Bireyselleşmenin yerine ümmet ve kardeşlik bilincini kuşanmak!
Ramazan Yazçiçek, modernliğin üzerimizde estirdiği fırtına karşısında Kur'an ve Sünnet'in rehberliğinde örgütlenmiş ümmet bilincine sahip Müslümanlara ihtiyaç olduğunu vurguluyor.
“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.”[2]
Bahse konu fitne, bir toplumda sadece zulmeden, Allah’a isyan eden, tuğyan edenlere erişmekle kalmayacak olan fitnedir. Aynı zamanda bu fitne, Allah’a isyan edenlerle birlikte, hakka inandıkları halde zulme, haksızlığa ve tuğyana karşı mücadele etmeyen, oturup kalanları da kuşatan/kuşatacak olan bir fitnedir.
Burada mesajın amacı, müminleri hakkı savunmaya, batıl ile mücadele etmeye çağırmaktır. İnananlar, sadece asileri helak ile sınırlı kalmayacak bir cezaya karşı uyarılıyorlar... Keza bu ceza, bir şey yapmayarak kötülere dolaylı destek verenleri de kuşatacaktır. Nitekim Allah’ın şeriatını kabullenmek ona karşı gelmemek yeter bir tavır değildir. Yeter tavır, imanı eylemleştirmek; yanlışlara karşı çıkarak haktan yana olmak doğrunun egemen olması için mücadele etmektir. Farklı bir ifadeyle iman etmek, amel ile imanı teyit etmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmektir. Bu, ma’ruftur; her bir iyiliğe topluca talip olmaktır. Bu vazifeyi yerine getirmek, Kur’an’da, Müslümanlara şu ayet ile farz kılınmıştır:
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk (ümmet) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[3]
Burada kendisine çağırılacak olan “hayır”, Kur’an ve Sünnet’tir. Men edilmesi istenen kötülük ise topyekûn cahiliyedir. Her Müslüman bu emrin muhatabıdır. Bu çaba, hiçbir dönemde ertelenmemeli, bireysel ve toplumsal alanda ihya edilerek kurumsal olarak da ortaya konulma yolları aranmalıdır.