Bir şehidin son secdesiyle tutunuyorum hayata
Yıl 2005…
“Bir şehidin gözlerinde görüyorum hayatı” başlıklı bir yazı yazmıştım…
Yaşama tutkusu ve ölüm korkusuyla bin yıl yaşamak isteyen Yahudilerle, gerçek yaşam için ölümün üstüne üstüne yürüyenlere dair…
“Size hayat veren şeylere sizi çağırdığında Allah ve Rasûlüne icâbet edin” diyordu ya Rabbimiz; ölüyü ve diriyi, kazancı ve kaybedişi ve daha nice kelimeleri gerçek anlamlarıyla bize öğrettiği Kitabında…
O yüzden değil miydi “Kabe’nin Rabbine yemin olsun, vallahi kazandım’ diyenler, tarih boyunca.
O zamanlar Afganistan ve Çeçenistan direnişi ve taşlarla mücadelesiyle Filistin gündemlerimizdeydi.
Meğer ölümle hayatın arasındaki ince çizgiymiş bizi diri tutan…
Adandığın bir dava, verilecek canlar, feda edilecekler, yolunda ter akıttığın bir inancın olunca, yücelerde oluyormuş gönlün…
Şehidlerin bereketi yavaş yavaş çekilince aramızdan, savruluşların derin acılarını yaşadık. Hiç ummadığımız terkedişler sarstı ilkin gecelerimizi. Uykularımızdan sıçrayıp, dünyaya kurban verdiklerimizin gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu sorguladık…
Sonra, yeniden ve yeniden iman ettik ayetlere…
Kitapta, imandan sonra yüz çevirenleri, ‘ednâ’, en aşağı olanı, dünyayı tercih etmeleri sebebiyle kendilerine ilim verildikten sonra dönenleri okuduk bir kez daha iman ederek.
Ve korktuk, içimiz titredi kayboluşlardan.
‘İhdina’s-sırâtalmustagîm’e bir kez daha yapıştık sımsıkı…
Sessiz sessiz eskimeyen marşlarımızdan mırıldandığımız günlerden bir gün;
“Yalnız bırakılsak savaş yolunda
Olmasa yanımızda yol arkadaşı
Karşımıza çıksa bütün bir dünya
Dönmek yok, sürdüreceğiz savaşı.
Şehadet bir tutku, bir özlem bize
Ölüm bir son değil, diriliş bize…”
Bir kıvılcım düştü dünyaya…
“Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran” Rabbimiz, yeniden dirilişler getirdi günlerimize.
Gazze bir mektep oldu ve öğretti bildik sanıp bilmediklerimizi.
Hatırlattı unutup yitirdiklerimizi…
Bir yandan derin çaresizlikler yaşarken biz, çareyi yanlış yerlerde aradığımızı öğretti.
Bir yandan onuru ve mü’min olmanın izzetini yeniden alınlarımıza kondurdu.
Kendilerini, çocuklarını, bebeklerini, kadınlarını, ihtiyarlarını feda edip şehadete koşarak aramızdan ayrılırken, tüm dünyayı ‘hayat’a davet ettiler…
Burûcun ve Ashabı uhdudun tanıkları olduk bu çağda. Zalimlerin zulümlerinde ne kadar ileri gidebileceğinin ve mü’minlerin imanlarıyla ne kadar kuvvetlenip izzetlenebileceklerinin şâhitleri olduk…
Hüzünlerimize direniş eklemezsek nefesimiz kesilebilir.
Ve secdelerimize secdeler eklemezsek direnişimiz sönebilir…
Her yeni gün bir başka ayetin tefsirini, bir başka sahabenin izlerini görüyoruz Gazze’nin yiğitlerinde.
Tarih boyunca, idama giderken son arzuları; birazdan buluşacakları Rableriyle son nefeslerinde de buluşma talepleri olan mü’minler bilirdik hep.
Ve şimdi gözlerimiz gördü, şâhitlik ettik…
“Namaza durduğunda vedâ edenin namazı gibi, son namazınmış gibi kıl” demişti ya peygamberimiz (sav)
Bir vedâ secdesi gördük…
Ölüme vedâ…
Kavuşmaya ve dirilişe merhaba…
Ve biz de artık, bir şehidin son secdesiyle tutunuyoruz hayata…
YAZIYA YORUM KAT