Birlikte yol yürüyecek "dost" bulamıyorsak önce kendimize bakalım!
Yasin Aktay, dostluk üzerine oluşturulan edebiyat ve felsefenin sorunlarına dikkat çekiyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Dost bulunmaz hayal ile düş ile
Yaşadığımız dünyanın belirleyici karakteri haline gelmiş olan kalabalıklar içindeki yapayalnızlık, güvensizlik, insanların birbirine artan nefreti, mesafeleri bütün siyasi ve sosyolojik analizleri yeni baştan ele almayı gerektiren bir buhran hali.
Siyaseti dost-düşman ilişkisine indirgemek, dostlar arasında da siyasi rekabeti bireysel düzeye kadar tenezzül ettirip dostluğu tamamen tüketen bir gidişata yol açabiliyor. Bu gidişat o ikili (dost-düşman) tanımdan sonra kaçınılmaz hale geliyor zaten. Düşmanlara karşı aşırı derecede teşvik edilen kin-nefret, iktidar ve kıyım arzusu hızını alamayıp o mücadelede dost olarak konumlananlar arasında da devam ediyor. İktidar için düşmanlara karşı etiği, erdemleri askıya almayı göze alanların onu dostlar için askıdan indirmelerini beklemek beyhude hale gelebiliyor. Askıya alınan etiğin bir daha oradan indirilmemesi insanın kaybı, aynı zamanda dostun da kaybıdır.
Bu tablonun karşısına geçip dostun ne kadar az, dostluğun ne kadar olduğuna dair döktürülen edebiyatın ve yapılan felsefelerin bir teşhis peşinde değil, yaşanan durumu normalleştirme veya en hafif deyimle bu trajik duruma teslimiyetin basit ifadesi olduğunu söylemeliyiz. Oysa bütün kayıplarımızı telafi etmeye belki de dostluğa bakışımızı değiştirmekle başlayabiliriz.
Aristoteles’in “dostlarım, dost yoktur!” cümlesiyle başlayan dost kıtlığı edebiyatı ondan sonra bütün dostluk felsefelerini etkilemiştir. Peygamber efendimizin Kur’an’ın rehberliğinde “düşmanlarından dost kılma, düşmanlarını aralarında ülfet kılıp dosta (kardeşe, ashaba) çevirmekle” ilgili uygulanmış ve kanıtlanmış yolu bu dostluk paradigmasını tamamen tersine çevirmiştir.
Peygamber birbirine düşman olan, birbirinden nefret eden, birbirine kılıç sallayan, birbirinin altını kıyasıya bir rekabetle oymaya çalışan insanlardan belli erdemler peşinde, birbirini seven, birbiriyle ortak bir hedefte can yoldaşı olan büyükçe bir topluluk inşa etti.
Sonradan gelen İslam filozoflarının önemli bir kısmının dostlukla ilgili söyledikleri Peygamberin bu kanıtlanmış yolunun açtığı ufkun, gösterdiği seviyenin çok altında ve gerisinde kalmıştır.
Dostluk üzerine önemli metinler ortaya koymuş İbnü›l-Muqaffa’ gibi erken dönem İslam ahlakçıları, İran, Yunan, Hint ve Arap aforizmasının unsurlarını, İslam medeniyetinin geniş coğrafyasında çok zengin bir geleneğe doğru gelişen kalıcı ve senkretik bir etik bilgelikte sentezlediler. Onun yanısıra ibn Miskeveyh, Nasiruddin el-Tûsî ve Ebu Hayyan et-Tevhidî (Dostluk ve dosta dair görgü kuralları ve edebiyat başlıklı, doğrudan dostlukla ilgili belki tek kitabın müellifi), Maverdi, İbn Hazm gibi İslam filozoflarının dostluğa dair geliştirdikleri kriterlerin hepsi büyük ölçüde İslami olmayan kaynaklardan (özellikle Aristoteles) çok daha fazla etkilenmişlerdir. Bu etki altında geliştirdikleri kriterlerin bir araya gelmesinin çok zor olduğunun da kabulüyle dostu çok zor bulunan, nadir bir değer olarak gösterirler. Mesela İbn Hazm için dostluğun ideal bileşenlerinin tarifi bu konuda tipiktir:
“Aşkta samimi olarak istenen şeylerden biri de, Cenab-ı Hakk’ın insana samimi bir dost bahşetmesidir, konuşması hoş, imkânları bol, bir işi kavramada hünerli, üstesinden gelmede kurnaz, bir fikir ileri sürmede usta, keskin dilli, yüce gönüllü, geniş çapta bilgili, çelişkiye pek yatkın olmayan, yardımda güçlü, dayanıklı, küstahlık karşısında sabırlı, geniş çapta hoşgörülü, büyük bir müttefik, uyumlu, övgüye değer bir kişiliğe sahip, tüm adaletsizliklerden masum, yardım etmeye kararlı, yabancılaşmadan nefret eden, tüm girişimlerinde asil, gizli kötülüklerden hoşlanmayan, fikirleri derin, arkadaşının arzularını anlayan, erdemli alışkanlıklara sahip, soylu, mutlaka sağduyulu, iyi işlerde bol, gerçekten güvenilir, ihanetten aciz, cömert bir ruha, derin bir duyarlılığa sahip, sezgide doğru, tamamen güvenilir, mükemmel bir kalkan, sadakatiyle ünlü, belirgin bir sebata sahip, mizaçta sabit, iyi öğüt vermeye hazır, duygularından emin, kolay yaslanılabilir, canlı bir inanca sahip, söylediği her şeyde doğru, neşeli bir kalp, kesinlikle iffetli, yiğitlikte geniş, metanetle donatılmış, samimiyete alışkın, tiksintiye yabancı, sıkıntılı zamanlarda bir sığınak, arkadaşının yoksulluğunun mahremiyetini paylaşmaya ve onun en mahrem sırlarını paylaşmaya hazır bir dost. Böyle bir dost aşık gerçekten en büyük huzurunu bulabilir. Ama böyle bir adam nerede bulunur?”
Gerçekten gerçek dostu böyle tarif edince, bunu bulmanın da imkânsız olacağını da kabul etmek zorunda kalırsınız. Ama bu tarifte bütün özelliklerin aranan dosta yüklendiği göze çarpıyor. Bu dostu veya dostluğu inşa etmek için benim ne yapmam gerektiğine dair bir tavsiye, bir istek ve irade yok. Aradığım dost böyle olmalı, ama ya ben ne olmalıyım, biz ne olmalıyız? Biz ne olursak olalım, ama karşıdaki dost bu mükemmellikte olmalı der gibi yaptığımız bütün dost tariflerinde dostu kendi benliğimizde öldürmüş olmuyor muyuz?
Yine de İran, Yunan, Hind ve Arap aforizmasının unsurlarından etkilenerek İslam felsefe geleneğine mal olmuş bütün bu söyleme istisna olarak Gazzali’yi anmadan geçemeyiz. Gazzali, bunların hiçbirinden etkilenmeden, tamamen Kur’an ve Resulullah’ın sünnetinden, hadislerinden ashab-ı kiramın musahabesinden ilhamla dostluğa dair en kapsamlı ve bir o kadar iddialı metni yazan kişidir. Üstelik Aristoteles’i de okumuş, Arapça’ya bazı metinlerini çevirmiş olmasına rağmen, ondan etkilenmeden, dostluğu İslami sınırlar içinde olabildiğince mümkün ve bol bir değer olarak görüp göstermiş kişidir Gazzali.
Agahi’nin dediği gibi “dost bulunmaz hayal ile düş ile” dedirtir bu keşif. Dost İbn Hazm veya diğerleri gibi kendi benliğimizde, hayal ederek, düş ederek bulabileceğimiz biri değildir. Onu bulabilmek için bizim de göstereceğimiz bir çaba vardır, ispatlamamız gereken bir derdimiz olmalı. O dert yoksa, o çaba yoksa hayal ile, düş ile bulabileceğimiz tek şey yine kendi benliğimizde katledilmiş dost olacaktır.
O dostun menziline bu gidiş ile erişilmez. Ona erişmek için aşk atına binip sürmeli, Peygamber gibi, onu çok iyi anlamış olan Gazzali gibi.
HABERE YORUM KAT