Bitmeyen Darbe Mekaniği ve Asıl Soru: "Nereye Bu Gidiş?"
Darbeyi araştıran TBMM Komisyon raporu, MİT raporu, Hulusi Akar'ın açıklamaları ve bunlar etrafında dönen tartışmalar bazıları için Sharlock Holmes filmi tadında devam etmekte.
Saat 14.20 ila 22.00 arası neler olup bittiği; varolan ve doldurulamayan boşluklar; Binbaşı O.K.'nın verdiği bilgiler üzerinden harekete geçen Genelkurmay birimleri; saat 20.30'a kadar MİT müsteşarının bu bilgileri teyid amacıyla Genelkurmay'dan ayrılmaması vs vs vs...
Günün sonunda bir tarafça kabul edilen "ihmaller" zinciri; diğer tarafta ise sihirli sözcük "kontrollü darbe"yi ispata çalışan bir zihin yapısı. Sözde; darbenin siyasi ayağını kamuoyunun maslahatı adına tespite çalışan ve filmi başa (ama en başa değil 2002'lere kadar) sararak hükümetin bu işte biricik sorumlu olduğunu, muhtemelen sürgit devam edecek ve 2019'a kadar da kullanışlı kılınacak bir retorik imarı çabası.
Diğer tarafta darbenin mimarlarının yeni başlayan yargılamalarında görüldüğü üzere, gayet sistematik ve planlı bir "savunma" zinciri. İlk başlardaki şaşkınlıkların ve telaşın atlatıldığını gösteren, inkarlarla oyalama ve sulandırma taktikleri ve ileride AİHM'e delil olacak, Batı'da hazırlanacak raporlara sunulan fotoğraflar.
Aysberg'in tepesinde bunlar olup biterken, bütün bu siyasi mülahazalardan daha çarpıcı ve reel olan husus; darbenin hedefleri açısında 15 Temmuz'dan bu yana -15 Temmuz gecesi hariç- başarılı olup olmadığı konusu.
Özellikle de bütün bu hercümercin halka bakan yönü? 15 Temmuz'dan bu yana süreçten ciddi yaralar alan kesimler; akademiden basına, devlet memurlarından "dindar taban"a kadar hallaç pamuğu gibi sağa sola savrulan bir sosyoloji.
Darbe mekaniğinin devamı ne ol(a)madığından ziyade nelerin olduğunun içinde saklı. Ve hepsinden önemlisi toplumun önemli bir kısmında yaşananlardan kaynaklı hissiyat ve psikolojinin kendisi: Darbecinin zaten başarılı olsaydı yapmak isteyeceklerinin bir kısmının hali hazırda gerçekleşiyor olduğuna dair kanaat. Bilerek ya da bilmeyerek; beceriksizlik, hazırlıksızlık, korkular, travmalar, bürokratik zaaflar vs vs.. sebepler zincirini uzatmak mümkün ama sonuç değişmiyor. Kitleler -kendilerinden olanlar tarafından- haketmedikleri muamelelere maruz bırakılıyor; bu sürece katlanmaları/sabretmeleri isteniyor; süreç uzadıkça uzuyor, mağduriyetler logaritmik tarzda artıyor; geçici ve hatalarla malul olarak görülen gelişmelerin bir süre sonra metazorik bir siyaset olarak benimsendiğinin düşünülmesi de cabası.
Hükümet kanadında ise işlerin kontrolden çıktığının itiraf edilmesinden ziyade çarpık bakışlar, eleştirilere kulak tıkama, içine girilen girdaba alternatif üretememe hali ve durumun kanıksanmasını ve uzunca bir süre daha bu şekilde devam edeceğini ima eden yaklaşımlar.
Bütün bunlar "darbenin püskürtülüp püskürtülmediğinden" ya da "kontrollü olup olmadığından" daha önemli bir tabloyu önümüze koymuyor mu: Darbenin silahlı boyutunu önlediğimiz 15 Temmuz'dan bu yana darbecilerin de arzu edeceği bir kontrolden çıkmışlık ve kaos halinin toplumun dar kesimlerinden başlamak üzere gün geçtikçe genişleyerek hacim büyütmesi.
Çözüm; Asıl ile Teferruat Arasındaki Farkın Kavranmasında
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın avukatı Mustafa Doğan İnal Sabah gazetesine verdiği mülakatta; "Her ihbarı soruşturma konusu yapıp tutuklama ve gözaltı işlemleri yapmak mücadeleye zarar verir... adalete olan güven sarsılırsa bu en çok örgütün işine gelmektedir, gelecektir." diyor.
Mustafa Doğan vicdanlı bir hukukçunun yapması gereken uyarıyı yapıyor; uyarısı doğru ama eksik. En başa gelmesi gereken husus mücadelenin zarar görmesi değil, insanların en temel haklarının gaspediliyor olması ve bunu normalleştirmeye çalışan bir 'retorik'in medya yoluyla korunmaya ve yaygınlaştırmaya çalışılmasıdır. Zarar gören unsurların merkezinde önce "insan" sonra da "adalet"e güvenin sarsılması var. Bu noktada FETÖ ile mücadelenin zarar görmesinin teferruattan olduğunu yüksek sesle itiraf edebilmek gerek.
Ama kamuoyunun önemli bir kısmını ancak bu tarz cümleler kurarak ikna etmek gerekiyor. Nisa 135 benzeri ayetleri yüzlerce kez tekrar da etseniz, kamuoyunun önceliği olarak görülen hususu en başa koymanız kaçınılmaz. Oysa bir hukuk felsefesi normu olarak bir tane masumu haksız yere yargılamaktansa on tane suçlunun salıverilmesi evladır. Mezkur süreçte ise adeta tersi işliyor; bir suçluyu tespit etme/edebilme adına on katı masumun gerekirse yara almasına göz yumulabileceği gibi bir anlayış.
Evet; FETÖ bizden adalete ve hukuka güveni aldı götürdü. Lakin onunla en iyi mücadele bunları (adalet ve hukuku) kılı kırk yararak yeniden ayağa kaldırmaktır. Yani düşene (adalet ve hukuka) bir tekme de bizim vurmamamızdır
Yönetenlerimizin ezberlerini sorgulamasına sebebiyet verir mi bilinmez ama bizim itikadlarımızın yara almaması ve diri tutma adına bazı soruların gündemleşmesi kaçınılmazdır:
Mesela "Acınacak hale gelmemek için acınmaması gerekenler" kimlerdir?
"Bir kavme olan kinimizin bizi adaletsizliğe sevketmemesi" gerekenler kimlerdir?
"Affedersek bizim için daha hayırlı olacağı" uyarısının muhatapları kimlerdir?
"Boynuzsuz keçinin hakkının boynuzludan sorulacağı o günü" beklediklerini öfke ya da kalp kırıklığıyla ifade edenlerin tespiti için kurulan yedi kişilik komisyon gibi çareler umut aşılamakta mıdır, sadra şifa mıdır, yeterli midir?
Yaşadığımız süreci hangi ayetlerle ve tarihten hangi hadiselerle mümeyyiz bir akılla sorgulama cihetine gidilirse adalet ve hikmeti yakalamada sağlıklı bir yol katedilmiş olur?
"Beka korkusu"na dair vahyin yaklaşımı nedir? Bu korkuyu terbiye edici yöntemler ortaya konmuş mudur? "Beka korkusu"nun izalesinde her yol (keyfiliklere müsamaha) mübah mıdır? Vahiy akıl ve vicdanları bu konuda uyarmış mıdır? Vahyin "söz konusu ... ise gerisi teferruattır" gibi bir yaklaşımı var mıdır? Varsa, müminlerin yanlış yapmalarını engelleyici uyarılar neyi asıl ve neyi teferruat saymıştır?
Sözün Özü ve Son İki Soru
10 aydır FETÖ'cülüğünü kabul ya da inkar eden alçakları infazda geciken sistem; 40 yıldır FETÖ'nün mahallesine uğramamışları infazda neden bu kadar aceleci ve pervasızdır? Çarpık, yanlış ya da eksik "Kriterler" ve o kriterlerin hukuk bürokrasisinin başında Demokles kılıcı gibi sallanması adaleti ayaklar altına alıp maşeri vicdanı yara bere içinde bırakmıyor mu?
FETÖ'den nefret ettiğimiz kadar, FETÖ ile mücadele sürecinde "bu kadar da olmaz" dedirten hukuksuzluklara da Allah(cc) için buğz edip ses verdiğimiz gün bu ülkenin yarınları için yeniden umutlandığımız gün olacaktır. (Bizi -vahye rağmen- adaletin tesisinin, hakkın hukukun ikamesinin teferruat olduğuna inandırmaya çalışanların sükut ettiği gün)
YAZIYA YORUM KAT