1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. Bir romandan fazlası: Şarkın Kandili Nureddin Zengi
Bir romandan fazlası: Şarkın Kandili Nureddin Zengi

Bir romandan fazlası: Şarkın Kandili Nureddin Zengi

Ethem Erdoğan, Ali Emre'nin "Şarkın Kandili Nureddin Zengi" isimli romanını değerlendiriyor.

10 Mart 2023 Cuma 16:30A+A-

Ethem Erdoğan / Kitap Haber

Bir romandan fazlası, davası ve sevdasıyla "Şarkın Kandili Nureddin Zengi"

Edebiyatın diğer bilimlerle ilişkisi, kendisinin güzel sanatlardan olması dolayısıyla şayan-ı dikkattir. Edebiyatın aynı zamanda oluşturduğu-ürettiğidiğer (alt) sanat dallarının da kurallarını koyması ve ürünlerin teorik kısmı dolayısıyla da bir bilim dalı olarak da değerlendirilir. Özellikle Edebiyat Tarihi, Estetik gibi alt dallar bilimdir. Bir de üretim(özellikle içerik) ve değerlendirme açısından başka bilim dallarıyla ilişki geliştirilir.

Edebiyatın başka bilim dallarıyla ilişki geliştirirken ilk uğrağı da tarih olmuştur. Edebiyat ile Tarih arasındaki ilişki farklı yönlerden incelenebilir. Edebî metinlerin bir sosyal olgu olarak içinde oluştuğu bir dönem vardır. Edebîmetinlerin istisnasız tamamında bu tarihî dönemlerin izlerigörülmektedir. Hiçbir yazar da bu bağlamda döneminin sosyal olgularından ve dil anlayışından bağımsız yaklaşamaz.

Edebiyat-Tarih ilişkisi kadim tarihlere dayandırılır çoklukla. Tarihi meselelerin edebiyata malzeme ve ilham olduğu açıktır. Aynı şekilde edebi eser ve şahsiyetler de tarihin farklı dallarına konu olabilir. Ancak edebî eserlerin de tarih için ender durumlarda belge değeri taşıdığından söz edilebilir. Örneğin destan dönemindeki tarihi bir olay için belge yoktur. Esatir-söylence bu durumda kaynak kabul edilir.

Edebiyat (roman) ve tarih arasındaki ilişkiedebiyat tarihçileri ve eleştirmenler arasındaki en önemli tartışma konularından biri olmuştur. İşin realitesinde olan şudur: geçmiş, gelecek nesillere bir tarihçinin notlarıyla aktarılır. Tarihçi bu işi yaparken dili kullanır ki bu önemli bir bağdır. Edebiyatçı da tarihçinin ilettiği bilgiyi döneminin bilinen diğer bilgi ve gözlemleriyle edebî metne dönüştürür. Burada önemli husus, yazarın tarihi olayın kendi gerçekliğine ne kadar yaklaştığı kadar, romanda nasıl işlediği meselesidir. Yine bu durum, tarihçiler açısından tamamlanmış görmek temelli bir mesele iken, o gerçeği yorumlama temelli bakış yazara mesele olur.

Tarihi Çerçeve

Müslümanlar devlet olup fetihlere başlayınca dönemin iki süper gücünden biri olan Sasani İmparatorluğunu tarih sahnesinden sildiler. Bütün Sasani topraklarını alıp Türk ve Çin sınırlarına ulaştılar. Diğeri süper güç olan Bizans'ı da Anadolu ve Batı topraklarına sıkıştırdılar. Böylece bilinen dünyanın büyük bir kısmına hükmetmeye başladılar. Hıristiyan dünyasında bu duruma tepki verildi. Önlemler alınmaya başlandı. Haçlı seferleri mesela… Haçlı seferleri başladığında hedef olan iki bölgede durum aşağı yukarı şöyledir: bu savaşlar Anadolu Selçuklu Devleti'nin sınırları Marmara Denizine ulaşınca başlamıştır. Ancak siyasi birlik yoktur Anadolu'da. Selçuklunun her komutanı bir bölgede hüküm sürmektedir. Danişmend, Saltuk, Artuk vb. Ancak Haçlılar karşısında birlikte hareket etmektedirler. Ortadoğu'da da benzer şekilde siyasi bir dağınıklık vardır. Irak ve Suriye'de Selçuklu Atabeyleri, Mısır ve Kudüs'te ise Fatımiler hüküm sürmektedir. İlk seferde Anadolu'daki savaşlarda haçlı sürülerinin tamamı da öldürülememiştir. Antakya, Urfa, Mardin, Trablus kontlukları ve Kudüs krallığı kurulmuştur. Haçlılar Kudüs'ü ele geçirdiğinde yaptıkları ise tarihin en büyük utançlarındandır.

İslam dünyasını birleştirip, Müslüman izzeti ve şerefini ikame edecek lider arayışının söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Büyük Selçuklu' da taht kavgaları vardır. Mesela Fatımiler Kudüs'ü Selçukludan almış, Antakya'ya yardıma gönderilen ordunun bazı birlikleri savaşmadan meydanı terk etmiş ve Selçuklu ordusu burada yenilmiştir. Irak ve Suriye atabeylikleri de birlikte hareket etmemiştir. Ayrıca Akdeniz üzerinden Ceneviz ve İngiliz gemileri destek malzeme getirmiştir. Bu şartlarda haçlılar bölgede tutunabilmiştir.

Nureddin Zengi'nin Portresine Dair

Ali Emre'nin ödüllü bu kitabı, yukarıda iki bölümde söz ettiğimiz iki farklı meselenin birleştiği bir kavşağı işaret ediyor bize.

Kitapta iki hikâye birbirine ekleniyor ve iki farklı nehir akışı olarak karşımıza çıkıyor. Birinci hikâye, Nureddin Zengi'nin hayat zorluklarla dolu hikâyesi. İkinci hikâye ise Nureddin Zengi'nin hayatına paralel şekilde bir genç kızın, nişanlısı Haşhaşiler tarafından öldürülen ve kendini ilme adayan Selma'nın hikâyesi. Zengi öldükten sonra, onun yaptıklarının unutulmaması için yazılan bir risale üzerine çalışarak bu kitabın geliştirilmesi için çabalayan gençlerin Selma ile birlikte yaptıkları ilmi sohbetlerden oluşuyor bu hikâye. Selma, nişanlısı Haşhaşiler tarafından şehit edilince, Zengi tarafından himaye edilmesine karşılık ona vefa borcunu ifa etmeye çalışıyor. İki hikâyenin kahramanlarının kesişmesi bir istisna dışında söz konusu değil. Selma'nın gençliğinde düğünü için davet edildiğinde gelen Nureddin Zengi ile nişanlısının cenazesinde karşılaşması. Bu bağlamda Selma'nın babasının Nureddin'in askeri olması dışında pek kesişme yok. Dolayısıyla anlatıda kahramanlar değil hikâyeler kesişiyor denebilir.

Bu romandaki kahramanların Nureddin dışında tamamının "tip" olduğunu söylemeliyiz. Tip özellikleri sivrilen ve karakter olma sınırına en çok yaklaşan da Selma. Tip olarak sayabileceğimiz bütün figürler, tipik olanı yapıyor. Tipik olan da toplum ortalaması sayılan davranışlardır. Mesela, asker bir tiptir ve gereğini yapmaktadır. Âlim bir tiptir o da gereğini yapmaktadır. Sultanın yakın dostları Emir Davud, Şirkuh ve Karakuş da tipik davranışlara sahiptir. Ancak Nureddin, kendisinden beklenmeyecek tavırlar geliştirmektedir. Şehrin ortasında Çevgen oynamak, savaş meydanında rütbesiz bir asker olan Muhsin'le sohbet edip ona korktuğunu ifade etmek vb. Burada okura gösterilen, tepkileri ve davranışlarıyla karakterimiz Nureddin'in, insan olma özelliğidir. Bu davranış tip-ik görülebilir belki ama başkomutanın bir askerle insani basit bir duyguyu paylaşması tamamen karakteristiktir. Askerin birlik komutanı ya da çavuşun konuşması tipik –tip davranışı- sayılabilir oysa. Medrese hocalarına sorular sorup konunun açılıp tartışılmasını sağlamak, Anadolu Selçuklu Sultanı 2. Kılıç Arslan'ı sıkıştırdığı zaman bile barış şartı olarak toprak istemek yerine ona nasihat edip tövbeye davet etmek vb… Nureddin yazar tarafından önce bir figür şeklinde tutuluyor ve sonra da onun karaktere dönüşmesini adım adım beklenmeyen hareketleri ve davranışları üzerinden bir lider olma macerası şeklinde gösteriyor. Bu esnada insani yönünü, unutmamasını, söylememesini, göstererek örnek olmasını, siyasi ve diplomatik teamüllere takılmadan söyleyeceğini hac görevini yaparken bile söylemesini, karakteri belli bir oranda figür düzeyinde ele alma biçimi olarak okuyabiliriz. Burada amaç da, siyaset marifetiyle hakikatin üzerinin örtülme ihtimaline karşı ön alma çabasıdır. Şarkta zor zamanlarda kolay lider yetiştiği malumdur. Onların çoğu da, kaderin cilvesi, içinden çıktığı topluluktan uzaklaşırlar. Ama Nureddin Zengi saraya çekilmez, halkın içine çıkar, meydanlarda çevgen oynar, herkesin derdiyle dertlenir. Yolunu kesen meczuplarla şakalaşır, dervişlerin çorba tasına kaşık sallar, karşısına çıkan kocakarılarla bağıra çağıra Frenklere beddua eder. Çocukların oyununa katılır, meyve toplayan kızlara sepet uzatır. Onu büyük bir sultan yapan özellikler de bunlardır zaten. Yazarın ifadesiyle "Zira suyu tersine akıtan, Müslümanların kâbusu olan Haçlıların kâbusu olan bir Nureddin'den bahsediyoruz."

Ali Emre, bu kitabında bu büyük mücahidin nasıl yaşadığını ve nasıl öldüğünü işlemiş. Onun samimiyeti, hizmetlerine yansımış. Nureddin Zengi, ömrü cihat meydanlarında geçmiş bir komutan olmasına rağmen 56 yaşına nispetle 56 medrese yaptırdığı gerçeği onun bakış açısı için açık bir göstergedir. Bu gösterge onun ilim-irfan konularına yatkınlığını, kendisinin de hafız olması hasebiyle nasıl bir profile sahip olduğunu ifade etmektedir. Yaptırdığı medreselerde İslam dünyasının büyük âlimlerini istihdam etmesi, halkına bakışı, bütün İslam dünyasına bakışı ve ömür boyu süren mücadelesi onun hem nasıl duyarlı hem de kabına sığmayan coşkulu bir lider olduğunu ortaya koymaktadır.

Romanın Hikâyesi

Haçlı seferlerinin sürekli devam etmesi ile Frenkler bölgeye yerleşip dört devlet kurarlar. Bunlardan biri de Urfa Kontluğudur. İslam âlemi darmaduman olmuştur. Nureddin Zengi'nin babası İmadüddin Zengi bir büyük olayı başarır. Urfa'yı fetheder. Hem Müslüman âleminde hem de Batı'da büyük yankılar uyandırır. Frenklerin yenilebileceği, kovulabileceğine dair düşünceler ilk kez filizlenir. Kudüs'ün ve bütün bölgenin geri alınabileceğine dair bir umut doğar böylece. Nureddin'in hikâyesi, babası İmadüddin Zengi'nin Caber'de hadım bir Frenk köle tarafından hançerlenmesiyle temellenir. Ordu dağılır. Birlik tekrar bozulur. Yerine oğlu Nureddin geçer. Her şeye yeniden başlar. Bir yıldırım harekâtıyla Urfa kurtarılır. Bütün dünyanın dikkatini çeker üzerine. Yeni bir haçlı seferi başlar bu olay üzerine.

Bir savaş öncesi, Nureddin Zengi'nin bir askerle yaptığı muhabbetle başlar sahnemiz. Muhammed Suresi 7 ve Ali İmran Suresi 160 ayetlerinde geçen "Siz Allah'ın dinine yardım ettiğinizde, Allah da sizi yüzüstü bırakmaz" ilkesi doğrultusunda hareket eder. Bir asırdan fazla bir zamandır bölgede olan Frenklerin yaptıkları melanetlere müdahale edilir. Onlarla her zeminde çarpışır. Asla siyasetin dolaylı yollarına sapmaz. Tevazuu şahsiyetin bir parçası haline gelmiştir. "Allah'ım! Zaferi sen İslam'a nasip et! Mahmut kopuğu kim ki zaferi hak etsin?" diye dua eder. Romanda başka bir yerde de kendisinden "Mahmut köpeği" diye bahsetmektedir. Mezarlıklar kendisini vazgeçilmez zannedenlerin cesetleriyle doludur, diye bir söz var. Tarihin neredeyse bütün büyük komutanları bu vehme düşmüştür, en azından hayatının bir evresinde. Nureddin ise askerlerine şöyle demektedir: "Allah, dinini korur. Biz başaramazsak, yerimize başkaları gelir. İslam, bizim üzerimize kayıtlı değil." Aynı zamanda ileri görüşlü bir lider olan Nureddin, Selahaddin Eyyubi ile özel olarak ilgilenmiş ve onu yetiştirmiştir. (Nitekim Selahaddin Eyyubi de Nureddin gibi çok iyi bir komutan olmuştur.) İslam beldeleriyle savaşa girmekten hep uzak durmuş, yaptığı gazalara da o İslam beldelerinin askerlerini davet ederek onları da cihada teşvik etmiştir.

Nureddin öncelikle ordusunu yetiştirmeye gayret etmiş ve kolay kolay yenilmeyen bir birlik kurmuştur. Bu birlik; Türkmen, Kürt ve Arap mücahitlerden oluşmaktadır. Rahmetli Erbakan hocanın dediği gibi Türk-Kürt ve Arap bir olduğunda bölgede başaramayacağı şey yoktur. Bu ordu da her savaşta farklı taktikler uygulayarak düşmanı şaşırtmış ve kendisinden daima fazla olan Frenk ordularını bozguna uğratmıştır. Elbette komutan (Nurettin) gerçeğini unutmadan meseleyi düşünelim. Birleşen Frenk ordularını parçalamak için Trablusa, Kudüs önlerine ve Antakya civarına farklı birlikler çıkararak düşmanı tedbir almaya zorlamıştır. Urfa'nın fethiyle onun cihadı başlar. Avrupa'da bunun üstüne yeni bir haçlı ordusu kurulur. Bu haçlı ordusu önce Anadolu Selçuklularıyla savaşır. Anadolu'dan kurtulanlar yine bölgeye gelir. Coğrafyamıza bulunan Frenklerin mantar gibi bitmesinin arka planında aslında İslam birliğinin kurulamaması, Anadolu'da bu gücün durdurulamaması da vurgulanıyor. Bir yerden Frenk tehdidi, diğer yandan haşhaşi tehlikesi, öte yandan kardeş münakaşaları ve kavgası… Bu neviden cümleler güncele de işaret edebilir durumda. Hacca giden Nureddin Zengi, kendi ülkesinde yaptığı konuşmalarda yaptığı yürekleri titreten haykırışları kutsal topraklarda da yapıyor. Kudüs'ün düştüğü bir devirde caka satmaya devam edenlerin, gururundan taviz vermeyenlerin yakalarına yapışarak konuşuyor. Kitapta Nureddin'e söyletilen şu sözler; zaman belirtilmese günümüz mazlum coğrafyasındaki herhangi bir Müslüman'ın söyleyebileceği suratlara tokat gibi çarpacak sözlerdendir.

" Kanımıza susamış kâfirlerin dört bir yanda cirit attığı, bütün mukaddeslerimizi çiğneyip kirlettiği bir zamanda, önce kendinizi taşlayın siz! Ey gamsızlar! Ey gaflet uykusuna doymayanlar! Ey Allah'ın evinin çevresinde bile büyüklenerek yürüyenler! Ey şerefli peygamberimizin ve güzide arkadaşlarının hatıralarıyla dolu Mekke'de Medine'de dahi yetimi azarlayanlar! Yoksuldan yüz çevirenler! Çaresizleri ve mazlumları itip kalkanlar! Ey burada şevkle ve neşeyle şeytan taşlayan fakat istilacı Frenklere karşı kılını bile kıpırdatmayanlar!.. Şanı yüce Allah'ın adını birçok şehirde, arzdan ve semadan silmeye yeltendiler, ne yaptınız? Yanaklarını tırnaklayan anılarımıza, çırpınıp duran gencecik kızlarımıza tecavüz ettiler, ne yaptınız? Kudüs'te binlerce Müslüman'ı bir günde boğazladılar, ne yaptınız? Mabetlerimizi, mescitlerimizi, medreselerimizi ateşe verdiler, ne yaptınız? Kardaşlarınız açlık ve yokluk içinde ölüp gittiler, ne yaptınız? Yiğitlerimiz, fidan gibi bacılarımız, el kadar çocuklarımız esir alındılar, köle pazarlarında satıldılar, ne yaptınız? Âlimlerimizin, müderrislerimizin kesilmiş başları, köpeklerin önüne atıldı; yıkanmayı bile bilmeyen adamlar, yurdumuzu kan deryasına çevirdi, ne yaptınız? Şerefiniz iki paralık edildi; ne yaptınız? Zelzele oldu, taş üstünde taş kalmadı, sadece kocamışların değil, körpe yavrularımızın da üstüne kara toprak yığıldı, ne yaptınız? Onlarca beldede size çağrıda bulunduk, ulak yolladık, yardım istedik, yaşlı gözlerle yollara çıkıp yalvardık; ne yaptınız?.."

Sosyal ve siyasal şartların zulmet-karanlıkla dolu olduğu bir çağda olmazı olduracak liderlere ihtiyaç vardır. Bu zora talip olmaktır. Çünkü kolay olan, karanlığa sövüp saymaktır. Bedbin ve bitkin olmak, kabullenmektir. Zora talip olmak, öğrenilmiş çaresizlik pençesine düşmemek ve etrafı aydınlatacak bir kandil gibi doğmak üzere bir azim-gayrete girişmektir. Tüm yalnızlığına rağmen davayı göğüslemektir, yıkılmak üzere olan ümmete diriliş soluğu üflemektir, herkesin kendine gelmesine vesile olmaktır. Nureddin Zengi bunu başarır… Yazar bu sebeple, ona Şark'ın Kandili demektedir.

Nureddin Zengi zoru başardıktan sonra yaptıkları kolay olanlardır. Bazılarını sıralayalım: Urfa Kontluğu'nu ortadan kaldırması, Antakya Haçlılarını sindirmesi, İsmailî-haşhaşilerin ürettiği tehlikenin ortadan kaldırılması. Halep-Musul-Şam çizgisinde kendi ülkesini, Fatımi devletine son vererek Mısır'ı alması, Haçlıların ve haşhaşilerin kâbusu olması… Fetihlerden önceki barışçı tavır ve imar faaliyetleri, fetihten sonra da vergileri kaldırarak halka refah sağlaması, fethettiği yerlerde han, hamam, medrese inşa etmesi, ilim ehline hürmet etmesi, halkın gönlünü kazanmasını da sağlamıştır. Bu durum Nûreddîn Zengi'nin çok yönlü bir lider olduğunu gösterir.

Sonuç

Tarih, ilgili parçaların birbirine eklenmesidir bir bakıma. Sonuçta o bütüne tarih denir. Bu bütünü, bütünlüklü bir bakışla algılamak gerekir ki meselelere derinlemesine nüfuz edilebilsin. 12. Asırda İslam dünyasında büyük bir çözülme yaşandığı gerçekliğini kabullenmekle bozulan düzeni yeni bir ceht ile kuracak güçlü bir lidere ve topluluğa ihtiyaç vardır. İşte burada Nûreddîn Zengi, bu vasıfları barındıran bir toplum ve medeniyet kurmuştur. Haşhaşi-İsmaili düşünce tarzı, saf Müslüman camiayı etkisi altına alır ve hatta meşru bir inanç sistemi gibi görünmeye çalışırken Nureddin buna karşı Kur'an ve sünnete sarılmayı bilmiş, buna yönelik olarak medrese ve dergâhların kurulmasına önayak olmuştur.

Roman tarihi gerçekliği eğip bükmeden, birbirine eklenen gerçeklik cüzleriyle bütünlüklü bir profil, portre oluşturmuştur. Bunu yaparken kullanılan dil aynı zamanda bir şair dilidir. Yeterince geniş ve zengin bir Türkçedir. Üslup ise sıcak ve samimi, yer yer okuru o atmosferi yaşamak zorunda bırakacak kadar canlıdır. Kendimize, kendi metinlerimize dönmek bir gerekliliktir ve bu roman buna açılan bir yoldur. Okuma faaliyetinin bir şekilde içinde, yanında, arkasında, kenarında bulunanlar; stk ve resmi kurum-kuruluşlar uyanık olmalı, bu eseri listelerine dâhil etmelidirler. Bunca yokluk içinde (Bilgi ve kaynak yokluğu!) bu varlıklı metni üreten Ali Emre hocamıza, okumanın da sorumluluk ve bilinç hali olduğunu düşünen bir okur olarak teşekkürler!

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

1 Yorum