Bir tuhaf şiddet
İki günde, üç günde bir, iğrenç bir cinayet daha ekleniyor cinayetler zincirine. Bir süre önce “Garipoğlu”, “Münevver” haberleriyle ülke çalkalanıyordu. Bir insanın işkenceyle öldürüldüğü, ölürken orasının burasının kesildiği, korkunç bir olay. Bir insan bir insana ne kadar kızabilir? Ne kadar kızarsa kızsın, böyle bir şeyi nasıl yapabilir?
Ve yakalandıktan sonraki soğukkanlılığı, bütün ailenin. Şimdi kendilerini en hafif tarafından kurtarmaya “konsantre” olmuş halleri.
Derken adamın biri, bir kadın öğretmene tecavüz etmeye kalktı. Ne olduysa oldu, beceremedi. Söylendiğine göre o da bu öğretmeni işkenceyle, eziyet ede ede öldürdü. Ünlü fıkrada olduğu gibi “cinsel eylem” ve “cinayet” aşağı yukarı aynı şey olmalı bu adamın zihninde -bu adamın ve pek çok benzerinin.
Arkasından, gene bir kadın öğretmeni, ders verdiği sınıfa girerek öldüren adam... Bunda da şiddet dozu ötekilerin gerisinde kalmıyor. Tabancayla vuruyor, ölmüyor mu kurbanı, neyse, bıçakla boğazını da kesiyor. Akan kan gözünü doyurmuştur herhalde. Bu marifeti yirmi çocuğun gözü önünde yapıyor. O yaşta bir çocukken böyle bir olayı, böyle bir manzarayı seyrettiğimi düşünüyorum, ister istemez, midem bulanıyor. Ama midem şimdi bulanıyor; o yaşta çok başka şeyler de olurdu mutlaka. Adam, bir kadını kan revan içinde öldürüyor, ama aynı zamanda yirmi çocuğa hayatları boyunca unutamayacakları bir travma yaşatıyor, kimbilir kaç tanesini ruhen sakat bırakıyor!
Bu saydıklarımın üçünde de kurban bir kadın. Böyle olması bu adamlara fazladan bir şevk veriyor herhalde.
Ama bu adamların tek sorunu “kadınlara karşı şiddet” olmasa gerek. Kadın erkek, insan hayvan, büyük küçük ayırmaksızın önlerine geleni kesip doğrama yolunda aynı azimle çalışacaklarını düşünüyorum.
Bu nasıl oluyor, nasıl oldu? Bu kadar nefreti bu insanlar nereden buluyor, nasıl biriktiriyor?
Aldığımız gerçek eğitim, aileden olsun, medyadan veya okuldan olsun, benimsediğimiz türden eğitim, şiddete dayalı ve insan hayatına değer vermemeyi içeriyor. “Ben” ve “biz” var bir yanda, öbür yanda “öteki”. Ona karşı yapabildiğin her şeyi yapmak mubah. Yakalandığında “suç” olabiliyor, ama suç olması “mubah” olmasına engel değil.
Anlattığım olayların benzerleri başka yerlerde olmuyor mu? Oluyor elbette. Oluyor ve her an olabilir. Ama özellikle sınıfa girip önce tabanca, sonra bıçakla, on yaşına girmemiş çocuklar önünde insan öldüren kişinin öyle herkeste bulunmayacak birtakım özelliklere sahip olduğunu düşünmez misiniz?
Diyarbakır maçındaki taşlamaların (bunu, memlekete dönünce okuyup, resimlerine bakarak, öğrendim) olabildiği bir ülkede bunlar da olur. “Nefret birikimi” böyle bir şey. O taşları atanların zihninde tek bir düşünce “onlar bize yaptı”... Bu, kendi yaptığını da haklı çıkarıyor.
İyi de, nereye gider bu? Bu memlekette yaşayan Türkler Diyarbakır’daki Kürtlerden daha mı hırlı? Bundan böyle Diyarbakır’ın maç yapmaya gideceği her yerde Bursa’nın intikamını almaya yeminli Türkler bulunmaz mı?
Yoksa çözüm bu mu?
Bireysel cinayetlerde gördüğümüz vahşetin bu siyasî ve ayrıca genel olarak toplumsal şiddetten bağımsız olduğunu düşünemiyorum. 12 Eylül, sözde “terör-bastırma” edebiyatıyla, bu ülkenin toprağına ideolojisinin şiddet tohumlarını -yalnız “ideoloji” değil, pratiğini de- ekerek gitti. Şimdi bütün geçmişin, ama özellikle karanlık 12 Eylül günlerinin hasadını hayatın her alanında biçiyoruz.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT