Birbirimizi gerçekten anlamak için kelimelerin ötesine geçmemiz gerekir...
Gökhan Özcan birbirimizi nasıl dinlememiz gerektiği konusunda birtakım hatırlatmalarda bulunuyor.
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Şimdi beni dinle, hiç konuşmayacağım!
İki kişi karşılıklı oturduğunda onların herhangi bir konuda konuşmalarını bekleriz. Genellikle de öyle olur. Ancak konuşmayıp sessiz kaldıklarında kaygı verici başka ihtimaller ortaya çıkar. Ya konuşarak bir yere varamadıkları için diyalogu kestiklerini düşünürüz ya aslında konuşacak bir şeyleri olmadığını... Bunlar isabetli tahminlerdir çoğu zaman. Ama her zaman değil! İnsanın kendi içine yöneldiği, kendisiyle konuşmaya daldığı anlar da olabilir, hem de karşısında onunla konuşmayı bekleyen biri varken.
Bu sessizlikler bir aradaki o iki kişinin en az birinin kendi içinde sürdürdüğü yoğun mükalemenin zorunlu bir sonucu olabilir. Bazen öyle sarsıcı ya da etkileyici bir şeyin yaşanmasından sonra bir araya gelinmiştir ki, her iki taraf da bunu aşacak kelimeleri bulamaz. Ya da bazen birbirini hiç tanımayan iki kişi nereden başlayacağını, söze nereden gireceğini bilemez ve tereddüt sessizlik olarak aralarında asılı kalır. Bütün bu tahminlerin ve bu tahminlerin ortaya çıkardığı ihtimallerin birleştiği bir ortak nokta var; hemen hepimiz yaşanan bu tür bir sessizlik halinin bir an önce aşılması gereken bir arıza olduğunu varsayıyoruz. Öyle midir gerçekten?
“Bir şey söylemeyecek misin?” dedi sağda oturan. Kısa bir sessizliğin ardından “Kulaklarına, hayır!” dedi karşısındaki.
İki insan arasında en iyi sessizliğin anlatabileceği şeyler de yok mudur? Birbirimizi anlamak için ille de kelimelerin sınırlarını çizdiği kelimelere mi ihtiyacımız var? Kelimelere sığdıramayacağımız şeyler olduğunda ne olacak peki? Birbirimizi kelimelerin sınırlılığı içinde eksik anlamayı göze mi alacağız? Bu yetecek mi bize? Yetiyor mu? Hep konuşarak mı anlaşacağız? Öyle mi anlayacağız birbirimizi? Konuşmadığında karşımızdakini içimizdeki karşılıkları üzerinden anlamamıza imkan verecek bir birikimiz olmayacak mı içimizde? Olmayacaksa bu, bu bir şekilde irtibatlı olduğumuz insanlarla ilgili hiçbir tasavvurumuz, hiçbir dikkatimiz, hiçbir düşünsel mesaimiz olmadığı anlamına da gelmez mi? Öyleyse orada olmamız rastlantısal bir şey değilse, karşılıklı oturmamızın anlamı ne? Kelimeler aradan çekildiğinde iki yabancı olarak orada kalıyorsak, daha fazlası olamıyorsak neden bir arada, birbirimizin hemen yanı başındayız?
“Sözcükler sessizlikten doğar ve sessizlik içinde ölür; bununla birlikte sözcükler hiçbir zaman sadece çehrenin, bakışların ve gözyaşlarının, tebessümün diliyle konuşan sessizlik kadar kırılgan değildir” diye yazmış ‘Şu Bizim Kırılganlığımız’ ismini verdiği kitabında Eugenio Borgna.
Bazen birbirimizi bulmak için kelimelerin ötesine geçmeye çalışmamız gerekiyor. Çünkü kelimeler insanların kendilerini açtığı şeyler olabildiği gibi kendilerini arkasına gizledikleri şeyler de olabiliyor. Bazen konuşa konuşa kapanıyoruz birbirimize de bundan haberimiz olmuyor. Hem kelimelerin gücü, genişliği, derinliği nereye kadar? Bunun ötesine taşacak bir şeyimiz yok mu anlatacak? Ve kelimeler yetmiyorsa anlatmaya, anlamak için daha başka kapılar, pencereler açmak gerekmez mi içimizin duvarlarında?
“Bazen birbirimizi anlamanın bütün fırsatlarını” diye söze girdi beyaz saçlı adam, “sadece birbirimize anlattıklarımıza dikkat kesilerek kaçırıyoruz” diye getirdi sonra devamını.
Fotoğraf: Arda Karaduman
HABERE YORUM KAT