1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. "Bizim Ordu Sizin Orduya Benzemez... "
Bizim Ordu Sizin Orduya Benzemez...

"Bizim Ordu Sizin Orduya Benzemez... "

Ortadoğu uzmanı Omar Ashour, Mısır devriminin dördüncü demokratikleşme dalgasını getireceği kanısında. Ashour, yönetimi devralan ordunun hiçbir zaman laikliğin bekçisi olmadığını söylüyor.

18 Şubat 2011 Cuma 15:46A+A-

Röportaj: Özgün ÖZÇER

Exeter Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Bölümü direktörü, Mısır asıllı akademisyen Dr. Omar Ashour aynı zamanda siyasi İslam hareketleri konusunda da uzman. Mısır'daki halk ayaklanmaları sırasında El Cezire ve BBC televizyonlarına yorumlarıyla katkıda bulunan Ashour, Mısır'ın yakın geleceği üzerine Taraf'ın sorularını yanıtladı.

Öncellikle, bundan sonrasıyla ilgili öngörülerinizi alacağım: Özgürlükçü devrimin önünde kalan engeller nelerdir?

Karşılaşacakları belli başlı engeller rejimden arta kalanlar diyebiliriz. Devrim, rejimin başını defetmeyi başardıysa da Mübarek'in takipçileri duruyor. Eski İçişleri Bakanı Habib El Adly gibi kimileri bizzat rejim tarafından devre dışı bırakıldı. Ama rejimi asıl taşıyan unsur olan güvenlik teşkilatı ise hâlâ etkin. Üstelik, adil seçimlere gidilirse, çoğunun olanlardan dolayı yargılanacaklarının da bilincindeler. Zaten görevdeki hükümet Mübarek tarafından atanmıştı ve başındaki Ahmet Şefik, Mübarek'e sadık isimlerden. Bir diğer önemli konu ise ordunun kendine biçeceği rol: Demokratik kurumların oluşmasına mahal veren bir nevi Türkiye tarzı bir ordu mu yoksa daha ziyade, siyasete hâkim olmaya çalışan ve uzun vadede kalmaya çabalayan Suriye tarzı mı olmayı seçecekler, bunu henüz bilmiyoruz.

Ordunun rolünden bahsettiniz. Sizce askerlerin oyunun kurallarını işlerine geldiği gibi belirleme tehlikesi var mı?

Şu ana kadar ordu böyle bir eğilim içine girmedi. İlk günden itibaren geçici bir süre için geldiklerini ve yönetimi sivillere devredeceklerini açıkça söylediler. Halkın, Meclis'in feshi veya Anayasa metninin yeniden yazılması gibi başlıca talepleri karşılandı. Ancak OHAL'in kaldırılması, siyasi mahkumların serbest bırakılması veya güvenlik teşkilatının tasfiyesi gibi sayabileceğimiz diğer önemli taleplerin yerine getirilmemiş olması bazı kuşkular uyandırdı. Burada ABD'nin rolünü de vurgulamakta yarar var, zira Mısır ordusuyla çok yakın bir ilişki içindeler. ABD'nin uzun vadede Mısır'da askerî bir yönetim istediğini düşünmüyorum.

Olaylar yaşanırken ABD ve diğer ülkelerinin söyleminin değiştiğini gördük. Bunun nasıl bir ekisi oldu?

Batı'nın korumak istediği çıkarlar var. Söylemlerini değiştirenin, meydanda yaşananlar olduğunu düşünüyorum. Başta Mübarek hükümetini sağlam görüyorlardı. Ancak sokağa çıkan milyonların ciddiyetine ve cesaretine şahit olunca olaylar değişti ve hızla değişimi savunmaya başladılar. Ayrıca, doğruyu söylemek gerekirse, ABD, Mısır ordusuna şiddet kullanmaması konusunda yoğun baskı yaptı. Ayaklanmalar başladığı sırada Amerika'da bulunan Genelkurmay Başkanı'na bu mesajı net bir şekilde verdiler. Tabii bunun yasal bir boyutu da var: Katliama sebep olmanın bedelini biliyorlar. Şunu da eklemek gerekir ki, askerler meydana indikten sonra Mısırlıların onları çembere aldıklarını, sarıldıklarını görünce, 'Biz bu insanları nasıl katlederiz' diye de düşündüler.

Türkiye'nin Mısır için model teşkil etmesinden söz ediliyor. Sizce bu tür karşılaştırmalar Mısır'daki durumu doğru bir şekilde yansıtıyor mu?

Açık konuşmak gerekirse çok farklılıklar var. Türk ordusu en başından itibaren siyasi bir role bürünerek laik devletin ve Kemalizm'in savunuculuğuna soyundu. Oysa Mısır ordusu, özellikle Enver Sedat ve Mübarek rejimi altında herhangi bir politik niteliğe sahip değildi. Cemal Abdül Nasır döneminden sonra devrimin bekçisi olma gibi bir fikir yoktu. Müslüman Kardeşleri sevmiyorlar ama bunun altında ideolojik değil pragmatik bir neden yatıyor. İhvan'ın, ABD ve İsrail'le ilişkilerde sorun yaratabileceğini biliyorlar. Ordu, İsrail'le savaş istemiyor ve ABD ile olan ilişkilerine önem veriyor.

Yani laik İslamcı tartışmasında taraf değiller...

Komutanların bir bölümü ve genç subayların çoğu dindar. Mesela ilginç bir nokta da Anayasa Komitesi'nin başına İslamcı olarak tanımlanan Tarık El Bişri'yi getirmeleri. Aslında İslamcı tabiri biraz yanlış, eskiden solcuydu daha sonra muhafazakâr oldu. Belki AKP'nin ılımlı kanadından biri gibi nitelendirebiliriz. El Bişri bir yıl kadar önce Mübarek'e kafa tutmuştu: Sivillerin askerî mahkemelerde yargılanmasının Anayasa'nın bir ihlali olduğunu söylemişti. Bunun üzerine görevine son verilmişti. İnsanlar onu muhalif bir yargıç olarak bildiği için, onu atadılar.

Aslında protestolar boyunca İslamcılar ve laikler birlikte hareket ettiler, namaz kılmayı laik ve demokratik bir yönetim için bir eylem olarak kullandılar.

Zaten protestoların başarısının altında, Hıristiyanların, İslamcıların ve laiklerin taleplerinin bir olması yatıyor. İnsanlar Tahrir Meydanı'nda birlikte mücadele etmekten mutluluk duydular. Sanki sekterlikten arınmış yeni bir Mısır vardı önümüzde... Sanırım bu sekterlik Mübarek döneminin bir ürünüydü, demokrasinin değil.

Sizce Tahrir'in yarattığı bu dayanışma hissiyatı kalıcı bir miras olacak mı? 68 kuşağı misali ileride 2011 kuşağından bahsedebilecek miyiz?

Kesinlikle bundan bahsedeceğiz... Tahrir, pozitif bir an yaratarak Müslümanların Hıristiyanları sevmediği veya Mısırlıların kolektif eylemler yapamadığı gibi önyargıları yıktı. Gün be gün yeniden organize olarak, dünyanın en güçlü baskıcı sistemlerinden birine karşı beraber hareket ederek başarıya ulaştılar.

Müslüman Kardeşler konusunda korkunun dayanağı var mı?

Yıkılan önyargılar arasında Müslüman Kardeşlerle ilgili olanlar da var. İnsanlar ansızın kendilerini Müslüman Kardeşlerle yan yana otururken buldu. Hıristiyan bir kadın arkadaşım bana Meydan'da onlarla sıkça takıldığını, kendisine iyi davrandıklarını ve bu yüzden de beraber çalışmayı sevdiğini söyledi. Saldırıya uğradıklarında daha kararlı davrandıkları ve kaçmadıkları için kendini onların yanında güvende hissediyormuş.

Peki, İhvan'ın bundan sonraki stratejisi ne olabilirdi?

Bu ileride değişebilir elbette ama başkanlık seçimlerine katılmayacaklarını söylediler. Mısır'da Şeriat değil demokrasi istediklerini vurguluyorlar. Eğer Şeriat hakkında konuşurlarsa veya ABD ya da İsrail ile olan ilişkileri bozmak isterlerse sorun yaşayacaklarını çok iyi biliyorlar. Ayrıca önemli bir nokta, öne çıkan kuşak 20'li ve 30'lu yaşlarında olan facebook kuşağı. 80'li yaşlarına yaklaşan eskilere oranla çok daha kültürlü ve açık fikirliler. Mesela Müslüman Kardeşler, Tahrir'de kendi karargâhlarını kurdu. Liderleri 27 yaşındaydı ve kıdemlilerden emir almıyorlardı. Hatta kendilerine Genç Müslüman Kardeşler dediler.

Şimdi herkes 'sırada kim var' diye merak ediyor. Sizce Mısır'da yaşanacak demokratikleşmenin etkileri bölgeye yansır mı?

Demokratikleşmeye doğru bir geçiş döneminde olduğumuz için artık dördüncü demokratikleşme dalgasına tanık olacağımızı söyleyebiliriz (üçüncü dalga Latin Amerika diktatörlerinin devrilmesiydi). Ayrıca internetin yaygın kullanımı ve sosyal paylaşım siteleri sayesinde herkes birbirini takip edebiliyor. Mısırlıların gösteriler süresince yaptıkları organizasyonun benzerlerini başka ülkelerde de görebiliriz.

Türkiye'nin Mısır hakkındaki açıklamaları nasıl karşılandı?

Gerçekten Türkiye hükümetinin Mısır halkının yanında yer aldığını açıklaması çok onurluydu. Harika bir dayanışma örneği teşkil etti. Müthiş bir etki yarattı, o kadar ki Tahrir'de Başbakan Erdoğan'ın resimlerini bile gördüm. Türkiye'de ne kadar popüler bilemiyorum ama burada aktivistler onu bir demokrat olarak görüyor. Bu dayanışmayı Mısır halkının uzun süre hatırlayacağını düşünüyorum.

ÖZGÜN ÖZÇER / TARAF

HABERE YORUM KAT

2 Yorum