BM'nin Mülteci Karnesi: 'Çok Laf, Az İş'
Kendisi de aslen Ugandalı bir göçmen olan Oxfam International İcra Direktörü ve insan hakları aktivisti Winnie Byanyima, BM’nin New York ağırlıklı olarak Suriye’yi konu alan mülteci toplantısını değerlendirmiş.
Winnie Byanyima’nın konuyla ilgili Al Jazeera’de yayınlanan yazısı şöyle:
'Çok Laf, Az İş'
Afrikalı genç bir mülteci olarak İngiltere'ye ilk geldiğimde ağlamaktan gözüm çıkmıştı.
Göçmen kontrol noktasındaki polis memurunun şaşkın ve perişan halime tepeden bakışını hatırlıyorum. Beni üzerimde sahte bir 100 dolarlık banknotla yakalamıştı. "Sahte olduğunu bilmiyordum" diye açıklama yapmaya çalışmıştım.
Uganda'daki İdi Amin diktatörlüğü yüzünden karaborsadan para satın almaya mecbur kalıyorduk.
Şansımın tükendiğini, hapse gideceğimi düşündüm.
Yolculuğum zaten korku içinde geçmişti. Annemle birlikte aniden ülkeyi terk etmemiz gerekmiş ve gece Kenya'ya kaçmıştık. Korkuyorduk, çünkü gözümüzün önünde bir sürü insan ölmüştü; ama çaresiz durumdaydık. Birileri mültecilere kucak açan bir ülkeye, İngiltere'ye gitmemize yardımcı oldu.
O gün havaalanında şansım tükendi sanmıştım ama tükenmemişti. Göçmen kontrol noktasındaki polis bana asla unutmayacağım bir şey söyledi: "Seni affediyorum, çünkü çok zor bir durumun içinden geldiğini görebiliyorum." Güvendeydim. Kısa süre içerisinde mülteci bursu ile birinci sınıf bir eğitim alma imkânı bulacaktım.
O gün o polis memuru, o ülke hayatımı değiştirdi ve beni bugün Oxfam'da güç aldığım sosyal adalet meseleleri adına verilen mücadeleye katkıda bulunabileceğim bir konuma getirdi.
Yaşadıklarım, dünyanın dört bir yanında yurdunu terk etmeye mecbur kalan diğer insanların yaşadıklarıyla kıyaslanamaz. Ama bu sayede niçin acilen savunmasız ve çoğu travma yaşamış bu milyonlarca insana destek olmanın adil ve etkili bir yolunu bulmamız gerektiğini anlayabiliyorum.
İhtiyacımız insanlık
Dünya bugün tarihin en ciddi yerinden edilme kriziyle karşı karşıya. Şimdiye dek altmış beş milyon insan savaş, şiddet ya da zulüm yüzünden yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Bu ay ilk kez devlet ve hükümet liderleri düzeyinde New York'ta gerçekleştirilecek olan Birleşmiş Milletler Mülteci ve Göçmenler Zirvesi tam vaktinde yetişti.
Eski bir mülteci olarak bu etkinliğe katılmaktan olmaktan gurur duydum. BM Zirvesi, dünyanın elbirliğiyle çalışarak ortak bir yaklaşım geliştirmesi için bir fırsat.
Ülkelerinden kaçmak zorunda kalan insanlar elbette savaş, şiddet, zulüm, iklim değişikliği ve yoksulluk gibi kök sebeplerin sadece bir belirtisi. Dünyanın bu sorunları çözmek için daha fazlasını yapması gerekiyor.
Ayrıca mültecilere destek olup barış ve güvenlik için yaşayabilmeleri için de istekli bir tavır ortaya koymalıyız. Bu, "başkalarının" değil, hepimizin sorunu.
Bir an durup "Ya onların yerinde ben olsaydım?" diye düşünürsek, dayanıklılık ve şansın asla yeterli olmadığını da anlamaya başlarız. İhtiyacımız olan şey insanlık ve bunu sadece sıradan insanların değil, bizi sağlam adaletiyle koruması gereken hükümetlerimizin de göstermesi gerekiyor.
Çatışma, şiddet, afet ya da yoksulluk yüzünden ülkesinden kaçmak zorunda kalan veya daha iyi bir hayat arayışında olan herkes onurlu ve saygılı bir muamele görme hakkına sahip.
Mültecilerin ayrıca işe, eğitime ve insanın onurlu ve üretken bir hayat sürmesini sağlayan her türlü imkana ihtiyacı var. Yoksa kendilerine kucak açan ülkelere nasıl katkıda bulunabilirler?
Mülteci çocuklardan oluşan bir sürü nesil eğitimden mahrum kalıyor. Bu da iş bulup para kazanma ve vergi verme şanslarını azaltıyor. Hükümetler, kız ve erkek çocuklarının eşit eğitim imkânlarına sahip olmasını sağlamak zorunda.
Öte yandan, bu iki önemli zirve öncesinde tablo zayıf. Zirve öncesindeki görüşmelerde, mülteci ve göçmenlerin korunmasına yönelik daha iyi çözümler bulmaya odaklanmak yerine, baştan savma ve koşullara çok değinmeyen bir yaklaşım sergilendi.
Sorunlara göz yummak
Beni en çok öfkelendiren, varlıklı ülkelerin hükümetlerinin mültecilere kucak açmamaktaki ısrarı. Diğer taraftan, birçok gelişmekte olan ülkeyi de güvende olabilmek için kendilerinin ve çocuklarının hayatını riske atan milyonlarca insana sırtını dönmekle suçlamak mümkün değil.
Zengin ülkelerin liderleri, kendilerine güvenli bir yuva bulmaya çalışan çaresiz ve talihsiz durumdaki kız ve erkek çocuklarının hayatına ne kadar da az değer veriyor.
Aslına bakılacak olursa, mülteci ve sığınmacıların yaklaşık yüzde 86'sına, vatandaşların okul ve hastanelerini başka ülkelerden gelenlerle paylaşmaya alışkın olduğu düşük ve orta gelirli ülkeler ev sahipliği yapıyor. Lübnan'da yaşayan her beş kişiden biri Suriyeli mülteci. Ürdün'ün en büyük dördüncü "şehri" bir mülteci kampı.
Birçok Afrika ülkesi, ülkelerinden kaçan insanların korunması konusunda yıllardır üzerine düşeni yapıyor. Oxfam'ın yaptığı analizlere göre, Afrika Birliği ülkeleri, küresel ekonomi içindeki payları sadece yüzde 2,9 olduğu halde, dünya genelindeki 24,5 milyon mülteci ve sığınmacının dörtte birinden fazlasına ev sahipliği yapıyor.
Memleketim Uganda'da yarım milyondan fazla mülteci ve sığınmacı yaşıyor. Mültecilerin çalışma, iş kurma, okula gitme, serbest dolaşım ve mülk edinme hakları teminat altında ki bunu her ülkenin yapması gerekiyor. Uganda ayrıca çiftçilik yapabilmeleri için bu insanlara arazi de veriyor.
Bununla birlikte, "ülkelerinde yerlerinden edilenlerin", yani ülke sınırları içerisinde başka yerlere kaçmak zorunda kalanların sayısı daha da fazla ve bu insanların düzenlenecek zirvelerde büyük ölçüde dikkate alınmayacak olmaları bir skandal.
Sahra Altı Afrika, şu anda çatışma ve şiddet nedeniyle "ülkesinde yerinden edilmiş kişilerin" neredeyse yüzde 30'una ev sahipliği yapıyor. Söz konusu çatışmaların yaşandığı yerlerden biri de Nijerya. Ülkede yedi yıldır süren şiddetli çatışmalar, Nijer, Çad ve Kamerun'a da sıçrayarak bölge çapında bir insani krize neden oldu.
Hal böyleyken, beklentilerimizi düşük tutmamızda fayda var. Mevcut durumda varlıklı ülkelerin mültecilere kucak açıp destek verme konusunda kararlılık göstermesini de, mültecilere eğitim ve iş konusunda daha iyi koşullar sunulmasını da beklemiyoruz.
Ancak hükümetlerin bunu düzeltmek için zamanı var. Aslında zaman hep var.
Şimdilik bu zirvelerin, ülkelerini terk etmek zorunda kalan milyonlarca insana yardım etmeye başlamak için gönülsüz bir girişim olarak kalma riski var.
Oysa söz konusu görüşmelerin mülteci ve göçmen krizinde bir dönüm noktası olması gerekiyor. Hükümetler ve vatandaşlar insanlıklarını yeniden göstermeli – tıpkı İngiltere'ye ilk geldiğimde bana gösterildiği gibi…
HABERE YORUM KAT