Biz Ölüyoruz Ama Onlar da Kazanamıyorlar
Batılı gazete ve politika dergilerinde Türkiye hakkında yazılan makaleleri okuduğumda, “Yahu,” diyorum, “bunlar burada böyle yaşanmadığına göre, kesin bir paralel evren var.”
Örneğin karşıma belki de bin kez, bin beş yüz kez “Erdoğan'ın Kürtlere karşı açtığı savaş”, “ordusuyla Kürtlere karşı başlattığı harekat” ifadeleri çıkmıştır. Peki gerçek öyle mi?
Bir çocuk bile açıp Türkiye'deki haberleri izlediğinde failin adının başka olduğunu görebilir oysa: “PKK'dan polis aracına bombalı saldırı”, “PKK'dan emniyet müdürlüğüne saldırı”, “PKK'nın yola döşediği bombalı düzenek patladı.” PKK, PKK, PKK... Onu geçin, PKK liderlerinin açıklamaları dahi yeterli Batı'daki haber ve yorumlarla gerçek arasındaki farkı görmek için.
PKK'nın tüm Kürtlere eşitlendiği, imtinayla failin yerine kurban, kurbanın yine fail yazıldığı Batılı görüş ve analizlerle var olan arasında siyah ve beyaz kadar keskin fark artık bir rutine dönmüş vaziyette karşımıza çıkıyorsa, bu kadar çarpıtma, hele ki işi gazetecilik, araştırmacılık, analistlik olanlar tarafından yapılıyorsa, burada iyi niyet, hata, perspektif farkı aranamaz. Artık kesin bir bilgi, keskin bir gerçektir ki, tüm dünyaya kasten yalan söyleniyor, Türkiye'de olan biten maksatlı ve sistematik biçimde çarpıtılıyor, tüm dünyanın Türkiye hakkındaki algısı ısrarla gerçekle alakası olmayan bir şekle dönüştürülüyor.
PKK'nın yaklaşık bir sene önce sona erdirdiği ateşkes sonrası başlattığı 'özyönetim' teröründe güvendiği iki dağ vardı: Birincisi dışarıdan alacakları yoğun destekti, ki bu noktada kendilerine sınırsız imkan sunuldu. Örgüt, Suriye uzantısı PYD'ye ABD, Rusya ve AB ülkeleri tarafından verilen meşruiyetle silah, mühimmat, lojistik vb pek çok katkının yanı sıra inanılmaz bir moral destek buldu.
İkinci güvendikleri ise Kürt halkından görecekleri destekti. İşte o dağa kar yağdı. PKK, HDP'ye siyaset yapsın diye destek veren Kürtleri, ateşkesi bozmadan önce iki yıl boyunca “AK Parti IŞİD'i destekliyor, IŞİD Kürtleri öldürüyor, demek ki AK Parti Kürtleri yok etmek istiyor” propaganda ve kampanyalarıyla zehirleyerek savaşın altyapısını hazırladı. Farz edilmişti ki yıkadıkları beyinler, çözüm masasını devirip 'sokağa çık' diye emrettiklerinde söz dinleyecek, 'serhildan' dediklerinde kendilerini ateşe verecek, PKK'nın kirli savaşına kendilerini feda edecek. Olmadı.
Önce Kürtleri sokağa çıkarıp, ardından Batı'ya yönelecek terör saldırılarıyla Türkleri de sokağa indirecek plan, malum makalelerde tarifi zor bir keyifle tasvir edilse de, işlemedi. Ardından gelmesi arzu edilen askeri müdahale de bir türlü gerçekleşmedi. Lakin hayalperestler hala hayal kurmaktan vazgeçmiyor ve paralel evrenden yaptıkları yayını kesmiyor.
CFR'ın Foreign Affairs dergisinde 30 Mayıs tarihinde yayınlanan, Washington'daki Ortadoğu Enstitüsü Uzmanı Gönül Tol'un “Türkiye'nin sıradaki askeri darbesi” başlıklı yazısı bu bakımdan ilginç. Aslında 'ilginç' ifadesi bile bu makale için fazla; yazı fantastik, zavallıca ve ciddiye alınmayacak kadar gülünç. Ancak ABD'nin bu 'köklü' dış politika ağırlıklı düşünce kuruluşunun ve 'saygın' düşünce dergisinin düştüğü yerin altını keçeli kalemle kalınca çizmek adına yer vermek gerekiyor.
Vezneciler saldırısından birkaç gün önce yayınlanması nedeniyle dikkatleri üstüne çeken söz konusu makale, esasa gelmeden yaptığı girizgahta, daha önce Ergenekon ve Balyoz gibi davalar nedeniyle arası bozuk olan AK Parti ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Gülencilere karşı işbirliği yaptığını, bu işbirliğini bozacak yegane faktörünse PKK olduğunu iddia ediyor.
Yazının 'Erdoğan'ın Kürtlere karşı savaşı' iddialarıyla başlayıp 'ordunun her daim AK Parti'nin başlattığı çözüm sürecine karşı olduğunu' söyleyerek devam etmesindeki devasa çelişki bir yana, yazarın bundan medet umacak hale düşmesi oldukça acıklı. Tol, Michael Rubin gibi ABD neoconlarının birkaç ay önce ortaya attığı darbe iddialarını dahi AK Parti hükümetine yakın çevrelerin üstüne yıkıp, TSK'nın bu iddiaları reddettiği açıklamasını öne çıkarırken, bu reddiyenin nedenini de sadece şu anda eksik gördüğü 'halk desteği'ne bağlamakta sakınca görmüyor.
Ve şöyle bir hayal kuruyor Foreign Affairs'de Tol: “Eğer PKK ve devlet arasındaki çatışmalar kontrolden çıkarsa, eğer kitlesel şiddet Batı'daki şehir merkezlerinde güvenlik zafiyetlerine yol açarsa ve eğer büyük bir ekonomik çöküş yaşanırsa, ve eğer hükümet giderek otoriterleşirse, ordu harekete geçebilir. Bu şartlar, büyük hükümet karşıtı protestoları tetikleyebilir. Eğer Erdoğan sert polis baskısı ile cevap verirse ve eğer daha fazla kaos ve kan dökülen eylemler yaşanacak olursa, generallerin yönetimi devralması için halkta talep oluşabilir. Bu tehlikeli ve istenmeyen senaryo dahilinde bile, generaller askeri anlamda müdahale etmekten çok siyasi olarak devreye girip hükümetin istifa etmesi için baskı kurabilir.”.
Hikayeyi bilirsiniz: Adam yolda giderken bir nal bulmuş. “Tamam,” demiş, “şimdi geriye kaldı üç nalla bir at.”. Özetle, altı kocaman 'eğer' gerçekleşirse halk belki askerin devreye girmesini isteyebilirmiş, eğer halk isterse de asker bize yeni bir 28 Şubat yaşatabilirmiş. Ne diyelim, olur da bu 'eğer'lerin hepsi gerçekleşirse o gün gökten kemik de yağabilir.
Plan yapıyorlar, tuzak kuruyorlar. İç savaş hayallerinden darbe rüyalarına dalıyor, başarılı olamadıkça da eskimiş projelerini allayıp pullayarak yeniden pazara sürüyorlar. Aliya İzzetbegoviç'in dediği gibi, “Biz ölüyoruz ama onlar da kazanamıyorlar.”.
Yeni Şafak
YAZIYA YORUM KAT