Biz “dindarlar”...
“Mutlu olmanın iki yolu vardır” diyor Benjamin Franklin; “ya isteklerimizi azaltmak, ya da imkânlarımızı çoğaltmak.”
İmkânlarımız çoğaldı, ama galiba renklerimizi yitirdik.
Öylesine renksizleştik, kimliksizleştik ki, sonunda “tesettür”le “moda”yı bile yan yana getirmeyi başardık.
“Tesettür”den yola çıktık, “tesettür defilesi”ne, hatta “tesettür mayosu”na geldik!
“Tesettür defilesi”nin ön sıralarında “sünnet sakalı”mız, “sünnet bıyığı”mızla baktım “biz” oturuyoruz...
Yanımızda mankenler gibi ağır makyajları, pahalı türbanları ve açılmakla kapanmak arasında kararsızlığı ele veren kıyafetleriyle, eşlerimiz, kızlarımız, gelinlerimiz...
Podyumda “çamaşır defile”lerine itirazsız çıkmalarıyla ünlü mankenler: Ama bu kez hepsi “tesettürlü”...
Defileyi organize eden giyim firmasının patronu, “tesettür reklâmı” (kendisi bu iddiada) yaptığı inancı içinde mutlu; ucundan kıyısından da gururlu...
“Bak neler başardım” havasında bacak bacak üstüne atmış, para hatırına kapattığı “tesettürlü manken”leri alkışlıyor.
Bendeniz ise gazetedeki “tesettür defilesi” fotoğraflarına bakıp düşünüyorum:
“Tesettürün üzerine bu kadar gelinmeyip (başları cebren açmaya kalkışmayıp) bize, yani dindar kesime bıraksalar, tesettürü ‘tesettür’ olmaktan çıkarır mıydık?..”
Sanırım sorunun cevabı “evet”tir...
Tek şartı var: Biraz zenginleşmemiz, makam-mevki sahibi haline gelmemiz...
Şu bizim “sonradan görme”lerin eski halleriyle yeni hallerini karşılaştırırsanız, ne demek istediğimi anlarsınız.
Eski fotoğraflarında her yeri kapalı olan hanımefendinin yeni fotoğraflarında sadece başı kapalı...
“Tesettür”ün amacı, kadın cazibesini örtüp “nâmahrem” nazarlardan saklamaktır. Yeni tür tesettürde ise “saklama” yok, tam tersine, vücut hatlarını sergileyip kadını daha da “cazip” hale getirmek var...
Yani “tesettür” bir “biçim” meselesi değil, dinî bir meseledir...
Dini mesele olduğu için de “moda”ya göre şekillenemez.
Dinin “tesettür” emrindeki amaca aykırı kıyafetler içinde aslen “açık-saçık” sayılan bir sürü “tesettürsüz”, “altı kaval üstü Şişhane” kıyafetlerle “tesettür” adına ortalıkta dolanıyor, ayrıca “tesettür” defileleri düzenleniyor, “moda” dergileri yayınlanıyorsa, hiçbir “dindar” buna ilgisiz kalamaz...
Beni okuyanlar bilir: Bendeniz, moda deyişle, pek “tutucu” sayılmam, ama “tesettür” adına tesettürsüzlüğü, “İslam” adına yozlaşmayı, “paylaşma” adına gösteri ve gösterişi, “tevazu” adına gururu, nihayet “sade yaşam” adına gözü kara israfı da görmezden gelemem.
Bendeniz bu yüzden “tesettür” ve “moda” kavramlarını hâlâ yan yana düşünemiyorum. Hele de “tesettür”le “podyum”u asla bağdaştıramıyorum. Kadın kimliğinin çok yönlü istismarının simgesi olan “podyum”, kadının yüceltilmesinin adı olan “tesettür”le nasıl bağdaştırılabilir ki?..
“Ben yaptım oldu” derseniz olur tabii: Ama bedeli ağır olur!
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT