Bizim vicdanımızı vicdansızlar mı ölçecek?-2
Kandil'den gelen 'talepler karşılanırsa açlık grevi sonlandırılabilir' açıklamasına rağmen, BDP'liler ve kimi zaman BDP'lilerden daha şahin olabilen insan hakları savunucuları ısrarla bu eylemlerin, mahkumların özgür iradeleriyle gerçekleştirildiğine, toplumun geri kalanını inandırmaya çalışıyor.
Tamam denildi, beyana itimat edilip geçildi, diyelim…
Ama ne yapılsa, ne edilse birilerinin kalpleri mutmain olmuyor. Öcalan'ın ailesiyle görüşmesinin zaten engellenmediği, avukatlarıyla görüşmesine ise bu görüşmelerden sadır olabilecek çeşitli handikaplar engellendiği takdirde izin çıkabileceği yolunda açıklamalar yapılıyor hükümet kanadından, ama bu bilgi kimseleri kesmiyor. Açlık grevleri medyaya yansımadan önce 'anadilde savunma hakkı' hükümetin 'yol haritası'nda zaten yer alıyordu. Bakanlar Kurulu'ndan bu karar doğrultusunda çıkan, 'CMK 202'nin değiştirileceği' haberi de yine, bazılarının ilgi alanlarına girmiyor.
Gerçi, teslim etmek gerek; Bakanlar Kurulu sonrası yapılan açıklama, BDP'nin Meclis'te açlık grevi başlatma kararını ertelemesine vesile oldu. İyi de oldu…
Çünkü hangi dünya görüşünden, hangi cenahtan olursa olsun siyasetçiye düşen, 'siyasi hedefleri' ya da 'barış'ı müzakere yoluyla, ama çatışarak ama uzlaşarak tesis etme gayreti içinde olmasıdır. Siyaset, sonucu mukadder bir biçimde ölüm olan bir atış poligonu değil, başlıbaşına ve başıyla sonuyla bir müzakere alanıdır…
Ama bu ülkede, açlık grevleri konusunda BDP'den daha şahin görüşler ileri sürenler bulunuyor. Çünkü bu ülkede, Ergenekon Davası'ndan tutun, basın özgürlüğüne dek, dış politika stratejisinden tutun, açlık grevlerine dek bütün tartışmalara 'buradan çıkıp hükümeti nasıl vurabilirim' pozisyonuyla tavır alabilenler çokluğu oluşturuyor.
Ahlaksız bir konum evet, ama gerçek…
Psikiyatrlar, engizisyoncuların soyundan gelir, derler. Hakikaten bakıyorsunuz, bu ülkenin insanlarını, bu toplumu anlama ve onların barışı için çabalama gibi benim de haniyse kutsiyet atfettiğim amaç ve gayeler etrafında birleşmesi gereken insan hakkı savuncuları, aktivistler, gazeteciler, BDP'yi bile solluyor 'çizdim ama oynamıyorum' oyununda.
Olanı biteni görüp itiraz edenleri de, yandaşlıkla suçluyor, 'Bu eylem barışçıl, talepler meşru olabilir; ancak, biçimi ve zamanlaması itibariyle doğru değildir. Ontolojik bir kural olarak bir bireye, bir insan tekine dahi mecbur bırakarak bir iş yaptıramazken, hükümetin bu ülkede 30 yıldır tartışılan bir konuyu 'mahkumlar ölene kadar vaktin var' diliyle, bugünden yarına çözmesini beklemek en hafif tabirle sürrealizmdir' diye gayet rasyonel bir görüş ortaya koyduğunuz anda sizi 'devletçi' ilan ediveriyorlar. Bu yaftalamanın, bu minvalde yorum yapan pek çok yazar için geçerli olduğunu zannediyorum…
Öte yandan, 'din' kaleminden açlık grevleri konusunda insan hakları havariliği yapıp, bam tellerimize dokunan 'yufka yürekli' açıklamalar yapanlar; PKK bombasıyla havaya uçurulan 11 yaşındaki Kürt çocuğu Faris hakkında, yine din kaleminden kurulacak tek bir cümle bulamıyorlar mesela.
İnandırıcılık, tutarlılık, sahicilik mi? Köküne kibrit suyu, boşver.
'Kimse varlığını bir mefkurenin, bir ulusun, bir fikrin varlığına armağan etmesin' demek birilerinin işine gelmiyor. Üstelik kimisi bunu ideolojik gerekçelerle, kimisi konumlanma hırsıyla, bir başkası çıkar hesabıyla, bir diğeri de kişisel ikbal hırsıyla yapıyor.
Biri BDP'lilerin önümüzdeki seçim dönemindeki milletvekili listelerine göz dikmiş oluyor sözgelimi, öteki AK Parti'den siyasi beklentisi olduğu için 'çatışma' mantığıyla dikkat çekmeye çabalıyor, bir başkası AK Parti'den sonsuzca ve derin biçimde nefret ettiği için açlık grevindeki insanları ölmeye teşvik ediyor…
Üstelik, saldırganlık dozunu, üslubun ayarını bile tutturamayacak denli gözlerini karartmış durumdalar. Oysa, bir insanın canı sözkonusu olduğunda dahi, siyasi ikbal dediğiniz nedir ki…
İnanın bazen, BDP daha samimi geliyor…
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT