Bölgesel ölçekte dengeler değişirken
Etrafımızda sular durulmak bir tarafa geçen her vakit siyasi, askeri ve ekonomik hesaplar ciddi ciddi değişiyor, hesaplaşmalar giderek sertleşiyor. Mesela İsrail son üç yıl içerisinde beşinci kez seçime gitmeye mecbur kalıyor. Lakin Başbakanı Naftali Bennet ile İsrail’de koalisyon hükümetinin iki asli unsurundan biri olan Dışişleri Bakanı Yair Lapid seçime gitmeye mecbur kaldıkları bir vasatta gerçekleştirdiği İstanbul ziyaretinde son derece “romantik ve ümitvar” ifadeler içeren mesajlar veriyordu.
Biri Filistin’de, Diğeri Suriye’de İşgalci
Türkiye’de diplomasi, ticaret veya turistik maksatlarla bulunan İsrail vatandaşlarına İran istihbaratıyla bağlantılı gruplar tarafından suikastlar yapılacağına dair haberler son haftalarda gündemi epeyce meşgul ediyordu. Bu haberlerin gerçek mi yoksa Türkiye-İran ilişkilerini germeye matuf dezenformasyon faaliyetleri mi olduğu meselesi kamuoyunun kafasını meşgul ediyordu. Fakat İstanbul’da yapılan bazı operasyonlarda İran hesabına suikast hazırlıkları yapan ekiplerin gözaltına alındığı yönünde bilgiler de paylaşılınca farklı bir iklim oluşmaya başladı. Ülkeden kaçan muhalif isimlere yönelik kaçırma, işkenceli sorgu ve suikast geleneği birçok defa cürmü meşhud yapılmış olmasına rağmen İran istihbaratı hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyordu. Üstelik İran bütün bu kirli-kanlı planları için Türkiye’de kendisine bağ(ım)lı klasik müzahir çevreleri aşıp asker, polis, savcı vs. son derece geniş bir portföyle çalışma imkânlarını geliştirmeyi de becermişti. Irak ve Suriye’deki kadar değilse de Şii-Farisi hegemonyasını genişletmek namına Türkiye’de de gayrı nizami harp unsurlarını devrede tutuyordu İran.
İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid’in Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’yla görüşmesi akabinde düzenlenen ortak basın toplantısında “güzel İstanbul’a, memleketinizin güzel kumsallarına hayranım” türü sığ ve çirkin popülizmi temsil eden cümlelerinin herhangi bir önemi yok elbette. Lakin Türkiye ve İsrail arsındaki diplomatik temsil düzeyini büyükelçilik düzeyine çıkarmak ve İstanbul-Kudüs arasında direkt uçuşlar başlatma yönünde “müjdeler” verilirken ne Kudüs’ün işgal, ilhak ve yasadışı bir biçimde başkent edilmesine itiraz sesi yükseliyor ne de Siyonist rejimin Filistin topraklarının hemen her köşesinde işlediği sistematik cinayetler, gasp ve yıkımların nasıl engelleneceğine ilişkin ima yoluyla olsun bir atıf yapılıyor. Oysa Siyonist İsrail’ Filistin’deki “güzel kumsalları” nasıl kana buladığını unutmak, sadece Gazze’yi değil adeta bütünüyle Doğu Akdeniz’i nasıl ablukaya aldığını gündemden düşürmek üzere geliştirilen Türkiye-İsrail ilişkilerinden hiç kimseye bir hayır gelmeyecektir. Türkiye’nin ekonomik açıdan zor bir süreç yaşadığı doğru fakat İsrail’in mevcut krizlerini görmezden gelen, kendi içinde yaşadığı gerilim ve çatışmaları yönetme kabiliyetini giderek kaybettiğini hesaplayamayan, Filistin direnişinin halen dinamik ve sarsıcı mahiyetini geliştirmeye yönelik planları masada ve sahada tutmadan bütün diplomatik, siyasi ve askeri anlaşmalar Türkiye’nin aleyhine dönecektir.
Suudi Arabistan Veliahd Prensi Muhammed Bin Selman’ın ziyaretiyle ortaya çıkan tabloyu (ne kadar can sıkıcı olsa da) bütün boyutlarıyla ve uzun erimli değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Doğal olarak Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nda barbarca katledilmesi bağlamında ortaya çıkan gerilimler bağlamında tartışılıyor öncelikle. Bu doğru olmakla beraber meseleyi Türkiye’nin ekonomik kaynak ihtiyacı bağlamında Türkiye’nin ahlaki ve hukuki sorumluluklarından ağır taviz vermesinden ibaret bir tablodan daha fazlası duruyor karşımızda.
Yüzyılın Projesi Çökmeseydi Mevcut Tablo Oluşmazdı
Hassaten Donald Trump’ın Amerikan başkanlık seçimleri kaybetmesiyle birlikte Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği koalisyonun büyük ümitler bağladığı “Yüzyılın Barışı” projesi kabak gibi ortada kaldı. Üstelik Veliahd Prens Muhammed Bin Selman çok sükseli bir biçimde adım attığı uluslararası arenada meşruiyetini büyük oranda kaybettiği gibi hanedanın diğer üyelerine ve ulemaya karşı başlattığı tutuklama kampanyalarıyla Suudi Arabistan içerisindeki depresif durumu da iyice içinden çıkılmaz bir duruma soktu. Bu sebeple Suudi Arabistan’ın çıkış yolu bulmaya, bölgesel ve küresel çapta müttefikler elde etmeye duyduğu acil ihtiyacı soğukkanlılıkla tespit etmek icap ediyor. İsrail ve Suudi Arabistan özelinde zuhur eden şaşalı karşılama törenleri, abartılı iltifatlar, mahkeme süreçlerini diplomatik ihtiyaçlara göre tanzim etme işgüzarlıkları (Mavi Marmara ve Cemal Kaşıkçı dava süreçleri birbirine çok benziyor) azınsanamayacak zaaf noktalarına işaret ediyor. Mesele şu ki bu zaaf noktaları nasıl aşılacak ve Türkiye’nin ekonomik, siyasi, askeri sahalardaki üstünlükleri kadar ahlaki ve hukuki üstünlüğü de teminat altına alınmasına matuf sağlam adımlar atılmış olsun.
Ukrayna krizinin gıda güvenliğinden enerji güvenliğine uzanan küresel bir krize doğru evrildiği bir vasatta Türkiye’nin önünde sadece risk ve kayıplar bulunmuyor. Türkiye’nin 2023 seçimlerine doğru hızlı ve heyecanlı siyasal akışını göz önünde tutmadan sadece dış politik adımlarla süreci sağlıklı bir biçimde yönetebilmek mümkün değildir. Evet, çarşı pazarda fiyatlar el yakıyor, gayrı menkul fiyatları ve kiralar dudak uçuklatan bir hal aldı. Dolar-Euro kurunun tedirginlik yaydığı bir durumdayız. Bu kriz noktalarına güven verici müdahalelerin yapılması tartışma dışıdır. Fakat adalet duygusunun ve ahlaki değerlerin iyiden iyiye örselenmesinin önüne geçemeden ekonomik iyileşmenin derde deva olamayacağı aşikârdır. Umarız 31 Mart seçimlerinde tercih edilen söylem ve kadrolarla, son dakika sürprizleriyle kamuoyunun gönlünü kazanma yoluna girme gibi bir yanlışa düşülmez. Beka kaygısı bağlamında yükseltilen milliyetçi gündem, kendi projelerini değil sürekli rakiplerini yıpratmayı merkeze alan politik duruş ve kampanyalardan imtina etmek en hayırlı yol olarak öne çıkıyor. Haziran 2023 uzak değil, düzeltilmesi gereken işler de az değil. Panik havasına girmeden ama sükûnetle, makul ve dengeli söylem ve aktörlerle yapıcı siyasetin öne çıkarılmasından başka sağlıklı bir seçenek görünmüyor.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT