Bir sıkıntı var ama kurumlar arasında değil...
Yaşanmakta olan bütün olayların, o olaylara atfedilen gerilimin ve sıkıntıların temelinde cevap bekleyen tek bir soru vardır:
Türkiye, Balyoz / Ergenekon / Ayışığı vb. gibi darbe planları ve belgelerini gerilim oluyor diye örtbas mı etmeli, yoksa hukuku tatbik ederek sonuna kadar gitmeli mi?
Evet, hayır!..
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı bir araya geldiğinde bunu mu konuştular bilmiyoruz ama bütün bu konularda yapılacak her türlü zirve, toplantı, kulisin cevap bulmak zorunda olduğu soru budur.
4 kez darbe yaşayan ve darbelerin ürettiği gerilime, kaosa ve karanlığa katlanan, tahammül eden bir ülkenin, darbeyle hesaplaşmanın gerilimine dayanamayacağı mı söyleniyor?
Darbeyle yüzleşme örtbas mı edilecek, yoksa son sözü yargının söylemesine imkan mı verilecek?
Evet ülke gerilime sürüklenmesin.
Evet, kurumlar arası sıkıntı olmasın.
Evet, özellikle de silahlı kuvvetler yıpratılmasın.
Bu “huzur”un bedeli ne olacak peki?
Darbe planlarını, provokasyon belgelerini, fişlemeleri, faili meçhulleri, andıçları halının altına süpürüp üzerine uzanırsak gerilim bitmiş, kurumlar itibarını kurtarmış, Ankara rahatlamış mı olacak?
Olmayacak...
Kimsenin gözünü uyku tutmayacak. Ne darbeci ders alıp, akıllanmış olacak ne de sokaktaki insanın merakı bitecek.
Mesele bu noktaya geldikten sonra tek çözüm adil, dürüst, baskı altına alınmayan bir yargılama marifetiyle darbelerle hesaplaşmaktır.
Tanımları da doğru yapalım...
Yaşanmakta olan şey kurumlar arası sıkıntı değil, silahlı kuvvetlerden kaynaklanan ve özeleştirisi yapılmadığı için kendi içinde büyüyen bir sıkıntıdır. Geçmişinde darbeler bulunan bir kurumun bazı personelinin yakın geçmişte yeniden bu işlere hem de birkaç kez ve hem de farklı ekiplerle tevessül ettiği gerçeği vardır. O gerçek eskiden olduğu gibi gizli kapaklı kalsaydı, örtbas edilmiş olsaydı, sümenaltı edilip unutturulsaydı mesele olmayacaktı. Gerilim de olmayacaktı... Zira, yakın bir zamana kadar askerin darbeye teşebbüs etmesi tıpkı darbe yapması gibi bir suç değildi. Yapanın da yapamayanın da yanına kar kalıyordu.
Şimdi, 50 yıl sonra ilk kez darbe bir suç ve ayıp olarak yaftalandığında, darbe zanlıları kanun karşısına çıkartıldığında ortaya çıkan tabloya “gerilim” denmeye başlandı.
Darbe örtbas edilseydi istikrar denilecekti.
Ergenekon’un devlete egemen olduğu yıllarda devlet krizi yoktu, bu örgüt ve uzantıları tasfiye edilmeye başladığında buna demokratikleşme demekten korkanlar, “devlet krizi var” demeye başlıyor
Asker, kimseye hesap vermeden bütün haklardan ve hukuklardan üstün bir yerde dururken “rejimin teminatı”ydı, hukuk kışlanın kapısından girmeye başladığında buna direnenler, olup bitene “rejim krizi” adını veriyor.
Toplum, hukuk, sokak, siyaset, sivil toplum, çok sesli medya darbeyle yüzleşmek için hamle yaptıkça, darbeden ve darbenin bir faktör olarak ülkenin tepesinde sallanmasından faydası olanlar, “ülke gerilime sürükleniyor” diyor.
Oysa gerçek böyle değil; çekilen sancı da gerilimden değil, değişimdendir. Herkesin tabi olması ve hatta herkesin bir parçası olması gereken değişimden...
Türkiye, hiçbir kurumun arzusunun ve hevesinin alt edemeyeceği bir bilme arzusu, bir merak ve değişim yoluna girmiştir. Bu arzudur ki cini şişeden çıkarmıştır.
Cinin şişeden çıkması da hükümetten bürokrasiye, Meclis’ten TSK’ya kadar bütün kurumların ve illa da o kurumların hayat damarı, varlık sebebi olan milletin hayrınadır.
STAR
YAZIYA YORUM KAT