BM Genel Kurulu'nda gelecek için bir umut var mı?
Ersin Çelik, BM'nin Gazze veya insanlık için gerçek anlamda bir şey yapmasının imkansız olduğunu vurguluyor.
Ersin Çelik / Yeni Şafak
New York’un esrar kokusu ve gelecek geçmiş olabilir mi?
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 79’uncu kez toplandığı New York’tayım. Hemen her adımında insanı çarpan o keskin ve bir noktadan sonra mide bulandıracak kadar rahatsızlık veren esrar kokusu, şehre dair tüm anlatıları fazlasıyla boşa düşürmeye yetiyor.
Dünya büyük bir çıkmazda. Bunalım ve buhranda! Devletler, uyuşarak teslim olmak ile silkelenerek kendine gelme tercihinin sınırında. Yarın ne olacağı belirsiz. Gazze soykırımında 12 ay geride kalırken, iflas eden ve içeriden çürüyen, yapısal olarak da çökme şamasındaki mevcut dünya düzeni yeniden inşa edilebilir mi? New York şehrinin bütün PR çalışmalarına ve koskoca Hollywood parlatmalarına rağmen ilk bakışta fark edilebilen çöküklüğüyle mevcut dünya düzeninin hâli çok benziyor açıkçası.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler teşkilatının 79’uncu kez toplanması bir rutin elbette. Lakin bu sene bir umut, tarihin akışını değiştirecek bir söylem ortaya çıkabilir beklentisi var. Zirvenin açılışında konuşan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, küresel sorunlarla ilgili bir dönüm noktasında olduklarını söyledi ve ekledi: “Ortak bir iradeyle çözüm yönünde somut adımlar atmamız gerekiyor” dedi. Guterres’in “dönüm noktası” dediği yer cesaret gerektiren bir yol ayrımı aslında. Kimin kimden ayrılacağı da netleşiyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika ve Sovyetler Birliği arasında sıkıştırılan dünya, zamanla ABD eksenli düzene mahkûm edilmişti. Ancak NATO’nun bölgesel koruma misyonundan, ABD çıkarlarına ve işgallerine hizmet eden askeri kuruma dönüşmesi Avrupa Birliği ülkelerini kendi ordularını kurmak gibi bir kararın eşiğine getirdi. Fakat Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Batı’yı yeniden güvenlikçi politikalara mecbur kıldı ve NATO şemsiyesi altında birleştirdi. Dünya, üç yıldır yeniden iki kutupluluğa doğru yol alıyorken de İsrail’in Gazze’yi işgali ve Batı destekli soykırımı başladı.
Bazı AB ülkeleri yeni bir sorgulamanın içinde. İspanya, Norveç, İrlanda ve Slovenya’nın Avrupa Birliği üyesi ülke sıfatlarıyla soykırımın karşısında durmaları ve Filistin’i devlet olarak tanımaları Amerika’nın kutbundan çıkmaları anlamına da geliyor. Bu devletler, aynı zamanda İsrail’in politik tahakkümüne karşı tavırlarını da ortaya koydular. Avrupa Birliği’nin ev sahibi konumundaki Belçika da Filistin’i tanımak için doğru zamanı bekliyor. Zihnen tanıdıkları ise aşikâr. Fransa ise içten içe kaynıyor ve demokrasi beşiğinde pasifize ediliyor.
İsrail, Gazze’deki soykırıma devam ederken Batı Şeria’yı da fiili işgale başladı ve Lübnan’a saldırıya geçti. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Ürdün ile Mısır’ın içten içe kaynadığı ve İsrail’e karşı harekete geçebilecekleri uyarısını da dikkate alırsak, bölgesel savaş kapıya dayandı. Siyonizm terörü tüm dünyayı çıkardığı yangına doğru sürüklüyor.
İsrail’i durduracak yegâne güç olarak görünen ve böyle de bir vazifesi de olan Birleşmiş Milletler’in bir hükmü kalmadı. BM’nin İsrail terörü karşısında çoktan kepenk indirdiğini anlatmaya gerek yok. İsrail, Gazze’de beşiklerindeki bebekleri katlederken, elinden duygusal paylaşımlar yapmaktan başka bir iş gelmeyen Guterres aslında diplomatik bir üslupla BM’nin iflasını ilan etti...
Peki ne olacak, New York’tan nasıl bir sonuç çıkacak? Yeni bir yapılanma mümkün mü?
BM’nin sadece Amerika’nın değil İsrail’in de güdümünde olduğu apaçık ortada. Güvenlik Konseyi’ne sunulan ve acil insani ateşkes talep edilen karar tasarılarının Amerika tarafından aylarca veto edilmesinin önüne geçemeyen bu yapıdan umut beklemek beyhude.
Elde bir tek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, BM kürsüsünden dünyanın gözlerinin içine bakarak yaptığı tonajı yüksek konuşmalar ve ağır tespitleri var. Geçmiş 13 hitabına bakarsak Erdoğan, devletlerin ve tüm insanlığın İsrail karşısındaki çaresizliğini sadece öngörmemiş. Adeta haykırmış.
Bakın, 14 Eylül 2005’te Başbakan olarak katıldığı Genel Kurulu’nda şunları söylemiş: “Her şeyden önce kendini yenileyen, daha demokratik ve şeffaf, tüm üyelerin ortak iradesini temsil kabiliyetine sahip, uluslararası ihtilafların çözüm zemini olan, dünya barışının teminatı olarak görülen, saygınlığı, tüm üyeleri tarafından yüceltilen, daha aktif ve daha dirayetli bir BM teşkilatı, insanlığın ortak yararınadır.”
Cumhurbaşkanının, 2013 yılındaki BM konuşmasındaki “Dünya 5’ten büyüktür” çıkışı ise bir slogan değildi. Dünyayı uçuruma sürükleyenleri işaret etme ve onların peşine takılanlara trenden inme ikazıydı. Bir yıl sonra, BM 69’uncu Genel Kurulu’nda yaptığı reform çağrısı ise bugünleri işaret ediyordu: “Tüm alınan kararlar, bakıyorsunuz bir ülkenin iki dudağı arasındadır. Eğer ‘hayır’ derse hayır, ‘evet’ derse o zaman icraata geçilebiliyor.”
Erdoğan, aradan geçen 10 yılda BM’nin her genel kurulunda yapısal reform talep etti. 2018’de “Tüm dünya arkasını dönse bile, Türkiye olarak biz mazlum Filistinlilerin yanında yer almaya devam edeceğiz” dedi. 2019’da işgal edilmiş Filistin topraklarının haritasını açarak, “Ben merak ediyorum, bu İsrail neresidir? Acaba bu İsrail’in toprakları nereleri kapsıyor?” diye sordu ve bugünlere işaret eden şu sözleri söyledi: “Birleşmiş Milletlerin İsrail’le ilgili almış olduğu bunca kararlar var, bu kararlar uygulamaya geçiyor mu? Hayır, geçmiyor. Peki, o zaman Birleşmiş Milletler ne işe yarıyor?”
Bu cümlelerin doğruluğunu kendileri ispat etti ve BM’nin bir işe yaramadığını ise bizzat BM ortaya koydu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün Genel Kurul’a 14’üncü kez hitap edecek. Omuzlarında bu kez sadece Gazze’nin ve mazlumların ağır yükü olmayacak. Erdoğan, insanlığın artık taşınamaz olan tüm yükünü orta yere koyarak, liderlere ve Amerika ile İsrail’in teslim aldığı devletlere uçurumdan önceki son çıkışı gösterecek. Peki BM, kendisini ve yıkılan düzeni bir kez daha tartışabilecek mı acaba? Son bir yılın seyrine bakılırsa bu soru havada duruyor. Bu yıl ilk kez “Geleceğin Zirvesi” gerçekleştirilecek olsa da… Gelecek çoktan geçmiş olabilir!
HABERE YORUM KAT