Biz de Kalalım mı?!
Hicri takvime göre Zilkade ayını artık yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Nasipse birkaç güne kadar Zilhicce ayına kavuşacağız. Yani kısmet ise Hac günlerine ulaşacağız. Bu vesileyle Hacı olmak ve günahlarından azade olmak isteyenlerin de dua ve istiğfarlarına ortak olacağız.
Yine Hicri takvime göre 1437 yılındayız. Bu da demek oluyor ki, Efendimiz (sav), Mekke'den Medine'ye hicret etmesinin... O kutlu yürüyüşü yapmasının... Zulümatın yerine nurların gelmesinin... Tağutların alaşağı edilmesinin... Irkçılığın ayaklar altında ezilmesinin... Haksızlığın, hırsızlığın, yolsuzluğun ve daha nicesinin günah/haram olarak bilinmesinin üzerinden tam 1437 yıl geçmiş!
***
Rabbimizin lütfu ile bir kez daha Mekke'deyiz. Tin Süresinde de ifade edildiği gibi Emin Beldedeyiz.
Bu vesileyle bizler de şunlara şahit oluyor ve huzur doluyoruz. Kimi Hacılar Kâbe'yi tavaf ederken, kimi umre niyetiyle sa'y yapıyor... Kimi de nafile namazları ikame ederken, kimisi de otellerde yorgunluklarını gidermek üzere dinleniyor.
Otellerin çoğunda, hatta otel odalarında dahi TV'ler bulunmakta. Bu TV'lerde çeken kanallardan birkaç tanesi de Türkiye'de yayın yapan kanallar. Haliyle böyle olunca da, insanlar özellikle de Türkiyeli hacılar, Türkiye'de olan bitenden bihaber kalmıyorlar. Dolayısıyla biz de habersiz kalmıyoruz.
Buradan şu sonuç çıkmasın. Böyle bir yerde TV'lerin ne işi var ya da ne ihtiyaç var gibi bir şikayette bulunmuyoruz. Hem zaten TV'ler olmasa bile WiFi tüm otellerde mevcut olduğundan, internet/sosyal medya aracılığı ile de tüm haberlere, hem de en hızlı şekilde ulaşabilme imkanına çoğu kişi sahip bulunmakta.
Konumumuz gereği biz de TV/Sosyal Medya aracılığı ile olan biteni imkan buldukça takip etmeye çalışıyoruz.
Böylece de, 15 Temmuz halkın kıyam hareketinden sonraki süreci, alçakça yapılan bombalı eylemleri ve en son Türkiye'nin, Cerablus operasyonuna kadar yaşananları demin belirttiğimiz iletişim vasıtalarıyla öğreniyoruz.
15 Temmuz halk direnişi ve alçakça/haince bombalı saldırılarla alakalı yorumlarda daha önce bulunduğumuzdan, bu yazıya konu edineceğimiz hususun daha çok medyanın diliyle alakalı olmasını arzu ediyoruz.
Cerablus operasyonuyla ilgili ise tek dileğimiz: Duamızdır. Bir yaşlı nine ellerini açmış olarak semaya, "beş yıldır sizleri bekliyorduk oğlum..." demesi asıl meseledir. Allah kafidir.
Aynı zamanda tedirginliğimiz yok da değil. Savaşlarda kazanmak da kaybetmek de var. Orası muhakkak. Sadece daha birkaç hafta önce darbeye yeltenmiş bir orduda bilinçlice gösterilecek bir başarısızlık da söz konusu olabilir, kaygısını taşıyoruz. O kadar. Tedirginliğimiz bundan gayrı değildir!
***
Mekke'deyiz. Mescid-i Haram'dayız. Milyonlarca insanın aynı anda, aynı kıbleye doğru, aynı mekanda başını secdeye eğdiği yerdeyiz.
Birinin, başka birine üstünlüğünün olmadığına... Siyah derilinin, beyaz derilinin, Kürd'ün, Türk'ün, Arabın, Arap olmayanın birbiriyle sohbet ettiğine... Bütün bu kesimlerin, ümmet bilinciyle hareket ederek, birbirlerine tevazu ile muamelede bulunduklarına şahit olmaktayız.
Bunlara şahit olduktan sonra, otelimize dönüp, TV/Sosyal Medya'da kullanılan, "Tekçi/Türkçü" söylemler ile karşılaştığımızda ise bu kez de farklı duygular içine girmekteyiz.
Burada somut bir şekilde o acı verici söylemleri örneklendirmeye doğrusu gerek duymuyoruz. Neden bahsettiğimiz açık ve net olarak ortada olduğunu düşünüyoruz. Anlamayanlar için ise TV'leri/Sosyal Medya'yı Kürtçü, Türkçü veya başka bir ulusun gözüyle değil de Müslüman bir gözle izlemelerini yeterli görüyoruz.
Evet, doğrudur. Bir halk ki o da Müslüman Türk halkıdır. 15 Temmuz gecesi tarihin daha önce şahit olmadığı bir kıyama öncülük etmiştir. Takdir, teşekkür ve tebrik de dibine kadar elbette kendilerine edilmelidir.
Evet, doğrudur. Yeterli değildir. Ama yine de Müslüman Türk halkı ile beraber az da olsa kıyam eden başka halkların içinde de Müslümanlardan birileri olmuştur. En basitinden ve bu yüzden olsa dahi, onlar hatırına kullanılan dile daha dikkat edilmelidir?!
Hele ki böyle bir dönemde. Hassaten, Kürtlerin çoğu üzerinde PKK hakimiyetinin kalktığı; PKK/HDP'nin eylem çağrılarına kayıtsız kaldığı; PKK ve siyasi uzantısı olan HDP'ye yönelik eleştirilerin arttığı bir zamanda! Hele ki Ümmet şuuruna sahip Müslüman Kürtlerin, hakikatleri dillendirmede ellerinin bu kadar güçlendiği bir vakitte!
Mesela. 15 Temmuz kıyamının öncülüğünü yapmış olanların aslında Türk halkın tamamı değil de bu halkın içindeki Müslüman kitle olduğu su götürmez bir vakıa! Ama nedense, bu nokta es geçilerek darbe girişimini engelleme hususunda bir halk/ulus genellemesi yapılabiliniyor. Ne yazık ki iş diğer halklara geldiğinde ise topyekûn kuşatıcı bir dil kullanılması ise birilerine her nedense ağır geliyor?!
Basiretsizlik mi?
Son kırk yıldır yaşadığımız bunca acının temel dayanağını, sorunlu olan bu dilin oluşturduğu ne de çabuk unutulmaktadır.
Somut örnek vermeyeceğimizi söylemiştik. Fakat bunu söylememiz lazım. Lütfen mazur görün. Haber kanallarında konuşanlardan biri; ilki doğrudan diğeri de dolaylı olmak üzere Kürt halkıyla alakalı bir haberde şöyle ikircikli bir tutum sergileyebiliyor.
Birinde, PKK zalim örgütünün yapmış olduğu, alçak ve hain saldırılara karşı; Van, Batman, Siirt, Bingöl'de gösterilen tepkilere, "bölge halkı tepki gösterdi" diyebilirken; Bir diğerinde, Cerablus operasyonu ile beraber, "PKK/PYD/DAEŞ'e karşı Türkiye Ordusu mücadele sergiliyor..." demek yerine, "Suriye'de bir Kürt terör devletine, Türk ordusu izin vermeyecektir" ifadesini kullanabiliyor.
Tabi burada bir hakkı teslim etmek de gerekiyor. K.Maraş Milletvekili Mahir Ünal'da bu sıkıntıyı görmüş olmalı ki twitter hesabından şu açıklamayı yapıyor: "Kürtleri durduruyoruz, Kürtler geri çekilecek gibi yorumları doğru bulmuyorum. PYD/YPG/PKK Kürt kimliğini değil, terörü temsil ediyor."
Tosun Paşa filmini hatırlarsınız. Orada Lütfü Bey (Şener Şen) karakterinin kullandığı bir replik var. "Biz de kalalım mı?" Nedense, medyada da ne zaman bu "tekçi/Türkçü" dile denk gelsek, olayın arka planını da bildiğimizden aklımıza hep bu replik geliyor.
Biz de kalalım mı?!
Bir ara cümle: -Yani, ümmetten yana olan Müslüman Kürtler, Lazlar, Araplar, Çerkezler ve hatta Ermeniler (Bir din adı değil bir halk adıdır. Gayet Müslüman olmuş olanlar vardır) vd. unsurlar olarak, "bizler de kalalım mı yoksa şu dağlara bizler de çıkalım mı?!"
Kimler, kimin kucağına itiliyor, terk ediliyor acaba?!-
İlginçtir. Yine bu filmde İskenderiye Emiri rolündeki (Mete Sezer) şahsın, Lütfü Beyin, "Biz de kalalım mı?" Sorusuna, "Başka bir zaman" demesiyle; Lütfü Bey (Şener Şen) bu kez de farklı yollara, paralel yapılanmalara, takiyye de bulunmalara tevessül ediyor!
Paralel örgütlenmelerin, terör faaliyetlerin, alternatif güç devşirmelerin ve bunları da illegal yöntemler ile yapmanın, kişi veya kurumları bu metodları kullanmaya zorunlu hale getirmenin bir yönlendirici kısmı olduğu artık gözardı edilmemelidir.
Kişiler/gruplar/zorlarsak belki halklar, eğer üstüne bir de ilke ve usül sahibi değillerse bu dilin ortaya çıkardığı ve çıkaracağı iki sonuç vardır. Ya PKK gibi bir silahlı mücadele ya da FETO gibi paralel bir örgütlenme!
Bu dili ivedilikle değiştirmek zorundayız. Ve tabi ki Anayasa'yı, yasaları da. Sonuç itibari ile şuan ki yasalara göre, hiç kimse kendisini olduğu gibi gösterme, belirtme, konuşma, yazma, tanımlama hakkına sahip değil!
Pratikte farklı olabilir. Fakat teoride halihazırda değişen bir şey yok. Pratiğin de konjönktürel olarak değişken olacağını tahmin etmek zor değil.
Bugün farklı bir durum varsa, bunun güçlü bir liderlikten ve bu liderin söylemlerinden kaynaklandığı herkesin malumu. Bundan dolayıdır ki bu güçlü lider olayın farkında olduğundan, ülkenin sıfırdan kurulması gerektiğini belirtiyor!
Ennihayetinde mevcut durum bu şekilde süregeldiği müddetçe paralel yapılanmaların sonu da kesilmeyecektir.
Son kertede;
Yeni bir ülke... Yeni bir sistem... Yeni bir anayasa... Yeni bir dil... Yeniden, hep birlikte, eşit bir şekilde, kardeşçe bir yaşam hepimizin ortak kaygısı olmalı.
YAZIYA YORUM KAT