Bölgesel Kriz ve IŞİD
Taha Özhan bölgedeki mevcut despotik yapılar değişmeden yapılacak girişimlerin kaosa sebep verebileceğini ifade ediyor.
Özhan, Esed’in katliamlarını kimyasal silahsızlanma, Baas rejimine isyanı El-Kaide sorununa, Maliki’nin krizi derinleştiren politikalarını bölgesel bir taktiksel-politika aracına dönüştüren yaklaşımın tekrar edeceğini belirtiyor.
***
Bölgesel kriz ve IŞİD
Taha Özhan/Star
Gerek uluslararası sistem gerekse de bölgesel düzen(lerde) derin krizler yaşanıyor. Bu yeni dalganın başlangıcını 1990’ların başına kadar götürmek mümkün. Sadece 11 Eylül sonrası manzaraya bakmak bile, sağlıklı bir fotoğraf çekmek için yeterli olabilir. Bugünlerde Irak üzerinden yeniden başlayan hareketlenmenin dinamikleri de, birçok açıdan, on yılı aşkın zamandır meydana gelen küresel ve bölgesel siyasi kırılmalarla alakalı. Adeta, 11 Eylül sonrası fay hatlarında yaşanan kırılmaların oluşturduğu siyasal tsunamilerle baş edilmeye çalışılıyor. Bu tektonik hareketlerin büyük bir kısmının müsebbibi olanların, ortaya çıkan neticeler karşısında içinden çıkamadıkları bir kısır döngü yaratmış olmalarında da şaşılacak bir durum yok. 1980’lerde Afganistan’da yaşanan kırılmanın 11 Eylül’deki payı, İsrail işgalinin Ortadoğu’daki farklı neticeleri, Arap dünyasında değişimin karşısında durmanın Kırım’daki tezahürleri, Irak işgalinin sebep olduğu bugünkü sorunlar. Bu nevi çapraz ilişkileri çeşitlendirmek mümkün. Irak’ta IŞİD yeni keşfedilmiş, bir anda ortaya çıkmış bir sorun tadında verilen tepkilere bakınca, yukarıda sadece birkaçını sıraladığımız karmaşık etkileşime dair ciddi bir perspektifin ortada olmadığı söylemek, yanlış olmayacaktır. Türkiye’nin, daha işgal başlamadan, 2003’te, Sayın Davutoğlu öncülüğünde yürütülen ‘Irak’a Komşu Ülkeler Konferanslarında’ dile getirilen endişelerin ve yol haritasının bıraktığı yerde patinaj çeken bir Irak manzarası var.
Aradan geçen 11 yıla rağmen, neredeyse temel meselelerde bu denli zayıf bir ilerleme olmasının sebepleri üzerine düşünmekte fayda var. Benzer şekilde, Mart 2010’da Türkiye’nin desteğiyle, Irakiyye hareketinin, seçimleri kazanmasına rağmen oluşturulan de facto siyasi yapının bugün maliyetleri herkes tarafından kabul edilmektedir. Dört yıl önce Türkiye’nin uyarıları ciddiye alınsa, belki de, Irak’ta konsolidasyon süreci belli oranda daha iyi şekilde hayata geçebilir, seçimleri kazanmış Irakiyye’nin önderliğinde daha kuşatıcı bir geçiş sağlanabilirdi. Türkiye’nin uyarılarının bugün için de ciddi bir anlamı olmakla beraber, ortaya çıkan maliyet tablosu çok daha farklı. İşgalle başlayan, son dört yılda yapısal hale gelen sorunlar karşısında çok daha farklı bir perspektif ortaya konması gerekiyor. Aksi takdirde bugün konforlu bir belaya dönüşmüş olan IŞİD üzerinden başka tektonik hareketlenmelerin yaşanmaması düşünülemez. Kaldı ki IŞİD’de zaten tam da böylesi bir yaklaşımdan dolayı var olabilmiştir.Başka bir deyişle, lokal bir anestezi eşliğinde müstakil bir IŞİD ameliyatı düşüncesinin, 2010’da Maliki üzerinden düzen kurma arayışından bir farkı bulunmamaktadır. Her ikisi de anestezi etkisi devam ettiği sürece operasyon bölgesinde konfor sağlamakta ama orta vadede sancıların hızla yükselmesinin önünü açmaktadır.
IŞİD sorunu sınırları aşan bir yapıya sahiptir. Bu elbette bir tesadüf değil. Zira Sünni bölgeyi, Irak’ı ve Ortadoğu’yu aşan, çok daha derin bir sancının içerisinde kendisine rahim alanı bulmuş bir hareketten bahsediyoruz. Şümullü bir perspektifin ortaya çıkmadığı her senaryoda, sadece şartların doğurduğu aktörlerin değiştiği, sorunların benzer düzeyde seyrettiği manzaralara şahitlik etmeye devam edeceğiz. Bu noktada, özellikle Arap isyanlarıyla beraber ana eksene dönüşen eklektik yaklaşımın ürettiği “kaotik diplomasi ya da politika kriziyle” karşı karşıyayız. Bütün bölgeyi kavuran krizi bütüncül bir şekilde ele almak yerine, her bir krizde taktiksel farklılığı aşacak düzeyde birbirini nesh eden bir yaklaşım yaygınlaştı. Benzer bir durumun IŞİD meselesinde ortaya çıkmaması, öncelikle Suriye ve Irak krizini bağımsız birer unsur olarak ele alınmamasından geçiyor. Aksi takdirde, Esed’in katliamlarını kimyasal silahsızlanma, Baas rejimine isyanı El-Kaide sorununa, Maliki’nin krizi derinleştiren politikalarını bölgesel bir taktiksel-politika aracına dönüştüren yaklaşım tekrar edecektir. Böylesi bir netice yeni bir statüko oluşturmak anlamına gelecektir. Suriye’de Baas rejiminin katliamları durdurulmadan, Irak’ta Bağdat merkezli kriz alanları tedrici bir şekilde soğutulmadan, bölgesel aktörlerin her iki krizle ilişkisi değişmeden, hepsinden önemlisi Irak’ı 2003’te işgal eden ABD’nin öngörülebilir bir yaklaşımı ortaya çıkmadan; Ortadoğu krizi de bir IŞİD sorununa dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.
HABERE YORUM KAT