1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. Bir Tefsire Dair Yaşanan Suskunluk
Bir Tefsire Dair Yaşanan Suskunluk

Bir Tefsire Dair Yaşanan Suskunluk

Asım Öz, Ekin Yayınları tarafından yayınlanan Tefsiru'l Menar'a yönelik ilgisizliği değerlendirdi.

17 Mayıs 2013 Cuma 15:45A+A-

Tefsîru’l Menâr’ın tercümesinin ilk cildi yayımlanalı neredeyse iki yıl oluyor, geçtiğimiz aylarda on ikinci cildi çıktı. Sanırım bir iki ay içinde son iki cildinin de yayımlanmasıyla tümüyle tamamlanmış olacak tefsir. Fakat ben hâlâ tefsir konusundaki suskunluk sarmalının sebepleri konusunda merakımı gideremedim.

***

Tefsîru’l Menâr Suskunluğu

Asım Öz / Dünya Bülteni

Doksanlı yılların ortalarında tefsir usulü/tarihi okuma sürecinde tefsirlere ve müfessirlere değişik gözlerle bakmanın gerekli olduğunu anlamaya başladım. O yıllarda, bir yandan kavramsal çalışmalar, öbür yandan modern zamanlarda Müslüman olmanın mahiyetini anlama çabası içindeydik. Genel okuma disiplinimiz ve aldığımız eğitimin de katkılarıyla, aklımızın erdiği ölçüde tefsire dair epey malumatımız olmuştu. Kitaptan kitaba koşarken rastladığımız Tevhid Risalesi, Muhammedî Vahiy, İnanç ve Amelde Kur'anî Kavramlar, Günümüz Tefsir Problemleri, Kur'an'a Yaklaşımlar'ı okudukça birçok anlam kapısının açkılarını bulmuş gibi oluyorduk. İşte böylesi bir okuma sürecinde Muhammed Abduh ve Reşid Rıza adını çok duymuştuk.

O dönemde, habire bu isimleri kötüleyen hakikatsiz hakikatçilerin yaklaşımları bizi kesmiyordu doğrusu. Bu isimler söz konusu olduğunda, adını tam koyamadığımız bir basitlik, indirgemecilik görüyorduk çevremizde. Düşünmeye vurgu yapan, buna karşın 'modernist' diye kenara itilmeye çalışılan bu yazarların eserleri ve onlardan söz eden kitaplar daha çok ilgimizi çekiyor, piyasanın dışında yeni bir şeyler arıyorduk. O sıralarda, başka konuları da hecelemeye başlamıştık ama Menâr ekolünü keşfetmenin etkisi daha sarsıcı oldu. Okuma ve değerlendirmelerimize yeni bir pencere açıldı sanki. Kendi payıma söyleyeyim: bunun ceremesini de çekmek durumunda kalmıştım. Elbette o yıllarda sadece bu isimler dolayımında gündeme gelmiyordu bahsettiğim mevzular. Ancak bu isimlerin tarihsel öncelikleri onları daha önemli kılıyordu. Yıllar sonra bu isimleri var eden 'külliyat'ın tercümesi söz konusu olunca nedense hatırlamadan edemedim 'alacakaranlık yılları'.

BAŞINI KUMA GÖMMEK

Alimler, düşünürler, yazarlar yaklaşımlarını çoğu zaman eserleriyle ifade ederler. Kaleme alınan her eser gibi bunlarda parçalardan, bölümlerden ve ciltlerden oluşur. Genellikle bir müellifi hakkıyla tanımanın yolu onun oluşturduğu eserleri tanımaktan geçer. Eserlerin hangi sırayla okunup inceleneceği ise her zaman baştan belli değildir. Menar ekolü olarak anılan/bilinen akım için de geçerlidir bu söylediklerimiz. Önce yazıları ardından müstakil ve muhtasar eserleri ile tanındı bu ekolün müellifleri. Eserler arasında nasıl bir öncelik sonralık ilişkisi oluşturulacağı, eserlerde yankılanan yaklaşımlardan hangisinin temel kabul edileceği ise süreduran bir tartışmadır. Bu müelliflerden söz edildiğinde çoğu zaman birkaç klişenin hatırlanıp tekrar edilmesi de üzerinde durulması icap eden bir yaklaşım olarak kaydedilmelidir. Esasında bahsettiğim veya bahsetmeye çalıştığım bu konular bizim bu müelliflerin eserlerinden ne beklediğimizle yakından ilgilidir.

Menar ekolünün düşünce sistemini anlamak için mutlaka Tefsîru'l Menâr üzerinde çalışmak, bu eseri dikkatle okumak lazımdır. Çok belirgin bazı mefhumları tespit etmek için yapılabilir bu okuma. Muhammed Abduh ve Muhammed Reşid Rıza'nın kaleminden çıkan Tefsîru'l Menâr'ın tercüme edildiğini birkaç yıl evvelinden biliyordum. M.Ü. İlahiyat Fakültesinden Prof. Dr. Mehmet Erdoğan öncülüğünde Doç. Dr. İbrahim Tüfekçi, Doç. Dr. Rahmi Yaran, Doç. Dr. Nusret Bolelli, Dr. Niyazi Beki, Ali Rıza Temel'in çalışmaları ve Harun Ünal ile Oktay Altın'ın katkılarıyla Türkçeye çevrilmişti. Bu tefsirin yayımlanacağını işittiğimde yayımlanmasıyla birlikte, ne kadar, nasıl okunacağını, boyutlu düşünme gerekliliğinin fark edildiği ilim dünyamızda, dolayısıyla gazetelerde ne tür tartışmalara yol açacağını merak edip duruyordum.

"Tefsir okumadan maksat (...) doğrudan Kur'ân'ı anlamak, bizzat onun hidayet vasfını ortaya çıkarmak ve ondan yararlanmak; ümmetin ıslâhı, yeni bir gençliğin inşası için çalışmak olmalıdır. Ondan asıl maksat işte budur" sözleriyle takdim olunan Tefsîru'l Menâr'ın ilk cildi yayımlanalı neredeyse iki yıl oluyor, geçtiğimiz aylarda on ikinci cildi çıktı. Sanırım bir iki ay içinde son iki cildinin de yayımlanmasıyla tümüyle tamamlanmış olacak tefsir. Fakat ben hâlâ tefsir konusundaki suskunluk sarmalının sebepleri konusunda merakımı gideremedim. Gerçi, tefsirin son yılların kaynak eser basımı dikkate alındığında çok satıldığını duymak sevindirici, ama olur olmaz meselelerde günlerce tartışmayı seven köşebentlerin, mahallenin kitap eklerinin tefsire bir iki satırla da olsa değinmemiş olmaları gerçekten düşündürücü. Yoksa altmışlı yıllardan tanıdığımız o bilinen dışlama işlemi yapılacak, tefsir görmezlikten mi gelinecek? Pek sanmıyorum. Çünkü Türkiye'deki İslâmi bilinç altmışlı yıllara göre epey gelişti. Öte yandan bahsettiğim yıllarda bu tefsirin müellifleri üzerinden yapılan çarpışmaların çıkardığı boş sesler de hatırlanmalı. Esasında bu suskunluk, bir bakıma 'nostaljik üçgene' teslim olan İslâmcı kültürelliğin çıkmazlarını tespit etmeyi de mümkün kılıyor. Vulgarize tarih, mistik kodlar ve pan roman üzerinden işleyen zihinselliğin bu tür mevzulara kafa yormayışı dolayısıyla da gündemleştirmemesi garip karşılanmayabilir.

Şunu söylemeyi deneyebiliriz: Tümüyle sessiz kalınacağını zannetmiyorum, buna aklım yatmıyor doğrusu. Ders halkalarında okunduğunu ve tefsirin sindirilmekte olduğunu düşünebiliriz. Gelgelelim, tefsirin mahiyetini bilenlerin bu tefsire hiç değinmemiş olmaları bir şüphe kaynağı oldu benim için. Oysa, bu tefsirin ortaya koymuş olduğu anlayış Türkiye İslâmcılığın doğuş yıllarında oldukça tesirli olmuştu. İlk elde Mehmed Akif'in yazılarını ve çevirilerini hatırlamak yeterli bu konuda. Ahmed Hamdi Akseki'nin bazı çalışmaları da hatırlansa hiç fena olmaz. Hele Türkçe ibadet karşısındaki konumlanışlar söz konusu olduğunda bu etki alanına Elmalılı Hamdi Yazır'ı bile dâhil edebiliriz. Ne var ki, Cumhuriyet devri İslâmcılığının önde gelen gür sesli simaları bu anlayışa mümkün mertebe uzak durmayı hatta bu anlayış sahiplerini kibirli bir eda ile habisleştirmeyi tercih ettiler. Her ne kadar bu anlayışın oluşturduğu havanın kendisi kontrol edilemeyip etkisi kırılamadıysa da bu zelilleştirici söz stratejisi oldukça tesirli oldu. Önyargıların, yakıştırmaların, suçlamaların eşliğinde büyük bir saldırının konusu oluverdi bu tefsirin inşa etmeye çalıştığı anlayış. Öyle ki, ölçütler salt ilmi ölçütler olmaktan uzaktı bu tefsir ve müellifleri söz konusu olduğunda. Elbette Diriliş gibi dergilerde bu tefsirden mukaddimesi başta olmak üzere pasajlar da yayımlandı. Fakat bir süre sonra devam etmedi, belki de edemedi bu çeviriler. Şimdilik bunların mahiyetinin ne olduğunu bütün boyutlarıyla nüfuz etmemiz mümkün değil.

TEFSİRİN BAĞLAMI

Adı Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakîm olan bu tefsir ilgili literatürde Tefsîru'l-Menâr adıyla anılır. Muhammed Abduh'un da editörlüğünü yaptığı tefsir Nisa Sûresi'nin de yer aldığı 4. cilde gelindiğinde Abduh'un vefatı üzerine Reşid Rıza tarafından Abduh'un el-Ezher'deki tefsir derslerinden aldığı notlar ışığında derlenip yayınlanmaya devam etmiştir. Ne var ki Kur'an surelerinin sonuna gelinemeyen tefsir bu kez de Reşid Rıza'nın vefatı üzerine Yusuf Suresi'nde inkıtaa uğramıştır. Bu eksik kalış halini duyup da Muhammed Abduh'un yıllar evvel Reşid Rıza'ya söylediği şu sözleri hatırlamamak olmaz: ""Kur'ân'ın her yönden tefsir edilmeye ihtiyacı yoktur. Pek çok tefsirler var ve bu tefsirler birbirlerinin ihmal ettiği noktaları tamamlayıcı mahiyettedir. Şimdi Kur'ân'ın tamamının değil, bazı âyetlerinin tefsirine hem de şiddetle ihtiyaç vardır. Hem tam bir tefsire ömür kâfî gelmeyebilir."

Ancak, Amme Cüzü Tefsiri, daha önceden Muhammed Abduh tarafından yapılmıştır. Ve Amme Cüzünün çevirisi de Ekin Yayınları'nın yayınlamakta olduğu Tefsîru'l-Menâr'ın son bölümüne ilave edilecektir. Muhammed Abduh'un Ezher'de vermiş olduğu derslerde tutulan notların Reşid Rıza tarafından el-Menâr dergisinde yayımlanmasıyla ortaya çıkan tefsirin ilk baskısı 1928 yılında yapılmıştır. Yayımlandığı dönem düşünüldüğünde, isminde taşıdığını tınının ne kadar önemli olduğunu hakkaniyetli olarak düşünenlerin fark etmemesi mümkün değil. Belki bu yüzden bugün bile medreselisinden akademisyenine değin Kur'an üzerine ilmî çalışmaların, en çok atıfta bulundukları kaynaklar arasında yer alır bu tefsir.

Tefsirin tercüme edilen ilk cildi tefsir konusunda oldukça önemli bilgiler içermektedir. Tefsirde, okura kuru rivayetler sunmanın ötesine geçerek, o dönemdeki toplumsal ve kültürel sorunlara dair 'açılımlar' getirmeyi öncelendiği hemen fark edilecektir. Tefsirin tanıtım metninde yer bulan şu ifadeler bunun bir örneği olması bakımından son derece önemlidir: "Dilsel/linguistik tahlillerden geniş tarihî rivayetlerin ve farklı tefsir yorumlarının değerlendirmesine, mevcut durum tespitinden hali hazırda Müslümanların bugünü ve geleceklerini inşa noktasında neler yapmaları gerektiğinin muhasebesine kadar birçok söz söyleyen Menâr'ı tek tür bir tefsir olarak tanımlamak ya da bir kategoriye dahil etmek neredeyse mümkün değildir. O bir yandan mevzui/konusal yönü ağır basarken başka bir yandan da yoğun dilbilimsel tahlillerin yapıldığı filolojik ve kavramsal bir tefsir özelliğine bürünmektedir. Ama bütün bunlar yapılırken Kur'an ümmetini yeniden inşa etme özlemine dönük olarak tarih-toplum ve sistem değerlendirmesinden müelliflerin bir an olsun kopmadıklarını görüyorsunuz. Özetle birçok tefsir çeşidini bünyesinde toplayan Menâr Tefsiri'nin en genelde hem müelliflerinin temsil ettiği misyon, dâhil oldukları ekol ve hem de muhtevası dikkate alındığında ağırlıklı olarak içtimai tefsir özelliği taşıdığı söylenebilir." Bu yaklaşımın kendi dönemi için oldukça yenilikçi bir durum olduğunu da ifade etmemiz lazım. Tefsirle alakalı kayda değer değerlendirmelerden birini Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük Tefsir Tarihi'nde tafsilatlı olarak bulmanın mümkün olduğunu belirtmekle iktifa edelim. Elbette, bu bahiste söylenecek çok şey var. Bugün bana, diğer her türlü övgü ve yerginin ötesinde, Bilmen'in ağırbaşlı, "hürmetli nesnelliği" en çok övgüye değer yönü gibi görünmektedir.

Tefsirin son ciltlerinin birkaçının başında yer alan şu pasaj tefsirde izlenen yöntem hakkında ipuçları sunmaktadır: "Bu tefsir sahih nakil ile apaçık aklı bir araya getiren yegane tefsirdir; hikmet-i teşrîi (ilahi yasamanın hikmetini) açıklamakta, Allah'ın insanların hayatına egemen olan yasalarını (Sünnetullah) sergilemekte,Kur'ân'ın her zaman ve mekândaki bütün insanlar için hidayet, yol gösterici olduğunu ortaya koymakta, Kur'ân'ın yol göstericiliği ile bu asırda ona sırt çevirmiş Müslümanların durumunu, buna karşın onun ipine sımsıkı sarılan selefin (ilk kuşak Müslümanların)durumunu karşılaştırmakta ve değerlendirmeler yapmaktadır. Bütün bunları yaparken kolay bir dil ve üslup kullanmış, tefsiri ilmi ve edebi kavramlara boğmaktan kaçınmış, herkesin anlayabileceği fakat aydınların da kendilerini müstağni göremeyeceği bir düzey tutturmuştur. Bu tefsirin mahiyetini ve İslâm'ın bilge âlimi Üstad İmam eş-Şeyh Muhammed Abduh'un (r) Ezher'de verdiği derslerde izlediği yöntemi kısaca bu şekilde özetleyebiliriz."

İlk ciltlerin başında ise Muhammed Abduh'un şu duası yer almaktadır: " Rabbimiz! Sana tevekkül eder, günahlarımızdan arınıp yalnız Sana yönelmeye çalışırız. Muhakkak ki dönüş yanlıca sanadır. Rabbimiz! Bizi inkâr edenlere bir fitne kılma ve bizi affet. Rabbimiz, doğrusu Sen şanı büyük olansın, hâkimsin. Ya Rab! Fazlının kapılarını bize aç, kavlinin sırlarından dilediğini bize öğret ve bizi Sana hangi lisan ve uzuvlarla şükredeceğimize yönelt. Yaratılmışlar içinde hakkı kabule yakın olanları irşad etmek için hakkı izah etme noktasında yardımını diliyoruz. Senin apaçık kitabın olan Kur'an'ın, yüce bir kelime olarak hâkim hale gelmesini ve resullerin sonuncusu olan Muhammed'in (s) ve tüm nebilerin rehberliğine gereğince uyanlara büyük bir güç kaynağı olmasını diliyoruz. Allah'ım! Eza ve cefaya duçar olmuş bu ümmeti esenliğe ve afiyete ilet. Ve bu ümmeti, kurtuluşa erenlere, erdirenlere bir düşman; sapıklığa düşenlere, düşürenlere bir fitne kılma!"

Ne yazık ki, Türkiye'de bu isimlerin yazdıklarıyla bütüncül olarak tanışmakta çok geciktik. Bana öyle geliyor ki altmışlı yıllara kıyasla içinde bulunduğumuz şu an, söz konusu tefsiri değerlendirmek için en uygun zamandır. Islahat ve tecdid hareketine özgü kanaatleri içermesinden dolayı klasik tefsirlerden farklılaşan Tefsîru'l-Menâr hakkındaki suskunluğun bir biçimde aşılması gerekir. Tabii tefsir etrafında oluşan sisin altında zamana ve eskiye dair ne tür bir bakış açısının bulunduğunu kavramak istiyorsak. Yok, eğer böyle bir derdimiz yoksa bence İslâmcılığa dair alabildiğine soyut tartışmalarının kayda değer hiç bir anlamı olmayacaktır.

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum