Bombalama emrini kim verdi?
28 Aralık 2011 gecesi Şırnak'ın Uludere ilçesinde Kuzey Irak'tan Türkiye'ye geçmek üzere olan 34 genç köylü Hava Kuvvetleri'ne ait savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürüldü.
Türkiye olayı önce dış basından öğrendi. Hükümet sözcüleri açıklamalarında bunun bir "operasyon kazası" olduğunu söylediler; Kürt köylüler, PKK militanları olduğuna dair yanlış istihbarat üzerine vurulmuştu.
"Operasyon kazası"nın nasıl meydana geldiğine dair ayrıntılar yavaş yavaş ortaya çıktı. Vurulanlar, resmi makamların bilgisi dahilinde, iki ülke arasında kaçakçılık yapıyorlardı. PKK ile mücadelede güvenlik kuvvetleri ile birlikte çalışan korucu aşiretine mensuptular. İnsansız hava aracı görüntüleri, sivil olduklarına dair tereddüt bırakmıyordu. Bombalar yağmaya başladığında kaçmamış, yanlışın düzeltileceği beklentisiyle oldukları yerde kalmışlardı.
Normal bir ülkede, hele "kazayla" öldürülenler kendilerine haksızlık ve ayrımcılık yapıldığına dair düşünce ve duyguların yayıldığı bir etnik gruba mensup kişilerse, vicdan sahibi bir yönetimin öldürülenlerin ailelerinden özür dilemesi gerekirdi. Özür dilenmedi; tazminat önerildi. Aileler, "tazminat istemiyoruz, suçluları bulun ve cezalandırın," onu istiyoruz, dediler.
Başbakan, olaydan üç hafta sonra, "Ne Uludere'deki 34 vatandaşımızın, ne de İstanbul'daki Türk vatandaşı Hrant Dink'in davası, kimsenin endişesi olmasın, Ankara'nın karanlık dehlizlerinde kaybolmaz, kaybolamaz. Türkiye eski Türkiye değil. Kimsenin yaptığı kimsenin yanına kalmaz..." dedi. Bombalamanın kimin verdiği istihbarata dayanılarak, hangi makam tarafından verilen emirle gerçekleştiğini bulmak hiç de güç olmamasına rağmen, aradan geçen yüz günü aşkın süreye rağmen, sorular cevaplanmış değil. Süre uzadıkça Uludereli 34 köylünün davasının "Ankara'nın karanlık dehlizlerinde kaybolacağı" olasılığı, olayın üzerinin örtüleceği kaygısı giderek büyüyor.
Genelkurmay Başkanlığı'nın Savunma Bakanlığı aracılığıyla ilettiği rapor, 5 Nisan günü TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nun Uludere olayını soruşturan Alt Komisyonu'na ulaştı. Komisyon Başkanı raporda operasyonun "milli kaynaklardan edinilen istihbarata" dayanılarak ve "sınır dışı kurallarına uygun olarak" yapıldığının; "savcılığın yürüttüğü soruşturmanın gizliliği nedeniyle bazı belgelerin paylaşılamayacağının" belirtildiğini; tatmin olmadığını açıkladı. Adli soruşturmayı yürüten Diyarbakır özel yetkili savcılığı da, "Genelkurmay'dan istediğimiz bütün bilgi ve belgeleri aldık. TBMM komisyonu bunları Genelkurmay'dan değil bizden istemeliydi. Dosyada gizlilik kararı olduğu için, bizim bilgimiz dışında kimse bilgi ve belge veremez" şeklinde açıklama yaptı.
Bugün gelinen noktada şu en yalın hatırlatmaları yapmakta yarar var: Uludere faciasının hangi "milli istihbarat kaynağı"nın hangi sorumluları tarafından sağlandığının ortaya çıkması, o "milli kaynak"ın saygınlığı açısından şarttır. Bu "istihbarat"a dayanılarak hangi makam bombalama emrini verdiyse, o makamın ortaya çıkması, onun saygınlığı açısından vazgeçilmezdir. Eğer Türkiye biraz da olsa bir demokrasi olmak, biraz da olsa "itibarlı" bir ülke olmak iddiasındaysa, Uludere davası hiçbir mülahaza ile Ankara'nın karanlık dehlizlerinde kaybettirilemez.
Uludere'de hayatını kaybedenlerin aileleri geçen salı günü TBMM'deki bütün parti gruplarını ve İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nu ziyaret ettiler ve bu olayın TBMM tarafından aydınlatılacağına duydukları güveni dile getirdiler. Bu güven, asla sarsılmamalı. Söz konusu ziyaret sırasında BDP eşbaşkanı Gültan Kışanak şunları söylemiş: "Aslında bu ülkede savaş uçaklarına kimin emir vereceği açık ve net. Savaş uçaklarına kimin emir vereceği belli değilse, bir gün o savaş uçakları gelip Meclis'i de bombalayabilir." Haksız mı?
Uludere'de bombalama emrini, kimin sağladığı istihbarata göre, kim verdi? Bu sorunun cevabının bir an önce ortaya çıkması için Türkiye sesini vargücüyle yükseltmeli.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT