir "tampon bölge" olarak konumlandırma hayali, Türkiye-Suriye ittifakıyla ortadan kalkmış durumda.
ABD, Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin ardından, İran üzerinden bölgeyi dizayn etme stratejisini değiştirmek zorunda kaldı. Baas rejiminin yıkılması İran'ın bölgesel nüfuzuna önemli bir darbe indirdi. İran'ın Şii yayılmacılığı ile kendisine çizilen alanı ihlal etmesi ve İsrail'e yönelik balistik füze saldırıları zaten suyunu ısıtmıştı. Ortaya çıkan bu durum sonrası Washington, bölgedeki Truva atını değiştirdi. Küresel statükonun bölgedeki yeni figüranı olarak ise Suudi Arabistan öne çıkıyor.
Trump’ın İran’a yönelik tehditlerini de bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Nitekim Trump’ın ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan’a gerçekleştirmesi bekleniyor ve bu ziyarette Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara ile de bir araya geleceği öngörülüyor.
Bölgede yeni güç dengeleri şekillenirken, ABD'nin araya girerek gerilimi düşürmesi olası senaryolar arasında yer alıyor. Trump yönetimi, Suriye hükümetiyle ilgili bazı endişeler taşısa da, Şara yönetiminin bölgesel istikrar için önemli bir fırsat sunduğunun farkında.
Öte yandan, Katar gazının Suudi Arabistan, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınabilmesi için bölgesel istikrar kritik bir ön koşul olarak öne çıkıyor. Bu gereklilik yalnızca Suriye ile sınırlı değil; Gazze’de yeniden alevlenen savaşın da sona ermesi gerekiyor.
Bu fırsatın değerlendirilmesi ve istikrarın sağlanabilmesi için Trump yönetiminin, İsrail ile olan yakın ilişkisini ve nüfuzunu kullanarak gerilimi azaltma yönünde baskı yapması bekleniyor. Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinde, Ortadoğu’daki çatışmaları sona erdirmeye yönelik bir proje sunacağı öngörülüyor.
İsrail ise bu süreçte son dönemde kaybettiği caydırıcılığını yeniden kazanmak amacıyla ve müzakere masasına da daha güçlü bir pozisyonda oturabilmek için son dakika hamlelerini sürdürüyor.
Trump'ın Ortadoğu ziyareti önümüzdeki ay planlanıyor. Ancak bu ziyaret gerçekleşene kadar, Netanyahu’nun herhangi bir engelle karşılaşmadan hem Suriye’ye hem de Gazze’ye yönelik saldırılarını artırarak sürdürmesi muhtemel görünüyor
HABERE YORUM KAT