‘Birleşik Arap Türkiye Cumhuriyeti’
Şerif Kandil isimli yazar Sirte zirvesinde Türkiye’ye teklif edilen Arap Komşu Birliği statüsüyle alakalı yazısına ‘Birleşik Arap Türkiye Cumhuriyeti’ başlığını kullanmış.
Gerçekten Araplarla Türkiye arasındaki ilişkiler baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Bunu kimse inkar edemez. Özellikle de Gazze saldırılarından sonra Türkiye’nin Arap alemindeki yıldızı parladı. Bunun değişik nedenleri var. Bunlardan birisi de Arapların kendi davalarına sahip çıkmayışları yani pasiflikleri. Türkiye’nin aktif politikası ve psikolojik düzeyde de ortak meselelere sahip çıkması Araplar açısından fevkalade müspet ve olumlu karşılanıyor. Bu bağlamda, Türkiye ile Arapların fiili zeminde doğan ve kurumsallaşma istidadı gösteren ortaklığına kimileri Birleşik Arap Türkiye Cumhuriyeti adını takıyor. Tabii geçmişte bu tarz benzeri ve olumsuz denemeler yaşanmıştı. Bu denemelerden birisi, 1958-61 arasında Mısır ile Suriye arasındaki Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında yaşanmıştır. Belki bir başkası da Bağdat paktıydı. Bağdat Paktı başarısız olmuştur zira kutuplaştırıcı bir özellik taşıyordu. Şimdi Şerif Kandil geçmişte Mısır ile Suriye beraberliğini remzeden Birleşik Arap Cumhuriyetine Türkiye ibaresi eklemiş. Benim tercihim ise Yavuz’a atfen Mercidabık rejimi olurdu. Lakin Türk-Arap ortaklığı esasında Suriye-Mısır ortaklığından daha kapsamlı ve ileridir. Nedenine gelince; bu ortaklık iki ülke ilişkileriyle sınırlı ve buna münhasir değil. Aksine toptan Arap Birliği ile Türkiye arasındadır. Sadece Türkiye ile Arap Birliği arasında da değil. Araplarla Türkiye de dahil komşu ülkeler arasındadır. Amr Musa’nın Sirte’de yapılan (27 Mart 2010) zirvede Araplarla komşuları arasındaki ilişkilerin kurumsallaşması için bir çerçeve ortaklığı teklif etmiştir. Ama şimdilik fiiliyatta sadece tek bir komşu ülke yani Türkiye gündemde bulunmaktadır.
*
Çad ve İran gibi ülkeler de potansiyel olarak bu ittifakın partnerleri olmakla birlikte Araplarla İran arasındaki ilişkiler şimdilik iki taraf arasında böyle bir zemine müsaade etmiyor. Araplar bu bağlamda Amr Musa’nın Arap Birliği teşkilatının İran’a da açılması teklifine sıcak bakmadılar. Bu teklifi askıda tutuyorlar. Esasında benzeri teklifler daha önce Bahreyn Dışişleri Bakanı Halit İbni Ahmet Muhammed Al-i Halife tarafından da bazı farklarla birlikte ortaya atılmıştı. BM Genel Kurulunda benzeri bir teklif ortaya atmış ve Arapların Türkiye, İran ve İsrail’in de dahil olduğu ülkeleri ortak bir mihver etrafında bir araya getirmelerini istemiş ve bunun bölgede kalıcı istikrara hizmet edeceğini ileri sürmüştür. Lakin teklifte İsrail’in de yer alması elbette ki bu teklifin ölü doğmasına neden olmuştur. Zira benzeri bir teklifi 1990’lı yıllarda bizzat Şimon Peres tarafından Yeni Ortadoğu adı altında ortaya atılmıştı. Şimon Peres, Arap Birliği teşkilatının adının kaldırılması ve bunun yerine daha tarafsız ve nötr bir isim kullanılmasını ve Ortadoğu Birliği gibi bir isim altında bir araya gelinmesini teklif etmişti. İsrail’in bu entegrasyon arayışı malum nedenlerden dolayı hüsrana uğramıştır.
*
Şerif Kandil’in ifade ettiği gibi bu süreçte Türkiye neden İran ve benzeri ülkelerden daha tercihli hale geldi? Halbuki, 10 yıl kadar önce özellikle Suriye gibi ülkelerle kanlı bıçaklıydı ve neredeyse bir savaşın eşiğinden dönülmüştü. Bunun sebebi tarihi ve sosyolojiktir. Bütün karalamalara karşın Türkiye bir bölge ülkesidir ve Arap dünyasıyla sadece Yavuz’dan beri değil Abbasilerden beri 1000 yıllık ortaklığa haizdir. Ve bu ortaklık nedeniyle toplumlar iç içe geçmişlerdir. Sosyolojik, tarihi ve coğrafi altyapıda olan ortak yönler üst yapıda yani siyasi olarak buluşmayı da kolaylaştıran faktörler arasındadır. Bundan dolayı Türkiye yüzyıllardan beri Batı’da yol alırken ve Viyana kapılarını zorlamışken; Batı ile ilişkileri hâlâ sorunludur. Hâlâ Batı tarihi ve kültürel nedenlerden dolayı şuuraltında Türkiye’yi öteki gibi yani yabancı olarak algılıyor ve bünyesinden itiyor. AB’ye girişini bile Viyana’nın barışçı fethi olarak görüyor. Halbuki, Araplar da böyle bir algı yok. Olamaz da. Özellikle de siyasi güven tesis ve temin edildiğinde ilişkilerin önünde hiçbir engel kalmıyor. Bizi bir yapan faktörler hemen devreye girerek ortaklık haline geliyor. Bundan dolayı AB ile ilgili süreç 40 yıldan beri bir arpa boyu mesafe kat edemezken ve yerinde sayarken hâlâ tam ortaklık mı yoksa imtiyazlı ortaklık mı tartışmaları sürerken, Araplarla imtiyazlı ortaklığın kıyısına vardık bile. Bunlar 10 yıl önce hayal bile edilemezdi. Türkiye’nin üstünlük taslamadan Araplarla ortak meselelerde dayanışma içine girmesi bu ilişkilerin gelişmesinin sırrı ve tılsımıdır. Bu bağlamda, Filistinli şairlerden Müfit Barguti, Erdoğan’ın Sirte’deki tek Arap lider olduğunu söylemiştir. Araplar Türkiye’yi kendilerine yabancı addetmiyorlar. Türkiye yabancılığı üzerinden atmıştır. Günümüzde yeni bir Arap-Türk buluşmasının temelleri atılmaktadır. Bitirirken; Halit Halit Bey’in Cezayir Hatıratında söylediği bir hususu hatırlatalım. Halil Halit Bey de bir İttihatçı olmasına rağmen Arap-Türk ilişkileri bağlamında Çankaya Yazarı Falih Rıfkı Atay’ın tam tersini düşünmektedir. Falih Rıfkı, Zeytin Dağı kitabında olsa gerek Suriye’den Anadolu’ya avdet ederken Anadolu’yu ihmal ettiğimizi düşünmekte ve yatırımlarımızı Balkanlara ve Arap diyarına yaptığımızı ve oralara da veda etmek üzere olduğumuzu teessürle ifade etmektedir. Halil Halit Bey ise tam tersine Cezayir’le ortak yönlerimizi andıktan sonra ‘enerjimizi Batı yerine Cezayir gibi ülkelere teksif ve hasretseydik buralarda kalıcı olurduk’ demektedir. Tercih sizin… Burada önemli olan idare olsa gerek. İyi idareciler bütün dünyayı idareye malik iken kötü idareciler kendi toprağının bile idare etmekten acizdir. Dolayısıyla hayıflanılması gereken kötü idarecilerdir.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT