1. YAZARLAR

  2. Akif Emre

  3. Bir oryantalistten siyaset dersleri
Akif Emre

Akif Emre

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir oryantalistten siyaset dersleri

28 Ağustos 2007 Salı 10:32A+A-

“Meselenin özü şu: İslamlaşmış Avrupa, ya da Avrupalılaşmış İslam. Başka yerdekiler gibi, zira İslam çok çeşitlidir. Fas'ta başka, Nijerya'da başka. Fakat Hıristiyanlık kadar da renkli değildir. İslam'da din ve iktidarın tekliği tipik bir özelliktir. Dolayısıyla din kurucusu devlet başkanıydı. Hıristiyanlıkta bu daha uzun sürdü ve Hıristiyanlar 300 yıl boyunca takip edilen bir azınlık olarak yaşadılar. Müslümanlar peygamber'den bu yana yönetici bir elit olarak yaşadılar ve bu durum onların hafızalarına kazındı. Müslümanlar Avrupa'da mağdur azınlıklar olarak yaşayamazlar. Onlar, nasıl göçlerle (Avrupa) toplumun içindeki oranlarını artırıyorsa, daha fazlasını isteyeceklerdir. Avrupalılar dini yaşamla ilgili daha fazla tecrübeye sahipler. Batı engizisyonu, sürgünleri ve din savaşlarını yaşadı. Bunların benzerleri İslam tarihinde yaşanmadı. İslam dünyasında ayrılıklar da oldu, fakat Protestan-Katolik ayrılığı gibi kanlı da olmadı.”

Bu satırlardan yansıyan korkuya, hem de tam oryantalist bakış açısının prizmasından yansıyan bu ifadelere yabancı değiliz. Bu ifadeler, Bernard Lewis gibi batılılara sürekli islam korkusunu pompalayan tanınmış bir oryantalistten çok, aşina olduğumuz bir söylemi, bir ruh halini yansıtıyor... Alman Welt Online'a verdiği bu mülâkatta, bir yönüyle Avrupalılar açısından İslam tehlikesinin ne kadar derin ve güçlü olduğuna dair uyarılarına bilimsel dayanaklar sunuyor. Müslümanların Avrupa'da azınlık olarak yaşamaya tahammüllerinin olamayacağı, daha fazlasını isteyecekleri fikrini işleyerek oryantalist bir İslam korkusu pompalıyor.

Müslümanların ve Müslümanlığın hayatla, siyasetle ilişkisini potansiyel ve zorunlu bir tehlike olarak algılayan Lewis, bir yanda islam tarihinde Katolik-Protestan çatışması gibi kanlı deneyimlerin yaşanmamış olmasını itiraf ederken bile bu tarihi ve dini gerçeği Müslümanların tekdüze bir iktidar tutkusuna bağlıyor ve kaçınılmaz sonu gösteriyor: “Ya Avrupalılar müslümanlaşacak yahut Müslümanlar sizi kesecek” demeye getiriyor.

Tam da bu noktada seküler zihnin kavramakta zorlandığı bir durum ortaya çıkıyor; Müslümanlığın doğuşundan itibaren hayatla içiçe olması, gayrı müslimlerle ilişkilerde, hatta iktidar ve siyaset karşısında geliştirdikleri 'tutum, tecrübe' Müslümanlara müthiş bir özgüven veriyor. Lewis'in paradoks olarak gördüğü, İslamın Hristiyanlık ve Musevilik gibi sevgiden mahrum (!) olmasına karşın nasıl olup da farklı din ve kültürlerle bir arada yaşama deneyimini gerçekleştiren yegâne siyasal tecrübeye sahip olabildiği sorusu cevapsız kalmaktadır...

Lewis gibi Müslümanlardan nefret eden bir oryantalistin, belli politik amaçlarla, İslam hakkında zaten yeterince ön yargı taşıyan Avrupalılara yönelik yaptığı tutarsız yorumlarını eleştirmekten çok, bu konuşmada savunulan tezlere, daha doğrusu korkulara olan aşinalığımıza dikkat çekmek niyetim. Türkiye'de herhangi bir dönemde yapılan din-siyaset tartışmalarına sinen korkunun, provokatif üslûbun ve en önemlisi bir Avrupalı kadar bilgisizliğin ve önyargının, oryantalistleri aratmayacak düzeyde olduğu fark edilecektir.

Din, iktidar, irtica, laiklik söylemleri etrafında yürütülen kavganın, kışkırtılan korkuların sahici bir karşılığının olması için bu memlekette bin yıllık bir hilal-salip çatışmasının yaşanması gerekir. Hatta bağnazlık o derece ki, Avrupa'nın kendi içinde geçirdiği dönüşümlerin de uzağına düşen batıcı seçkinler zümresinin dini çağrıştıran her türden söylem ve oluşuma karşı çok daha şedit bir öfke duymaları nasıl yorumlanmalı?

Benzer biçimde, Müslümanların sahip oldukları hayata ve siyasete dair bunca zengin deneyimlerine karşın, siyasetle kurdukları, daha doğrusu bir türlü kuramadıkları ilişkinin, siyaset dilinin bu denli alt düzeye indirgenmiş olması nasıl izah edilebilir?

Siyaset dilini “dindar cumhurbaşkanı” söylemine indirgeyen, başörtüsünün, kendi iç (iktidar) çekişmesinde “dinci” ithamını kullanacak kadar sekülerleştiği bir memlekette, hangi tarihi tecrübe ve medeniyet birikiminden bahsedilebilir ya da bunu kim temsil edebilir? Dinin modern hayata uyumlu hale getirilmesiyle sonuçlanacak da olsa, alnı secdeye gelmiş birilerine, laiklik adına karşı çıkanların içine düştükleri ucube konumuna değinmeye gerek bile yok.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT