Boğaziçi’ndeki eylemlerin rengi ve mahiyeti
Eylem yapan kitlenin taleplerinden makul ve meşru olanları var, olmayanları var. Benzer bir durum devlet için de söz konusu, söylem ve müdahalelerinden makul ve meşru olanları var, olmayanları var. Hayır, her iki tarafa da eşit mesafedeyim, taraf tutmuyorum demediğim gibi kokmaz-bulaşmaz veya günü kurtarmayı kafasına koymuş biri de değilim. Ancak hem söylem ve eylemlerin hem de sürecin sağlıklı bir analizini yapamazsak sonuçların hepimiz için ağır faturalar çıkaracak olmasından kaygılıyım.
“Rektör istifa” slogan ve pankartlarıyla başlayan protestolara yabancı değiliz. Ancak ‘eskiden’ öğrenciler tarafından haykırılan istifa talepleri genellikle siyasi kimlikle, akademik yeterlilik veya yetersizlikle ilgili değil yasakçı-özgürlükçü tutumla ilgili olurdu. Fakat Melih Bulu’nun rektör atandığı ilan edildiği andan itibaren Boğaziçi kültüründen gelmediği, dışarıdan atandığı, AKP’li olduğu vurgularıyla adeta şeytanlaştırıldı. Atamaya karşı çıkan bütün öğrenciler ve öğretim üyeleri için pankart açıp slogan atarak protesto etmek, dersleri boykot etmek bir haktır elbette. Ancak görev yaptırmama, rektörlük makamına sokmama, ders işletmeme gibi zor kullanma veya şiddet içeren eylem biçimleri ne makul ne de meşru olur.
Terör mü, Ahlaksızlık ve Çirkeflik mi?
Tuhaf hatta utanç verici olan esas mesele ise Rektör Melih Bulu protestolarının hızlı bir biçimde Boğaziçi’ni cinsel sapkınlığın kalesi ve merkez üssüne dönüştüren eylem, söylem ve sembollerle ahlaksızca dönüştürülmesidir. Kemalist-sol ve liberal-Kemalist çevrelerin cephe mantığıyla örgütlenip perspektif ve literatür oluşturma tecrübelerini hafife alanlar yanılırlar. Artık militan laiklik veya işçi-köylü mücadelesi yükselterek cephe genişletilemediği ve iktidarın yolları açılamadığı için daha esnek ve kuşatıcı söylemler üzerinden muhalefet örgütleniyor. Bu örgütlenme mantığı öncekilerden daha meşru ve makul değil. Aksine daha kirli ve daha çirkin. Ancak siyaset kurumu en üst kademeye kadar “terör-militan” gibi “iç düşman” konseptleri üzerine bina ettiği yanlış bir strateji üzerinden giderek farkında olmadan eylem ve eylemcilere duyulan sempatiyi arttırıyor.
Protestolara karşı Boğaziçi ve çevresini aşırı düzeyde güvenlik çemberiyle kuşatarak tepkilerin büyütüldüğü ve yaygınlaştırıldığı aşikar. Bu tür güç gösterileri eylemi sonlandırmak ve eylemcileri toplumdan tecrit etmek üzere sarf edilen sert söylemler Hükümeti maksadına ulaştırmak bir tarafa ondan iyice uzaklaştırıyor. Sürekli bir biçimde protestolarda rol üstlendiği iddia edilen terör örgütlerinin provokasyonu üzerine beyanatlar veriliyor. Ancak gözaltına alınanlar ertesi sabah (doğal olarak) serbest bırakılıyor.
Her saat başı haber bültenlerinde gerilimli müzikler ve görüntüler eşliğinde geçen kaygıyla kararlılığı harmanlayan konuşmaları dinledikten sonra aklı başında her vatandaş şu tarz soruları soruyordur mecburen: Terör örgütleri var ve eylemleri bunlar organize ediyorsa neden emniyet, savcılık ve mahkeme sürecinden sonra tutuklanmıyorlar? Yok eğer protestolarda ortaya çıkan üç-beş aşırılık dolayısıyla gözaltı ve savcılık süreci işletiliyorsa topluma neden sistematik olarak terör korkusu salınıyor? Bu siyasal davranış modeli eski Türkiye modelidir ve yanlışlığı da zararlı sonuçları da sorunları büyütüp kronikleştirdiği de defalarca tecrübe edilmiştir.
İletişim ise Çift Taraflı, Propaganda ise Tek Taraflı
Terör ve ihanet gibi ahlaki ve hukuki açıdan mahiyet ve maliyetleri son derece ağır ithamlar maalesef hem devlet hem de medya tarafından çok sık kullanılıyor. Bir taraftan toplumun asaleti, cesareti, kahramanlığı vs. üzerine destanlar yazıp diğer taraftan ülke içinde sürekli ihanet ve terör odakları aramak derin bir akli ve ruhi yarılmaya işaret ediyor. Boğaziçi veya başka bir üniversitede yapılan protestolar yanlış olur, aşırı olur veya provokasyona açık olur, bu tür şeyler her zaman mümkündür.
Ancak emniyet amirinden İçişleri Bakanı’na oradan iktidar ortağı partinin genel başkanı ve Cumhurbaşkanı’na kadar bütün tecrübeli devlet adamlarına düşen rol sadece topluma kararlılık bildiren, muhatapları ilzam ve itham eden açıklamalar yapmak değildir. Makul ve kalıcı bir çözüm için babacan bir tavır da lazımdır, (ölçüyü kaçırmış olsa bile) muhalefet eden muhataplara lisan-ı münasiple tavsiye yolunu da açık tutmak gerekir. Bu esneklik ve yumuşaklık toplum nezdinde zaaf değil bilakis kuşatıcı bir özgüvenin tezahürü olarak kabul görecektir. Kuşatıcılığı hedefleyen bu esnek ve yumuşak tarzı sadece Boğaziçi’ne değil esasen bütün protestolara karşı kuşanmak elzemdir.
Eylemlerdeki aşırılıkları ve sapkın örgütlenme biçimlerini terörle eşitlemek ilk etapta kamuoyuna izah sadedinde kolaylık sağlayabilir belki. Ancak yanlış ve aşırı olduğu aşikar olan tutumlardan şimdiye kadar ne toplumun ne de devletin fayda sağladığı görülmüştür. Defaatle görüldüğü üzere eylemciler meseleyi rektör atamasını protesto etmekten çıkaracak tahrik ve planlar yapıyorlar. Ama işin sırrı ve siyasetin başarısı da bu tahrik ve planları usulüne ve üslubuna uygun bir biçimde engellemekle ortaya çıkar. Hassaten toplumsal olaylarda devletin takınacağı sertlik ve yumuşaklık ayarını hikmetle yapmak gerekir. Lüzumsuz nezaket korkaklık ve güçsüzlük olarak düşmana cesaret verir elbette. Ancak gereğinden fazla sertlik de refah ve özgürlüğün teminatı olan bir özgüven olarak değil kibir ve düşmanlık olarak algılanır. Böylesi durumlar ise ya sinip korkan ya da agresifleşip kaosa meyyal toplumlar oluşturur.
Adalet ve hikmeti kılavuz edinen devlet ve toplumlar sorunları kronikleştirmeden sabır ve istişare ile çözebiliyorlar. Muhtaç olunan vasıf propaganda gücünden önce adalet ve hikmetle donanmış kadrolar yetiştirebilmektir.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT