Bir tutukla, bir bırak.. Bir tutukla..
“Bir şüphelinin, savcı tarafından tutuklanması istenilip, sorgu hakimince cezaevine gönderilmesinin üzerinden 18 saat geçtikten sonra salıverildiği olay sayısı kaçtır” derseniz..
“Üçü beşi geçmez” derim..
Peki, “Sorgu hakimince tutuklanıp, hemen arkasından itiraz üzerine ve oy çokluğu ile salıverilen şüpheli hakkında, 6 ay sonra ek delil elde edildiği için, sorgu hakiminin tekrar tutukladığı, ama itiraz üzerine 43 saatte salıverilen bir başka şüpheli var mıdır?” diye sorarsanız, “Böyle bir olay hiç yaşanmamıştır” derim.
Sadece Türkiye’de değil. Dünyada da böyle bir olay yaşanmış olabileceğini sanmıyorum.
Tutukla bırak.. Tutukla bırak..
Hakimlerin de kafası karışık.
Savcıların da..
Niye böyle oluyor?
Yargı, kendi haline bırakılmıyor da onun için..
Bir savcının, terör örgütü ile ilişkisi iddiası üzerine, kullandığı iş telefonu için, yetkili hakim tarafından dinleme kararı veriliyor..
Yargının en tepesi sayılabilecek olan Yargıtay Başkanı ise bu olayı eleştirip, savcı hakkındaki dinleme kararını, “Yargıtay dinlendi” diye çarpıtıyor!
O zaman soralım Yargıtay Başkanı’na, “Vatandaşın, hukuk devletine yakışır haklarla güvenceli olarak yaşama hakkını bu ülkede kim koruyacak?”
Savcının telefonu dinlenmez. Hakimin aracına ceza yazılmaz..
Yargıç devletinde miyiz biz?
Bakın somut bir olay aktarayım size..
Hem somut, hem de aktüel.
Anadolu Ajansı’ndan 4 Kasım günü geçen bir haberde, gazetemiz yazarı Abdurrahman Dilipak hakkında verilen bir beraat kararının, Ceza Genel Kurulu tarafından bozulduğu yazılı idi.
Bu yazıyı kaleme alırken, tarih: 13.11.2009
Anadolu Ajansı bozma kararını geçti ama, dün Yargıtay’ın internet sitesine girip bu dosyanın sonucuna baktım. “Henüz dosya sonuçlanmadı” bilgisi ile karşılaştım.
Yargıtay’ın sitesinde, karara çıkmadığı belirtilen dosyada verilen karar, günler öncesinden muhabirlere veriliyor.
Sayın Yargıtay Başkanı’na sormamız lazım; “Sizce bu olayda bir karmaşıklık yok mu?”
Karar henüz resmiyet kazanmadan, henüz yazılmadan, henüz dosyanın tarafına bildirilmeden hangi hakim, bu haberi ajansa sızdırmıştır acaba?..
Hhangi hakim o kararı; muhalif üye sayısına kadar, ayrıntıları ile sızdırmıştır acaba?
Ve bu sızdırma ile yapmak istenilen nedir?
Buyurun açıklayın Sayın Başkan.
Siz açıklayın, biz de size destek verelim, “Yargıtay’ın telefonlarını dinlemeyin” diyelim.
Ama, Ceza Genel Kurulu’nda yapılan görüşme, akşam ajansa sızdırılıyor, daha karar yazılmadan, bilgiler muhabirlere aktarılıyor ise, hatta bu bilgi aktarımının üzerinden 9 gün geçtikten sonra bile karar ortada değil ise, bunun sorumlusunu yakalayıp, cezalandırmanız sizin vazifeniz değil mi Sayın Başkan.
Sizin vazifeniz ama, yapmıyorsunuz!..
Yargıtay’daki yüksek hakimlere bu soruşturmayı siz yapmıyorsunuz. Şimdi bir de daha alt kademedeki hakim ve savcılara da yapılmamasını istiyorsunuz.
Böyle hukuk devleti olunur mu?
Sincan Hakimi Osman Kaçmaz’ın, gazeteci ile muhabbeti ortada. “Sana bir dava ile ilgili haber yollayayım” diyen bir hakim, şu an hâlâ görevde.. Bu rezaletin üzerine gidileceğine, hakimin dinlenmesi ile ilgili açıklamalar yapılıyor, adeta şüpheli hakimin savunması, o hakim hakkında karar verecek kurul tarafından bile, kamuoyunun önünde yapılıyor.
Ve sonra, bir bakıyorsunuz, tutuklanan albay, 43 saatte salıverilmiş!
El insaf yani..
Tutuklayan da, salıverenlerle birlikte çalışan bir hakim..
Bu kadar mı farklı olur, aynı mahkemede görev yapan hakimlerin kanaatleri..
Yoksa bir mücadele mi veriliyor?
‘Hukuk devleti’ne sahip çıkanlarla, hukuk devletini darbecilerin keyfine terketmek isteyenler arasında..
Ve bu mücadele sebebiyle mi, bu kararlar böyle farklı oluyor?
13 yüksek hakim, “Dilipak’ın yazısında suç var” diyor..
11 yüksek hakim, “suç yok” diyor.
Dursun Çiçek, bir tutuklanıyor, bir bırakılıyor. Bir tutuklanıyor, bir bırakılıyor..
Hukuk, güven demektir..
Böyle her gün farklı kararların çıktığı bir ülkede, kim kendisini güvende hissedebilir, söyler misiniz?
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT