1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. "Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçiliğe Nasıl Bakmalı?" kitabı hakkında...
"Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçiliğe Nasıl Bakmalı?" kitabı hakkında...

"Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçiliğe Nasıl Bakmalı?" kitabı hakkında...

​​​​​​​Vitalen Vakfı’nın aylık kitap değerlendirme kampanyasının 2022 Ocak ayındaki kitabı Prof. Dr. Bekir Biçer’in “Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçilik’e Nasıl Bakmalı?” isimli çalışması idi.

10 Şubat 2022 Perşembe 18:48A+A-

HAKSÖZ HABER

VITALEN Vakfı bursiyerleri ve kültürel etkinliklerini takip eden öğrenciler, Yasin Aktay ve Mahmut Hakkı Akın’ın editörlüğünü yaptığı 20 kitaplık “Bir Müslüman Nasıl Bakmalı” kitap serisinden sırasıyla her ay bir kitabın değerlendirilmesini gerçekleştiriyor. 

Vitalen Vakfı Yasin Aktay ve Mahmut Hakkı Akın’ın editörlüğünü yaptığı 20 kitaplık “Bir Müslüman Nasıl Bakmalı” kitap serisinden 2022 Ocak ayında değerlendirilen Prof. Dr. Bekir Biçer’in“Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçilik’e Nasıl Bakmalı?” kitabı bursiyer öğrencileri tarafından değerlendirildi. 2022 Ocak ayında kitap değerlendirme etkinliğine katılan 200’e yakın üniversiteli öğrencinin arasından derece alarak ilk üçe giren Erkam Kuşçu, Zabihollah Shakir ve Nisanur Çekmece  oldu. İlk üç dereceye giren öğrencilerin yazılarını aşağıda yayımlıyoruz.

Dereceye giren bu üç öğrenci kardeşimizle beraber mansiyon kazanan 10 öğrenci kardeşimiz de şunlardır: Ahmet Artuklu, Ekin Değirmenci, Enes Tetik, Çağrı İslam, Muhammed Sefa Balık, Muhammed Talha Karabulut, Bilal Şen, Mohammad Hamahang Sherzai, Özlem Kutbay, Fatma Betül Işık. Vakıf dereceye giren ve mansiyon kazanan öğrencileri bazı ödüllerle mükafatlandıracak.

Vakfın yürüttüğü kampanya gereğince ( https://vitalenvakfi.org ) aynı şartlarda  Şubat ayında değerlendirilecek kitap ise aynı seriden Prof. Dr. Y. Aktay ve Prof. Dr. M. H. Akın’ın “Bir Müslüman Gelenek ve Muhafazakârlık’a Nasıl Bakmalı?” başlıklı çalışması olacaktır.

DERECEYE GİREN YAZILAR:


Modernleşmenin dini olarak milliyetçilik

Erkam Kuşcu

Milliyetçilik sosyal, siyasal teoriler içerisinde en çok tartışılan ideolojidir. Bu kadar fazla tartışma konusu olması boşa değil. Milliyetçilik diğer birçok ideoloji gibi popülaritesini hiçbir zaman kaybetmedi. Her zaman bir şekilde kendisini meselelerin merkezine yerleştiren milliyetçiliğin bu özelliğinin nereden geldiğini sorgulamak zihin açıcı başka bir takım sorulara sebep olabilir.

Organik ve sentetik ayrımı sosyal bilimlerin inceleme sahası için de kullanıldığında insanlığın tarihi ile eş olan kavramlarla nevzuhur olanların arasındaki ayrım ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda modernlik oldukça yeni bir durumdur. 150-200 yıllık tarihi ile modernlik yeni olmasına karşın oldukça tesirli bir düşünme biçimidir. Ancak yine de tesirli olması modernliği “organik” yapmaz. Modernlik ve onun kuramları insanlık için sonradan üretilmiş, türedi, yapay yani bizim ayrımımıza göre “sentetik” birer düşünme biçimidirler.

Modernliğin yapaylığı sebep olduğu şeyler üzerinden incelenebilir. Misal olarak Dünya Savaşları şeklinde ifade edilen iki savaş yeryüzünün birbiriyle harp ettiği tabiri caizse küçük kıyametlerdir. İnsanlık her zaman birbiriyle savaştı ancak tüm dünyanın dahil edilebildiği bir savaşı modernlik ile yaşadık. Sentetik yapılar inşa eden modernliğin ulusal sınırları, tahakkümcü düşünme tarzı insanlığa milyonların katledildiği savaşlar hediye etti netice olarak!

Buradaki sentetiklik, modern tecrübenin insana giydirmeye çalıştığı deli gömleğinden kaynaklanıyor. İnsanı yeniden tanımlayan modern düşünce geçmiş ile olan bağları da "resetleyerek" yoluna devam etme kararı aldı. İnsan tabiri caizse ikinci kez dünyaya atılmış gibi oldu. Geçmişe dair olan değerler ve kurumlar kötülendi. Onların yerine yepyeni, tertemiz gözüken “ideolojiler” ihdas edildi. Bunlardan birisi de milliyetçilikti. Peki, milliyetçiliği diğer ideolojilerden ayıran husus nedir?

Milliyetçilik: Sentetik mi organik mi?

Milliyetçilik de en az diğer ideolojiler kadar sentetik olmasına karşın kendisini çok özel bir alana konumlandırdı. Milliyetin ne olduğu konusunda başlayan tartışmalara kadar her zaman milliyetçilik kendisini aşkınlıkla ilişkilendirerek kozasını “kutsallıktan” inşa etti.

Soyut bir dünya tasarımı ve kendisi için ütopya dünya için distopya tasarlayan milliyetçi düşünce dört başı mamur izahlardan ziyade popülizm ve hissiyatı kullandı. Çok kolay ve hızlı bir şekilde farklı coğrafyalarda üretilebilen bir yapı arz eden milliyetçilik özetle herkese sunulabilir bir ideoloji haline geldi. Bunu yaparken ise sentetik olmasına rağmen organik yapıları taklit etti. Milliyetçiliğin taklit ettiği organik yapı ise tarihi insanlıkla eş olan dindi.

Bu bağlamda Beyan Yayınları’nın “Bir Müslüman Nasıl Bakmalı?” serisinin Bekir Biçer tarafından kaleme alınan “Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Nasıl Bakmalı?” isimli çalışma insanlık tarihi açısından oldukça önemli olan milliyetçiliğe dair okunabilecek başarılı bir giriş kitabı olma özelliğine sahip.

Bekir Biçer’in çalışmasının bize kalırsa en önemli özelliği daha evvel yaptığımız organik-sentetik ayrımından kalkarak milliyetçiliğin hiçbir toplumda "halk hareketlerine" dönüşmemiş olmasını vurgulamasıdır. Bu husus Arap, Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin hepsi için geçerlidir. Kitabın geniş bölümleri milliyetçiliğin tarihçesine odaklanırken çok fazla devlet temelli milliyetçilik incelemesi yapıldığını söylemek mümkündür. Bu nokta bir eksiklik olarak ifade edilebilir.

Bize kalırsa milliyetçilik devlet meselesini de aşan bir ehemmiyete sahiptir. Hatta devlet fikrinin de ondan güç alarak oluşturulduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda milliyetçilik kuramlarını inceleyen çalışmalar içerisinde iki tanesi oldukça önemlidir. Bekir Biçer de bu çalışmaları eserinde zikretmektedir. Bunlardan birisi Carlton Hayes’in “Milliyetçilik: Bir Din” kitabı diğeri ise Eric Hobsbawm’ın “Milletler ve Milliyetçilik” kitabıdır.

Milliyetçilik üzerine yapılan çalışmalar

İşin özünde Hobsbawn’ın eseri Hayes’in çalışmasının değerini daha fazla ortaya çıkartması sebebiyle kıymetlidir. Zira Hobsbawn oldukça önemli konulara değinmekle birlikte milliyetçiliği ekonomi-politik bağlamda ele alarak indirgemektedir. Eric Hobsbawm milliyetçiliğe üç ön koşulun dayanak sağlayabileceğini öne sürüyor: Dil, etnisite, din.

Etnisite meselesi milliyetçi düşünürler tarafından en hassas meselelerden birisidir. Türk milliyetçiliğinin kurucularından birisi Yahudi diğeri ise büyük bir ihtimalle Kürt’tür. Alman milliyetçiliğinin kurucuları Slav kökenlidir. Belki bu sebeple olsa gerek milliyetçilerin hep ırkçılıkla arasına mesafe koymaya çalıştığı görünür.

Diller milletler için yarı yapay özelikler üzerine kurulan suni bağlardandır. Hatta icat edilmiş olduklarını bile söylemek mümkündür. İbranice ve Sanskritçe icat edilmiş dillere örnek olarak gösterilebilir. Devletleşme süreçlerinden sonra grameri oluşturulan bu dillerin modern öncesi dönemde konuşulan dillerle uzaktan yakından alakası yoktur. İsrail’e yerleşmeyen Yahudilerin konuştukları ve yazdıkları İbranice (ABD ve Rusya’da Yidişçe) bugün hala İsraillilerin dillerinden farklıdır.  "Milli diller" bu bağlamda konuşulmakta olan ve bölgelere göre farklılık arz eden bir dilin içerisinden tek bir lehçe veya konuşma ağzının seçilerek dilin tek tipleştirilmesidir. Türkiye’de bu İstanbul Türkçesi ile sağlanmıştır.

Burada ilginç olan yazılı kültürün dominant yapısından gelmektedir. Yazılı kültür ile milliyetçilik arasındaki ilişki Gutenberg’in matbaayı icadına kadar gider. Hobsbawm’ın aktardığına göre, Gutenberg’in icadı dillerin yazılı formlarının gelişmesine bağlı olarak milliyetçiliğin de bu gelişmiş yeni formları kendisine dayanak almasıdır. Gutenberg’in etkisi iletişim bilimci McLuhan'in  çağı “Gutenberg Galaksisi” olarak adlandırılmasıyla özetlenebilir. Hobsbawm ve McLuhan’dan hareketle, Gutenberg Galaksisi’nde hâkim ideolojinin milliyetçilik olması şaşırtıcı değildir.

1930’ların sonunda birkaç isimle birlikte milliyetçilik meselesini akademinin gündemine yerleştiren isim ise Carlton Hayes’tir. Hayes, milliyetçi ideoloji türlerini belirlemeye çalışan ilk araştırmacıdır. Konunun önemini kavrayıp ilgileri bu mesele üzerine çekmeye çalışan Hayes’in çalışması bugün hala yetkinliğini koruyor. Milliyetçiliği modern dönemin dini olarak değerlendiren Hayes’in bakış açısının Batı'da hâkim olduğu söylenemez belki ama bizim için çok fazla şey ifade ettiği pekâlâ söylenebilir.

Hayes’in ifadeleriyle, milliyetçilik bir sadakat türü olarak; aşina yerlere/mekanlara duyulan kedimsi, aşina insanlara duyulan köpeksi, aşina fikirlere duyulan insani hislerin bir karışımı olarak takdim ediliyor. Aşina mekânlara duyulan his ilgi çekicidir. Milliyetçilik açısından belirli kriterler etrafından –dil, coğrafya, ırk- çizilmiş olan bir toprak parçacına duyulan kedimsi duygular diğerlerine nazaran daha yapay bir olguyu içerisinde taşıyor. Bir insanın memleketini, doğduğu büyüdüğü yeri sevmesi bir noktaya kadar olağandır. Netice olarak yetişmiş olduğumuz yerle duygusal bir ilişki kurabiliriz. Ancak bu hisler yetiştiğimiz yerle sınırlı olduğu oranda anlamlıdır. Yetiştiğimiz memleketin tamamından ziyade büyüdüğümüz ev veya mahalle için mesela…

Milliyetçilik için ise belirlenmiş olan toprak parçasının her bir karesi için bu hisler yoğun bir şekilde yaşanmak zorundadır. Misal olarak bir Kütahyalı burayı sevebilir. Ancak aynısını Isparta için hissetmesi beklenemez. Zira oraya hiç gitmemiş hiçbir şekilde ilişki kurmamış, oradan haberi bile olmayabilir. Milliyetçilik için ise bir Kütahyalının Isparta ve Hatay için de aynı duyguları hissetmesi zorunludur. Çünkü vatan toprakları kutsaldır. Kutsallık ilişkisi onun her karışını yüce kılmaktadır. Fakat Kütahya dışındaki ‘memleket toprakları’ için hissetmen gereken duyguları, Hatay’ın hemen ötekisindeki İdlib için duymaya başladığınız zaman iş sıkıntıya girer. Çocuk yaşta okullarda, müfredatın dayattığı ve kanıksaman gereken öğretilere uymamış olursun… Uyum göstermeyenler ise milliyetçiliğin hukuk tanımaz yapısı gereği bir şekilde elimine edilir!

Netice olarak

İki yazar da ortaklaştıkları ve farklılaştıkları konular etrafında milliyetçiliğin önemini vurgulamıştır. Ancak Hayes’in bu noktada milliyetçiliği bir din olarak tanımlaması oldukça önemlidir. İncelememizin başında değindiğimiz organik ve sentetik yapılar etrafında milliyetçilik modernizmden sonra dinin organik konumunu ele geçirmeye çalışmış ve kendisini bir din olarak tasarlamıştır. Milliyetçiliği diğer ideolojilerden ayıran ve her dönem popüler olmasını sağlayan husus da burada yatmaktadır. Modernleşmenin dini olarak milliyetçilik bu açıdan bakıldığında Müslümanlar için sadece birlik oluşturmanın önünde engel teşkil eden siyasi bir düşünce değil itikadi olarak da oldukça problemli olan bir sapmadır!

Bekir Biçer’in çalışması bu ve buna benzer sorulara kapı aralaması ve Müslümanların uğraştıkları en büyük bela hakkında kapsamlı bir giriş yapması sebebiyle oldukça önemli bir boşluğu dolduruyor. Yazandan da okumamıza vesile olanlardan Allah razı olsun…


Bir Müslüman, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Nasıl Bakmalı?

Zabihollah Shakir

بسم الله الرحمن الرحيم

{ يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ إِنَّا خَلَقۡنَٰكُم مِّن ذَكَرٖ وَأُنثَىٰ وَجَعَلۡنَٰكُمۡ شُعُوبٗا وَقَبَآئِلَ لِتَعَارَفُوٓاْۚ إِنَّ أَكۡرَمَكُمۡ عِندَ ٱللَّهِ أَتۡقَىٰكُمۡۚ إِنَّ ٱللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٞ }

[Sure Hucurât: 13]

Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık vebirbirinizi tanımanız içinsizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında endeğerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olan

Milliyetçi akımlar, 19. yüzyılın sonundan itibaren Osmanlı Devleti'ni ve İslam-Türk dünyasını etkilemeye başlamıştı. Müslümanlar arasındaki ümmet birliği ve Osmanlı Devleti'ndeki çok kültürlü yapı milliyetçi akımlardan olumsuz etkilenmiştir. Mesela Osmanlı Devleti'nde İttihat ve Terakki'nin iktidarı döneminde Türkçülük bütünleştirici olmak bir yana Müslüman halkları ayrıştırmış, Arap, Arnavut ve Kürtlerin Osmanlı Devleti'nden kopuşlarını hızlandırmıştır. Bağımsızlık fikri ile hareket eden Araplar ülkelerini işgal eden batılı emperyalistlere tepki göstermek yerine yoksulluk ve geri kalmışlıklarından Osmanlı Devleti'ni sorumlu tutmuş ve Osmanlı/Türk karşıtlığı üzerinden Arap milliyetçiliği inşa edilmiştir. Ama bu durum Arapları birleştirememiş, eski Osmanlı eyaletlerinin her biri sözde bağımsız devlet olmuş, millî servetleri batılılar tarafından yağmalanmış ve batınin sömürgesi olmuşlardır.

Milliyetçilik, Müslüman milletleri kendi içinde tekrar parçalamıştır. Mesela Araplar, Arap milliyetçiliğini savunmuş ama Arap birliği sağlanamamış ve üstelik yirmi civarındaki Arap devleti birbirleri ile savaşmaya devam etmiştir. Arapların aşiret sistemine dayalı olarak kurduğu feodal yapıları Arap milliyetçiliği noktasına ulaşamamıştır. Feodal krallar, ABD ve Avrupa'nın sömürgesi ve işbirlikçisi olarak varlığını sürdürmektedir. Zengin doğal kaynakları emperyalistler tarafından yağmalanmaktadır. 20. ve 21. yüzyılda Araplar, başta Filistin meselesi olmak üzere hiçbir sorununu çözememiş, iç savaşlar ve işgaller devam etmiştir. Türk milliyetçiliği üzerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve Türkiye'de milliyetçi siyaset çok etkili olmuştur. Ancak kısmen ırkçı Türkçülük politikaları, Sünni Müslüman halkı, Alevi-Bektaşi toplumunu ve Kürtleri rahatsız etmiştir. Özellikle Türkiye'nin Kürt politikası, Kürtlerin dışlanmasına sebep olmuş, Kürtçülük hareketleri doğmuş ve Türkiye'de millî birlik tehdit altına girmiştir. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Irak, Iran ve Suriye'de de Kürt sorunu doğmuş, terör olayları şiddetlenmiş ve uluslararası müdahaleler olmuştur. Türkiye'nin dışındaki Türk dünyası, tarihin hiçbir döneminde birleşememişti. Rusya 18. yüzyıldan itibaren Orta Asya, Kafkasya ve Doğu Avrupa'yı işgal etmişti. Rus emperyalizminin yıkıcı tesiri ile Türk dünyası daha çok parçalanmış ve Türk kavimleri olan Kazak, Özbek, Türkmen, Kırgız ve Kazaklar ve hatta Tatarlar bağımsızlık süreçlerine paralel olarak mikro milliyetçilik çizgisine gelmiş ve ana gövdeden kopmuştur. Bu kopuşun tek sorumlusu şüphesiz milliyetçilik değildir ama sonuç itibariyle bu kavimler Turan fikrinin çok ötesine düşmüş ve Türk birliğini sağlamak imkânsız hale gelmiştir.

19. yüzyılda Cemâleddin Afgâni, her Müslüman halkın millî bağımsızlığını gerçekleştirmesini, millî devletlerin kurulmasını, sonra millî devletlerin birleşerek İslam birliğinin sağlamasını tavsiye etmişti. Ancak Osmanlı Devleti'nin yıkılması üzerinden yüzyılı aşkın bir zaman geçti. Yüzyıllık tarihsel tecrübe göstermiştir ki Osmanlı Devleti'nin ardından Orta Doğu'da siyasî birlik bozulmuş, etnik kavgalar ve aşiret savaşları hızlanmıştır. İslam kavimlerinin bağımsız olma ve barışı sağlama ümit ve vaatleri genellikle boşa çıkmıştır. Acı tecrübe ile tespit edilmiştir ki tek başına milliyetçilik fikri ve millî devlet olma iddiası, bölgede kalıcı hiçbir sorunu çözememiştir. Aksine bölge, uluslararası müdahalelere maruz kalmış işgaller, isyanlar, etnik çatışmalar ve mezhep savaşları ile bölge halkları kan ve barut kokusu ile boğulmuştur.

Müslümanlar olarak 21. asrın ilk çeyreğinde yaşarken daha ciddi ve köklü bir özeleştiri yapmak zorundayız. Mezhep taassubu, kabilecilik ve ırkçılık, İslam âleminin birlik ve beraberliğini tehdit eden en önemli unsurlardır. Kabilecilik, insanın ortaya çıkmasından itibaren insanlığın gündemini meşgul etmiş ve çoğu zaman insanlığa zarar vermiştir. Modern zamanlarda ise kabilecilik yerini milliyetçiliğe ve ırkçılığa bırakmıştır. 19. yüzyılda dünyanın her tarafında yaygın hale gelen ırkçılık, insanlık için tam bir felakete dönüşmüştür. 20. yüzyıldan itibaren yeni bir forma bürünen ırkçılık, küreselleşmenin itici etkisiyle yeniden yükselişe geçmiştir.

Irkçılıkla milliyetçilik arasında ince bir sınır vardır. Milliyetçilik, insanın mensubu olduğu ailesini, toplumunu, milletini, yurdunu, dilini, tarihini, kültürünü sevmesi ve ülkesi yararına çalışmasıdır. Irkçılık ise kan bağını esas alır, milletini üstün ırk kabul eder, kendisinden olmayanı aşağılar, dışlar ve hatta yok etmeye çalışır. Irkçılığa dayanarak geliştirilen bir milliyetçiliğin kendini diğer ırklardan ve milletlerden üstün tutma gibi bir anlayışa hizmet edeceği ve yeni düşmanlıklara sebep olacağı açıktır.

Milliyetçilik düşüncesi bütün dünyada millî devletleri doğurmuştur. Millî devletler bugün insanlığın en önemli gerçekliğidir. Müslümanların, milli devletleri yok sayarak, milliyetçilik akımlarını görmezden gelerek sorunlarını konuşmaları ve çözmeleri mümkün görünmemektedir. Çünkü milliyetçilik çoğu zaman komşu veya kardeş kabul edilen halklara karşı tepkisel olarak doğmuş, büyük yıkım ve acılar yaşanmıştır. Her milletin tarihi, acıklı hikâyelerle doludur. Mesela Arap, Kürt ve Arnavut milliyetçiliği, Osmanlılara tepki olarak doğmuştur. Bütün milliyetçilikler 'ötekine' karşı olmuş ve sadece kendi haklılığı üzerinden kurulmuştur.

Ancak öncelikle bilinmelidir ki Müslümanlar için tarih, hak ve bâtılın, tevhit ve şirkin mücadelesinden ibarettir. Tarih boyunca İslam'ın ana ilkeleri hep aynı kalmıştır. İslami kurallar zamana, mekâna, milletlere ve çağlara göre değişmez. Müslüman, Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) O'nun kulu ve Peygamberi olduğuna ve onun getirdiği bilgilere yürekten inanıp ve tasdik eden kişidir.

Allah, insanı en güzel bir biçimde (ahsen-i takvim) (Tîn, 95/4.) ve aynı anne-babadan (Hz. Adem ile Havva'dan) yaratmıştır (Nisâ, 4/1; Hucurât, 49/13). Bütün insanlar yaratılış bakımından eşittir. Hiçbir insanın, başka bir insana, hiçbir kavmin, boyun ve kabilenin bir diğerine üstünlüğü yoktur.

'Ey insanlar! Bakın biz sizi, bir erkekten ve bir kadından yarattık. Sizi birbirinizi tanıyasınız diye, milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında şerefli ve itibarlı olanınız; yaşantısını, yolunu, yordamını Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışanınızdır. Çünkü Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.' (Hucurất, 49/13) İnsanları farklı boy ve kavimlere ayırdığını belirten Allah, bunun sebebini "birbirinizi tanımanız için" şeklinde beyan etmiştir.

"Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır" buyurulmuştur. Bu da insanlar arasındaki üstünlük vesilesinin soy sop, nesep, kavim ve millet gibi doğuştan verilen fitrî özellikler olmadığını göstermektedir. Aksine dinî ve dünyevî işleri Allah'ın koyduğu kurallar içerisinde yapma konusunda birbirlerinden üstün olabileceklerini ve böylelikle en üstün statüyü kazanabileceklerini ifade eden âyet, bunun da Allah'a itaat ve Hz. Peygamber'e uymakla mümkün olduğunu belirtmektedir.

İslam dini belli bir zamana, coğrafyaya, kavme mahsus değildir. Bütün insanlara hitap eden ve evrensel bir kitap olan Kur'an-ı Kerim kıyamete kadar inanç düsturumuz ve hayat kaynağımız olmaya devam edecektir. Tarih boyunca tevhit dinleri ve İslam peygamberleri aşiret bağları, kan davaları ve azgın zengin topluluklar ve sınıf çatışmalarını reddetmiş ve bütün insanları bir atanın çocukları olarak kabul etmiştir. Hz. Peygamber'in getirdiği ilahi mesaja inanan, O'na uyan veya muhatap olan topluluğa "ümmet" denilmektedir

İslam dini, inançta tevhidi, toplum hayatında İslam kardeşliğini esas almıştır. Bir Hadis-i Şerif'te "Müslüman, Müslümanın (din) kardeşidir." burulmuştur.

Dolayısıyla İslâm toplumu, sınırları İslâm inancıyla çizilmiş kardeşler topluluğudur. Bu topluluk ve kardeşliğe imandan başka hiçbir şey, mesela ne ırk, ne renk ne de coğrafya sınır çizemez.

İslâm kardeşliğinin yegâne belirleyici şartı "La ilahe illallah Muhammedur'r-rasulullah" demektir. Kelime-i Tevhîd'i söyleyen, şeksiz şüphesiz bir olan Allah'a inanan herkes Müslümandır ve öteki Müslümanların din kardeşidir. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'de bu gerçek, "Mü'minler ancak kardeştirler" (Hucurat 49) âyeti bunu göstermiştir.

Müslüman dünyanın neresinde olursa olsun, hangi devirde ve hangi ülkede yaşarsa yaşasın bütün Müslümanların birbirlerinin din kardeşi olduğunun bilinci ile yaşar. Müslüman olmak ise diğer Müslümanları ırk, renk, cinsiyet ayrımı yapmadan dinde kardeş kabul etmektir.

İslam kardeşliği kutlu ve güçlü bir bağ olduğu kadar büyük bir sorumluluktur da... Aynı dine mensup insanların adedince büyüyen bir sorumluluk.. Kardeşler arasındaki ilişkilerin nasıl olması lazım geldiği konusunda, Kur'an-ı Kerim'de ve Peygamberimizin Hadîs-i Şerîflerinde tavsiye ve uyarılarda bulunmuştur: "Hiç biriniz, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe olgun mü'min olamaz." “Müslüman Müslümana zulmetmez." "Müslüman Müslümanı başına gelen musibette terk etmez, onu zâlimin zulmünde bırakmaz. "Müslüman, din kardeşine yardımda bulundukça Allah da ona yardımda bulunur." "Kim, bir Müslümanın dünya darlığını giderip de sevindirirse, Allah da kıyamet gününde onun sıkıntısını giderip mutlu eder." "“Mü'minler birbirlerine karşı, parçaları yekdiğerine kenetli sağlam bina gibidir."

Müslüman, kendi gücünü, mutluluğunu, devletini, şevketini, izzetini, şerefini din kardeşlerinde bilecek ve bulacaktır. Müslüman, Müslümanın sevincini paylaşacak, elem ve istırabına ortak olacaktır. Bir belâ, musibet veya zulme uğrayan din kardeşine, bütün Müslümanların yardımcı olmaları kardeşlik' gereğidir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de "O müminler ki, haklarına, yurtlarına tecavüz edildiği zaman onlar yardımlaşırlar" buyurulmuştur.

Ayeti Kerim'e ve Hadis-i Şerifler göstermektedir ki, İslâm'da din kardeşliği duygu, düşünce, tavır, elem, keder ve sevinç olarak bütün müminlerin bir tek vücut olması, kendilerini böyle hissetmeleri demektir. Böylesine yakın, sıcak ve samimi bir duyarlılığa sahip olmayan, yani din kardeşlerinin derdini dert edinmeyen, onların meseleleriyle meşgul olmayan, onlardan olma hakkını kaybetmiştir. O halde Müslümanlar, her hâl ü kârda ve daima Müslüman kalmaya, Müslümanlarla beraber olmaya, onlara karşı kardeşçe davranmaya mecburlar. Çünkü din kardeşliğinden daha güçlü ve kutlu bir başka bağ yoktur. Müslümanlar gerek fert, gerek toplum ve gerekse millet olarak tercihlerini daima din kardeşlerinden yana kullanmak zorundadır.

İslam dini; insanları kamplara bölen, kabileler veya milletler arasında ırk temelli savaşlara neden olan milliyetçilik duygusunu "cahiliye asabiyeti" olarak isimlendirmiştir. Kan bağını, ırkçılığı esas alan, seküler ve laik söylemlerden ve ırkçılıktan beslenen milliyetçiliğin İslamiyet'le bir alakası olamaz. Müslüman böyle bir pozisyonda yer alamaz. Müslümanlar bir siyasal güç olmasalar ve ümmet adı verilen bir birlik oluşturmasalar bile İslam'a inanmak ve Müslümanca düşünmek ve yaşamakla mükelleftirler.

KAYNAKÇA: Bekir Biçer, “Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçilik'e Nasıl Bakmalı?”, Beyan Yay.


Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçilik’e Nasıl Bakmalı?

Nisanur Çekmece

Modern Bir Mesele Olarak Irkçılık ve Milliyetçilik

Kadîm dönemden meşrutiyet yıllarına kadar millet, din vemezheb anlamına gelen Kur’ânî bir kavram olmakla beraber, 1900’lü yıllardan itibaren Batı’da gelişen nation kavramına mukabil kullanılmaya başlanmıştır. Artık bu kavram; ırk, unsur, kavmiyet, cins-cinsiyet, milliyetçilik gibi anlam içeriklerini muhteva edecek bir dönüşüm yaşamıştır.1 Niyazi Berkes millet kavramın dönüşümüne işaret ederek İslâmcı düşünürlerin Türk milleti terkibine kızdıklarını yalnızca İslâm milleti ya da ümmeti olabileceğini düşündüklerini aktarırken millet kavramının eski dinsel anlamını yitirdiğini söyler.2 Burada kısaca ırk kavramının ihtiva ettiği anlama bakmak yerinde olacaktır. Irk kavramının kökeni ve Türkçeye geçişi hakkında birçok yaklaşım söz konusudur. Arapça’da ırk ‘kök, bitkinin gövdesi, yaprağın sapı, damar, asıl, irsî özellik, nesep, menşe, ata’ gibi anlamlara gelirken3, Tatarca’da ırug kelimesinden türediği; ‘iyi kabile iyi aile’ anlamına gelir.4 “Günümüz Türkçe’sinde ise aralarında kan bağı bulunan, aynı soydan gelen büyük insan toplulukları ırk kelimesiyle ifade edilmekle beraber aynı anlamda veya daha az içerikte olmak üzere nesil, nesep, zürriyet, soy, sülâle gibi başka kelimeler de bulunmaktadır.”5 Bu kavramların ise süreç içerisinde İslâm’ın ya da genel olarak dinin anlam örgüsünden uzak, din kardeşliği fikrini zedeleyici yalnızca kendi ırkından olan kişilerle kurulacak bir birlikteliği ifade ettiği söylenebilir. Nation kavramına mukabil kavim değil millet kavramının ısrarla kullanılması; ümmet birliği fikrini zedelemiş millet/ırk birliği fikrini güçlendirmiştir.  Zira Yusuf Akçura Üç Tarz-ı Siyaset’inde sıklıkla ırk kavramını kullanır ve bu kavram ile müstakil bir Türk düşüncesi fikrini oluşturmaya çalışır. Georgeon bu yaklaşımını “İslâm’ın yardımı olmaksızın kendi kendisini tanımlayan etnik bir Türk bütününü ifade etmeye çalışıyordu”6 şeklinde izah eder.

Bekir Biçer, Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçilik’e Nasıl Bakmalı eserinde millet kavramının dönüşüm sürecini ele almış, sanayi devrimiyle beraber sömürgeci kimliğe sahip milliyetçilik ve ırkçılık düşüncelerinin tarihini aktarmıştır. Bir yandan milliyetçilik fikrinin etkisi ile bağımsızlık talebi kisvesinde Balkan savaşları ve öte yandan Arap milliyetçiliğinin Osmanlı’ya etkilerine işaret etmiş ve milliyetçilik fikrinin Müslümanları ayıran yönünü ele almıştır. Aynı zamanda Türk ve Kürt milliyetçiliklerine de müstakil bir başlık ayıran yazar Türkiye toprakları özelinde bu fikirlerin oluşturduğu etkiye ve parçalanmanın bir başka boyutuna dikkat çekmiştir.

Irkçılık ve Milliyetçilik Düşüncelerinin Etkileri

Milliyetçi ve ırkçı söylemlerin Osmanlı topraklarındaki reaksiyoner karşı duruşlarına işaret eden yazar; Osmanlıcılık, İslâmcılık (ümmetçilik) ve ümmetten millete geçiş sürecini Türk milliyetçiliğinin anlam kazanma ve Türkçülük fikrinin oluşum süreçlerini detaylandırmıştır. Yazar; Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı gibi isimlerin bu fikre katkılarını aktarmıştır. Tabi burada Osmanlı topraklarının dışında yaşayan Rusya kökenli Müslüman Türklerin de Pan-Türkizm yahut Pan-Turanizm düşünceleri etrafında Türk milliyetçiliğinin oluşum ve gelişimine etkilerini ayrıca değerlendirmek gerekir. Şayet İsmail Gaspıralı ve Yusuf Akçura bu anlamda değerlendirilecek düşünürlerdir. Türk milliyetçiliğinin oluştuğu ilk yıllarda Müslümanlar’ın gayesi, Batı ve bilhassa Rusya’da gelişen milliyetçilik fikirlerinin emperyalist etkisine karşı reaksiyoner bir duruş oluşturmak iken süreç içerisinde bu düşünceler ırkçılık yönü ağır basan ve Müslümanların ittihadına değil bilakis itilafına sebep olan bir boyut kazanmıştır. Yazar, 19. Yüzyılda basın yayın faaliyetlerini etkin kullanan tüm devletler gibi Osmanlı aydınları da Türkçülük fikirlerinin aktarıcısı olarak süreli yayınları tercih ettiklerinin, Batıcı-Türkçü aydınların çıkardığı Ümmet, Meşveret, İçtihat gibi dergilerin Türkçülük düşüncesini aktarırken sıklıkla ayet ve hadislerden referans gösterdiklerinin ve milliyetçilik fikrini İslâm dininin kaynaklarını kullanarak meşrulaştırma çabalarının altını çizmiştir.

Müslüman Irkçı ve Milliyetçi Olabilir mi?

Bilhassa 19.yy’da Müslümanlar zulme ve baskıya karşı milliyetçi düşünceleri araçsallaştırsalar da bu düşüncelerin İslâm dininin birliktelik fikrine uzak düştüğünü ve çoğunun mahalli milliyetçiliklere dönüşerek ana gövdeden ayrıldığını aktaran yazar bugün 21.asrın ilk çeyreğinde batı ve tüm emperyalist etkilere karşı daha sağlam çözümler aranması ve özeleştiri yapılması için çağrıda bulunur.

Milliyetçilik ve ırkçılık fikirlerini ayıran ince bir çizgiden söz eden yazar; milliyetçiliğin kendi yaşadığın toprağı sevmek olduğunu ifade ederken ırkçılığın ise kan bağını esas alan ayrıştırıcı ve parçalayıcı bir yönü olduğunu aktarmıştır. Irkçılık yönü ağır basan milliyetçiliğinde aynı parçalayıcı etkiye sahip olduğunu dile getirir. Müslümanlar için tek çözümün İslâm dini etrafında oluşturulacak samimi birliktelikler olduğunu ifade eder. Yazara göre Müslümanlar, Müslümanca yaşamak ve düşünmekle mükelleftir.

Biz de sözümüzü MehmedÂkif’in dizeleriyle bitirelim:

“Son siyâset ise Türklük, o siyâset yürümez.

Sizi bir âileefrâdı yaratmış Yaradan;

Kaldırın ayrılık esbâbını artık aradan.”

Dipnotlar:

1- “XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar millet meselesiyle alakalı tedavülde olan üç temel kavram ve onlar üzerinden tanımlanan cemaat-toplum- “millet” türleri, bunlara göre şekillenmiş mensubiyetler, kimlikler, siyasî ve ictimaî birlik arayışları vardı. Bunlar a) Din ekseninde tanımlanan millet (ç. milel), b) Kan bağı, akrabalık-kabile ilişkisi, dil-kültür ekseninde tanımlanan kavim (ç. akvâm) ve c) Irk-kan ekseninde tanımlanan cins (ç. ecnâs). Milletle aynı anlamda kullanılan ümmet (ç. ümem) tamamen ayrı veya şimdi olduğu gibi bütünüyle üst bir kullanıma henüz sahip değil, ırk da tek başına kullanıldığında bağlamı ve öncelikli anlamları bugünden hayli farklıdır.” İsmail Kara, Babanzâde Ahmet Naim-Hayatı Fikirleri Eserleri, (ed. M. Cüneyt Kaya, İsmail Kara), İstanbul, Zeytinburnu Belediyesi Yayıncılık, 2018, s.192.

2- Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 408.

3- Recep Şentürk, Kadir Canatan, “Irkçılık”, DİA, İstanbul, c. 19, 1999, s. 124-131.

4- Sinan Özbek, Irkçılık, İstanbul, Notos Kitap Yay., 2012, s.20-21.

5- Recep Şentürk, Kadir Canatan, “Irkçılık”, s. 124-131.

6-François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura (1876-1935), çev. Alev Er, Ankara, Yurt Yayınları Ekim 1996, s. 43.

HABERE YORUM KAT

5 Yorum