Bizim Cesur Cumhurbaşkanımız
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül; çok cesur, çok hakikatli/hakikatçi bir hareket yaptı.
Gitti Ermenistan’a, Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’la yan yana futbol maçımızı izledi.
Böylece futbol da (kedi kedi oldu olalı) iyi bir şeye
vesile olmuş oldu.
Ama bu iyiliğe, bu güzelliğe, barışa dair bu cesarete
vesile olan Abdullah Gül’dür: bizim cumhurbaşkanımızdır. Benim cumhurbaşkanımdır.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını nasıl cansiperane savunduğum aklıma düştükçe-
Bir kez dahi beni/bizleri düş kırıklığına uğratmadı Abdullah Gül. Bir tek falsosu dahi olmadı.
Çankaya’nın kapılarını değişik renklere/seslere açmaktan beis duymadı.
Oranın ‘Devletin Kokozlar Kulübü’ sıfatından kurtulup yalnızca takım arkadaşlarının ya da her devrin cumhurbaşkanının demirbaşlarının mütemadiyen
ağırlandığı 1 Değersizler/Ne Dediği Belirsizler Korosu’nun müsamere salonu durumundan kurtulması için cidden mücadele verdi.
Üstelik çağırdığı/değer verip çağırdığı isimler arasından DAHİ kendisine ne nankörlükler, ne densizlikler, ne şımarıklıklar sergilendiği/sergilenebildiği halde.
Cumhurbaşkanımız sabrının, tevekkülünün, saygısının, insani değerlere hürmetinin ne kadar hakiki ve hakikatli olduğunu gösterme kaygısından vazgeçmedi.
İyi bir insan Gül. Benim için en mühim yanı- bu.
İyi insanlığından taviz vermedi. Zira Hakiki İyiler, iyiliklerinden taviz vermezler. Veremezler.
Kalktı işte Ermenistan’a gitti. Bir futbol maçına.
Bir futbol maçıyla, önyargılarla kilitlenmiş bir kapıyı açtı. Açmış oldu.
Helal olsun Cumhurbaşkanımız’a!
“Cesur olmak gerekiyor” dedi. “Bütün dünyada bir maç davetini kabule bile cesareti yok denecekti” dedi.
Kalktı, gitti.
Türkiye, kabul edin ya da etmeyin: Resmi Tarih’in sesi/borazanı olun: tabii ki etmeyin, Ermeni Meselesi yüzünden dünyaya sistematik olarak rezil olan bir ülkedir.
Türkiye, ‘sözde soykırım’ gibi dünyada eşi benzeri olmayan bir lafebeliğini dünyaya armağan etmiş
bir ülkedir. Ya da yutturmaya/dayamaya çabalayan bir Kurnazlık Başeseridir.
Her ‘sözde soykırım’ ucubeliğini duyduğumda, aklıma Latif Demirci’nin bir çizimi düşer. Bir meyhane.
Levhasında ‘Sözde Agop’un Yeri’ yazılı.
Sözde: ne? Özde: ne? İnsanlar hakiki olduğu sürece.
Birtakım cahil denyolar Resmi Tarih’in dayadığı/yazıktırdığı zırvaları okuyup/okumayıp başımıza Ermeni Uzmanı kesildiler.
Kesildiler ki “Bu işi tarihçilere bırakalım!” diye bağırsınlar. Bağırabilsinler.
Tamam: ben bu işi Taner Akçam ve Halil Berktay’a bırakıyorum. Siz Yusuf Halaçoğlu’na.
Bulgaristan Kapısı’nı geçince Halaçoğlu Tezleri’ni ipleyen yok; zira ‘sözde dayamalarla’ Hakiki Tarih çakışmıyor. Doğal olaraktan.
Bizim ARTIK ÖZÜR DİLEMEMİZ LAZIM Ermeniler’den. Canlarını ve mallarını aldığımız YETER.
Ermenistan’a ambargo utanmazlığına derhal son vermemiz, o küçük ve yoksul bırakılmış ülkenin, kendini toparlayıp bizleri affedebilmesi için seferber olmamız lazım.
Diaspora! Diaspora saplantısı! İrinleştirilen ısrarla.
Pek tabii ki haklıdırlar.
Böylesi bir Gerçeklikten Kopukluk, böylesi bir ısrarlı yalancılık/sahtecilik/suçu atma+yok etme kaygusu: her yaralı/yaralanmış insanda baş dönmesi+mide bulantısı yaratır. Yaratacaktır.
Ermenistan’la futbol maçı, 2 cumhurbaşkanının yan yana oturması bir ilk adım olsun.
Bu maçı, demokrasi kazanacak. Bu maçı, hakikat ve hakikatseverler kazanacak.
Deniz Baykal: CHP+MHP Çizgisi, onların akıl danesi emekli generaller, pardon emekli büyükelçiler arkadaşlarının kan davasını gütmek için iyice faşistleşirken, başkalarının kan davası gütmesinden büsbütün korkmaları lazım. Onlar Kan Davacı. Onlar inkârcı.
Hayır! tabii ki Kan Davası güdülmesin.
Ama, hakikatleri reddettiğiniz sürece yaraladıklarınızın yaralarına tuz basmış olursunuz.
‘Pansuman değil, kezzap!’ CHP+MHP Çizgisi’nin duruşu budur.
Hakikat sağaltır. Yalanlar, dolanlar kızdırır ve azdırır. Yaranın kabuğunu yeniden yeniden kaldırır.
Abdullah Gül olanca beyefendiliğiyle, devlet adamlığıyla, barışın/sağaltmanın öneminin bilinciyle, kalktı gitti Ermenistan’a.
Dünyanın sonu mu geldi?
Taçlandırdı bizi işte.
Ben Kemalist değilim. Hatta Fanatik Kemalistler’e olan yabancılaşmam/kızgınlığım/ kırgınlığım her manevralarında katlanıyor. Ama onlardan (ç)alıntılayıp Mustafa Kemal’in en mühim lafını ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ diyeceksek eğer; onurumuz, gururumuz, efendiliğimiz ve olanca şahsiyetimizle barışın, antimilitarizmin, kardeşliğin, samimiyetin yanında duracaksak, durabileceksek-
Buna bir yerlerden başlamamız lazım.
Cumhurbaşkanımızla ne kadar iftihar etsek azdır bu onurlu ilk adımı attığı, atabildiği için.
Ben şahsen, Abdullah Gül cumhurbaşkanımız olduğu için onur duydum. Duyuyorum.
RADİKAL
YAZIYA YORUM KAT