"Bir Müslüman Demokrasiye Nasıl Bakmalı?" kitabı hakkında...
Vitalen Vakfı’nın aylık kitap değerlendirme kampanyasının 2021 Aralık ayındaki kitabı Yasin Aktay’ın “Bir Müslüman Demokrasiye Nasıl Bakmalı?” isimli çalışması idi.
HAKSÖZ HABER
Ankara merkezli VITALEN Vakfı bursiyerleri ve kültürel etkinliklerini takip eden öğrenciler, Yasin Aktay ve Mahmut Hakkı Akın’ın editörlüğünü yaptığı 20 kitaplık “Bir Müslüman Nasıl Bakmalı” kitap serisinden sırasıyla her ay bir kitabın değerlendirilmesini gerçekleştiriyor.
Vitalen Vakfı kitap kampanyasının 2021 Aralık ayında değerlendirilen ilk kitabı Yasin Aktay’ın “Bir Müslüman Demokrasiye Nasıl Bakmalı?” isimli çalışması idi. Kampanyaya katılan 200’ü aşkın üniversiteli genç arasında derece alarak ilk üçe giren Ahmet Kerim Artuk, Yusuf Ahmet Kaya ve Esma Beydüz’ün yazılarını aşağıda yayımlıyoruz.
Dereceye giren bu üç öğrenci kardeşimizle beraber mansiyon kazanan 10 öğrenci kardeşimiz de şunlardır: Çağrı İslam, Büşra İnci, Mustafa Kocaoğlu, Nisanur Çekmece, Enes Tetik, Shafiullah Rahmatzai, Kübra Karamazak, Merve Kaplan, Zabihollah Shakir, Ahmet Perviz Asify. Vakıf dereceye giren ve mansiyon kazanan öğrencilere değişik ödüller verdi.
Vakfın yürüttüğü kampanya gereğince ( https://vitalenvakfi.org ) aynı şartlarda Ocak ayında değerlendirilecek kitap ise aynı seriden Prof. Dr. Bekir Biçer’in “Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçilik’e Nasıl Bakmalı?” başlıklı çalışması olacaktır.
DEMOKRASİ, DEMOKRASİDEN İBARET DEĞİLDİR!
Ahmet Kerim ARTUK
Giriş: "Müslümanca bakmak" serisi üzerine
Günümüzde giderek yaygınlaşan postmodern zihniyet, çoklu ve izafi bir hakikat algısı inşa ediyor. Sanattan siyasete, medyadan akademiye kadar geniş bir propaganda zeminine sahip bu algı biçiminin iğdiş ettiği perspektifler, bir düşünceden ya da inançtan hayata bakmak yerine insan hevasını merkeze alarak düşünce ve tavır geliştiriyor. İnsanın kendi doğrularının ölçütü olduğu bu vasatta modernlikte olanın aksine dine de yer açılıyor. Zira aklı ve bilimi hakikatin yegâne dayanağı olarak kabul eden modern dönemde dini olan geri ve ilkel görülüp dışlanırken postmodern evrede mutlaklık iddiası olmaması şartıyla din de ‘tecrübelerden bir tecrübe’ olarak kendine yer bulabiliyor. Postmodern paradigmaya teslim olmuş bir ‘dindar’ ise bir yandan hayatında ilahi olanın belirleyiciliğini ihmal ederken diğer yandan içini kendisinin doldurduğu bir ‘imana’ sahip oluyor. Bunun sonucunda eşcinsel sapkınların eylemlerini destekleyen, milli piyangonun haram olmadığını ‘düşünen’, laik ve benzeri cahili ideolojileri benimseyebilen üstelik tüm bunları ‘Müslüman’ kalarak yapabileceğini savunan ucube profiller meydana geliyor. Oysa Rabbimiz Kalem Suresi 36-38. ayetlerinde müşriklere hitaben ‘Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa elinizde ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var? İçinde, neyi seçip-beğenirseniz mutlaka sizin olacak diye (yazan).’ buyurarak kendi belirledikleri doğrulara göre hareket edenleri uyarıyor. Hal böyleyken postmodern bakışın saldırısına karşı siyasal, düşünsel ve sosyal her meseleye İslam nazarından, Rabbimizin vaz ettiği ilke ve hükümlerden yaklaşmanın lüzumunu Müslümanlar olarak her dem hatırda tutmamız ve başkalarına da hatırlatmamız gerekiyor.
Yasin Aktay ve Mahmut Hakkı Akın editörlüğünde hazırlanan ‘Bir Müslüman Nasıl Bakmalı’ serisi sözünü ettiğimiz hatırlatma işlevini yerine getirmekle beraber yirmi farklı meseleye ilişkin kısa ama çoğunlukla yetkin ve doyurucu içerikteki kitaplarla önemli bir boşluğu dolduruyor.
DEMOKRASİYE NASIL BAKMALI?
Serinin editörlerinden Yasin Aktay’ın kaleme aldığı ‘Demokrasi’ye Nasıl Bakmalı’ setin en ilgi cezbeden başlıklarından birine sahip. Türkiye’de İslamcıların özellikle bir dönem yoğun olarak tartıştıkları demokrasi meselesi bugün de Müslüman coğrafyalardaki siyasi hareketler bağlamında gündeme geliyor. Yasin Aktay konuyu hem güncel hem tarihsel hem de İslam siyaset düşüncesi temelinde ele alıyor. Feodal toplumların yaygın yönetim sistemi olan saltanat ve krallığın yerini bugün kapitalist toplumda demokrasinin aldığını vurgulayan Aktay, demokrasiyi Allah’ın hâkimiyetinin alternatifi, din veya bir ideoloji olarak değil bir yönetim tekniği olarak değerlendirmek gerektiğini savunuyor. Aktay’a göre, İslam’da farz kılınmış, sınırları keskin bir yönetim anlayışı olmamakla beraber ilk dört halifenin seçiminde gözetilen ilkeler çerçevesinde hanedan monarşisinin olmadığı, Şura’ya ve toplumun genel temayülüne uygunluğun esas alındığı ve en temelde yönetimin bir ganimet değil bir sorumluluk olarak idrak edildiği bir teknik bugün demokrasi içerisinde yaşatılabilir.
Demokrasiyi monarşi ve oligarşiye karşı savunulması gereken bir imkân olarak gören yazar, İslam coğrafyasında da halkların rahat bir nefes almasının, insanların dinlerini rahatça yaşayabilmelerinin şartının demokrasinin tam anlamıyla uygulanmasına bağlı olduğunu kaydediyor. Demokrasiye karşı Müslümanların gösterdiği tepkileri yersiz bulan Aktay kitabında, neden geçmişte uygulanan saltanat modelinin bu seviyede eleştirilmediğini de sorguluyor.
Esasen zor bir meselede ekseriyetle ikna edici tezlerle konuyu tartışan kitap kimi yerlerde mesele yeterince açılamadığından olsa gerek okurun zihninde soru işaretlerine neden olabiliyor. Örneğin demokrasinin ille de laikliği ya da başka herhangi bir ideolojiyi dayatmadığını savlarına ekleyen Aktay, demokrasinin kimin elinde olduğuna bağlı olarak içeriğinin farklılık arz edebileceğini belirtiyor. Mesela eşcinsel sapkınlığın batılı ülkelerde demokratik bir hak olarak kabul edilmesini demokrasinin kendisinden değil o ülkelerde uygulanan siyasetten kaynaklandığı savunuyor Aktay. Bu noktada demokrasinin bagajsız bir yönetim şekli olduğu gibi ciddi bir iddianın daha da detaylı temellendirilmesi beklenirdi.
Temelde ‘yönetim tekniği’ tavsifini ele alalım. Evvela tekniğin ahlaktan ayrılıp ayrılamayacağı tartışmaları bu noktada akla geliyor. Türkiyeli Müslümanların belki de yüz elli yıldır aklını kurcalayan bu soruyla bugün de teknolojik gelişmeler, dijital mecralar dolayımında yeniden karşılaşıyoruz. Dolayısıyla bu mevzuu üzerine kafa yorulması yalnızca demokrasi bağlamında değil, ferdi ve sosyal alanda da son derece ehemmiyet arz ediyor.
Bir tabureyi düşünelim. Dört ayaklı ve yere yakın bu ‘teknik’ alet, bize teknik özelliklerinin yanında bir ‘oturma biçimi/ahlak’ da dayatır. Sözgelimi bir tabureye yaslanarak oturamazsınız yahut üzerinde bağdaş kuramazsınız. Taburenin teknik özellikleri, size onu nasıl kullanacağınızı da vaaz etmektedir.
Örneğimizden yola çıkarak demokrasi bahsini incelediğimizde, demokrasi ‘halk yönetimi/seçim’ tekniğinin altında bize yasa koyucu/ yönetici olarak millet iradesini dayatır. Ama buradaki tenakuz, iradesi esas alınacak ‘milletin’ kurgulanması sırasında halkın devrede olmamasıdır. Türkiye’yi, özellikle cumhuriyein ilk yıllarını düşündüğümüz vakit laik, pozitivist ve çağdaş bir Türk milleti, ancak yönetme, seçme ve seçilmeye muhtardır. Anayasayla ‘güvenceye’ alınmış bu inşa biçimi, tekniğin uygulanacağı ahlakın sınırlarını kurgulamıştır. Dolayısıyla teknik teknikten ibaret olmadığı gibi demokrasi de demokrasiden ibaret değildir.
Bunun esasında demokrasiyle de çelişik olduğu söylenebilir. Kitapta Aktay’ın da bunu vurguladığını görüyoruz. Hatta halkın doğrudan kararlarının yönetim ve idareye yansımasının hem Kemalist vesayeti kırmaya hem de Müslümanların İslami kimliği daha rahat yaşamasına vesile olduğu belirtiliyor. Ortadoğu İntifadalarında da gördüğümüz bu hususiyetin yazar, Batı’nın demokraside olan samimiyetsizliğini göz önüne koyduğunu vurguluyor. Lakin demokrasi ihracatçısı Batı’nın yaptığı zulümler, Türkiye’de demokrasiyi ikame ettiği için övgüye mazhar olanların işlediği cürümler dikkate alındığında demokrasinin halkın tercihlerinin yönetime yansımasından farklı bir şey olduğu ortaya çıkıyor. Bu noktada bana göre demokrasi, halkın değil çoğunluğu tanımlayıp yönlendirme tahakkümünü ele geçirenlerin yönetimidir. Bununla beraber şirk yahut Allah’ın hakimiyetinin düşmanı demek de hatalı ve aceleci bir yaklaşımdır. Şura prensibinin işletildiği, hak temelli bir yönetim mekanizması demokrasi formunda işletilebilir ki, bu da zaten Müslümanlara hareket alanı tanınmış olan yönetim şekli belirleme çerçevesindedir. Yalnız bu, batının demokrasisi olmaktan o noktada çıkacak, belirli bir grubun değil tüm insanlığın felah ve esenliğinin sigortası bir sisteme dönüşecektir.
Eleştirilerimizle beraber kitap, demokrasi üzerine düşünmek, mevzuyu temel hatlarıyla ele almak açısından son derece verimli bir okuma vaad ediyor.
Yönetimsel Soruna Bir Çözüm Önerisi: Demokrasi
Yusuf Ahmet KAYA
İnsanlık tarih boyunca hayatın ihtiyaçlarına nizam verecek sosyal, siyasal ve iktisadi çözümler üretmiştir. Bu çözümler dinlere, toplumlara, çağın ruhuna göre şekil almıştır. Ve bu çözümler zaman zaman değişikliğe uğramıştır. Demokrasi de bu çözüm arayışlarından biridir. Demokrasi diye adlandırılan bu yönetim tarzı da 18. yüzyıldan günümüze dünyada en çok kullanılan formdur. 18. yüzyılı esas aldığımızda Müslümanların dünyadaki genel ahvali düşkünlüktür. Bu düşkünlüğün ardından kurulan yeni devletlerin her biri ve dünya Müslümanları uzun süredir demokrasi ve yönetim tartışmaları yapmaktadır. Yasin Aktay da ‘Bir Müslüman Demokrasi’ye Nasıl Bakmalı’ kitabında özet bir anlatım ile bize perspektif sunmaktadır.
Demokrasi İdeolojiden Ari Midir?
Aktay kitabında Demokrasinin gelişim sürecini anlatırken Antik Yunanda doğmuş bir form olduğundan bahseder. Demokrasinin gelişim süreci de Avrupa topraklarında olmuştur. Takriben 18.-19. Yüzyıla kadar dünyanın genelinde monarşik ve teokratik devlet yapıları mevcuttu. Aynı şekilde Avrupa’da da Teokratik monarşi yapıları yani Hristiyanlık merkezli hanedanlıklar vardı. Avrupalı ise üzerindeki bu baskıdan demokrasi yoluyla kurtuldu. Bu kurtuluş mücadelesinde Hristiyanlık bir nevi devrilmişti. Bununla birlikte daha da derinde aslında Avrupalılar varoluşa dair anlamlandırmalarını topyekün değiştirdiler ve Nietzsche’nin dediği gibi Tanrıyı öldürdüler. Bu hal varlık, bilgi ve değerin anlamını biz koyarız demek oluyordu. Dolayısıyla demokrasinin bugünkü kullanımının altında ciddi bir ideolojik/dini anlayış vardır.
Yasin Aktay’ın iddiası ise demokrasinin sadece bir yönettim modeli olduğu ve onun dini veya ideolojik bir muhtevasının olmadığı yönündedir. Ve dolayısıyla pratik anlamda da demokrasinin kullanılabilirliğini savunur. Müslüman fıkıhçıların çokça kullandıkları bir söz vardır: Usul esasa mukaddemdir. Yani usul esastan önce gelir, önce usule bakılır denir. Ama aynı zamanda usulün esaslar üzerine kurulduğunu ifade eder. Bu söz eleştirimizi özetlemektedir. Demokrasi yönetim tarzını/usulünü esaslarından/varoluşsal kodlarından arındırmak mümkün müdür? Elbette değildir. Dolayısıyla demokrasi bu çağın ruhuna uygun olandır ve gönül rahatlığıyla benimseyelim demek makul değildir. Bunu olduğu gibi benimsemek demek demokrat kimliği benimsemek manasına gelir ki bu da İslami kimliğimizi zedeleyecektir. Bu işin felsefi boyutudur.
İşin pratik boyutuna baktığınızda Aktay’ın önermesi makuldür: “İdeal olanın tamamına ulaşılamıyorsa eldeki bir kısımdan vazgeçilmez.” Birincil olarak söylememiz gereken İslam’ın sosyal bir din olduğudur. İslam’ın helal-haram sınırlarına ve emrettiği ibadetlere baktığımızda bunların birçoğu toplumsaldır. Çünkü İslam hayatı bir bütün olarak ele alır. Ve bir kural koyarken her zaman bunu makro düzeyde nereye tekabül edeceğini hesap eder. Basit ama yaygın bir örnek verelim: Toplumda içki içen bazı şahıslar sarhoş olmayacak kadar içsek günah olur mu diye soru sorarlar. Buradaki temel saik kendi iradelerini kontrol edebilecekleri inancıdır. Ancak bu durumu makro düzeyde düşünürsek toplumdaki bireylerin tamamı aynı iradeye sahip olamayabilir. Ki bu böyledir. Bir başka örnek daha verelim: İslam ticaret ahlakına baktığımız zaman adil olmayı, faiz alıp-vermemeyi, ölçüde-tartıda hile yapmamayı emreder. Bu emrin içinde Müslim-Gayrimüslim ayrımı yoktur. Diyelim emir sadece Müslümanların iç işleyişle alakalı olsaydı ve gayrimüslimlerle ticareti kapsamasaydı ne olurdu? Elbette bir nizamsızlık; ekonomik ve hukuki bir dengesizlik olurdu. Doyasıyla burada vurgulamak istediğimiz şey İslam hayatı bir bütün olarak ele alırken hem kendisinin kusursuzluğunu ve Hak olduğunu hem de sosyal bir din olduğu gerçeğini ortaya koyar.
İslam’ın sosyal bir din olması Rasulullah (s)’in hayatında da görülmüştür. Vahiy geldiği andan itibaren ömrü hayatın içinde mücadele ile geçmiştir yani tabiri caizse tekrardan Hira’da uzlete çekilmemiştir. Aynı zamanda diğer Resul ve Nebilerin kıssalarına da bakılırsa aynı örneklik görülür. Bu durum bize bir gerçeği gösterir: İçinde bulunduğumuz hal ne olursa olsun mücadele etmek. Dolayısıyla bizler ulaşılamaz hedefler için değil var olan durum içinde Müslümanın halini ortaya koymakla mükellefiz. Bu cihetle içerisinde bulunduğumuz demokratik yapılar elbette Müslümanlar için kullanılabilir alanlardır.
İkincil olarak vurgulamamız gereken şey de şudur: İslam her zaman en insani olanı önerir. İslam’ın zaten iddiası dareyn yani dünya ve ahiret mutluluğuna erişmektir. İslami kimlik sahibi insanlar da dünyada mutlu olacaklardır. Bunun sebebi ise onu yaratan Rabbi onu herkesten daha iyi tanımakta ve ona koyduğu kurallar ile en insani olanı göstermektedir. İslam’ın içinde gayri-insani bir şey bulmak mümkün değildir. Buradan baktığımızda mevcut sistemler içerisinde diyelim ki dağa çıkmak, uzlete çekilmek, toplumdan tamamen kopmak insani değildir. Elbette hiçbir yaşam imkânı kalmadıysa hicret haktır. Ama bu son çaredir. Bu doğrultuda baktığımız zaman da mevcut sistem ve toplumlar içinde yaşamak insani olandır. Ancak dediğimiz gibi burada her daim İslami değerlerimizi ve sınırlarımızı korumaya gayret göstermek esastır.
İslam ve Demokrasi
İslam ve demokrasi kıyası yapmadan önce İslam’ın önerdiği dört başı mamur bir sistem olup olmadığına bakmak gerekir. Ki Aktay da aynı noktaya dikkat çekmiş ve Hulafa-i Raşidin dönemine değinmiştir. Aktay’ın buradaki tespiti oldukça isabetlidir. Vahye, Sünnete ve Hulafa-i Raşidin dönemine baktığımız zaman İslam’ın tanımlı olarak bir sistem önermediği görülür. İslam yalnızca esaslar koyar. Böyle bir durum olmasının hikmeti de İslam çağlara hitap etmesidir. Her dönem Müslüman zihinlere temel ilkeler çerçevesinde fıkhedebilme, inisiyatif kullanabilme imkânı tanımıştır. Bu gayet isabetli bir tespittir. Böyle olmasaydı bazılarının iddia ettiği gibi İslam ve Kur’an’ı Kerim tarihsel olurdu. Ancak bu böyle değildir. Bu açıdan İslam ve demokrasi aynı kefede olan ve kıyaslanabilecek şeyler değildir. Ve demokrasi de bu yüzyılın mevcut sistemi olduğuna göre biz de elimizden geldiğince sistem içerisinde mücadele etmeliyiz önermesi makuldür.
Aynı zamanda İslam’ın tavsiye ve emrettiği Şura ilkesinin demokrasi ile kıyasını da Aktay gayet makul yapmıştır. Şura Kur’an’da Müslümanlara bir ilke, bir davranış biçimi olarak benimsetilmiştir. Tam olarak bir sistem, bir form ortaya koymamıştır. Bu noktada Şura ile Demokrasiyi eşitlemek doğru olmayacaktır. Ama aynı zamanda kıyaslamak da doğru olmayacaktır. Çünkü demokrasi yalnızca birkaç yüzyıldır ciddi anlamda var olan bir formdur. Yarın yok olabilir. Ancak Şura ilkesi adı üzerinde ilkedir, düsturdur. Her çağda her şart ve koşulda bir formülü bulunarak uygulanmalıdır. Bu noktada mevcut demokrasiler içerisinde Şura formunun uygulanabileceğini düşünmek uzak bir şey değildir. Elbette bunun formu, imkânı ayrıca tartışılır. Biz uygulanabilir olmasını temel bir yaklaşım ile söylüyoruz. Yoksa ayrıntılar daha çok tartışma götürür.
Sonuç
Sonuç olarak Yasin Aktay temel bir eser oraya koymuş Allah razı olsun. Elbette bu konular bu temel düzlemlerden daha derin şekilde tartışılmayı hak ediyor. Toparlamak gerekirse Müslümanlar içinde bulundukları düzende bir şekilde mücadele vermeye devam etmeliler. Ancak kendi hedefleri, idealleri de her daim diri olmalı. Tabi bunu yaparken de aşırı idealizme, mükemmeliyetçiliğe kapılmamalı; hayatın gerçekliğinden kopulmamalı.
BİR MÜSLÜMAN DEMOKRASİYE NASIL BAKMALI?
Esma BEYDÜZ
Yasin Aktay’ın kaleme aldığı “Bir Müslüman Demokrasiye Nasıl Bakmalı?” kitabında yazar demokrasinin anlam ve kökenleri üzerinde durarak demokrasinin tanımını ortaya çıkarmaya çalışmıştır.
Yazar demokrasinin tanımını yaparken aynı kulvardaki başka yönetim biçimleriyle karşılaştırmalı olarak birlikte incelemiştir. Yazarın bu yöntemi demokrasi kavramını daha iyi anlamamız ve tarihi süreç içerisinde ne tür değişimlere uğradığını görmemiz açısından önemlidir. Zira demokrasiyi tek bir tanım içerisine hapsetmek doğru değildir. Çünkü demokrasinin herkes tarafından algılanışı ve yansımaları farklıdır. Bu ayrışma demokrasinin temsili bir yolla hayata geçmesinin bir sonucudur.
Teokrasi, Monarşi, Oligarşi, Aristokrasi ve Demokrasi bunların hepsi birer yönetim şeklidir. Bu yüzden yazar kitabın ana düşüncesinde demokrasinin İslam’a bir alternatif olamayacağını bütün bunların beşeri birer sistem olduğunun vurgusunu yapmıştır.
Yazar klasik İslami eserlerde yönetimle ilgili demokrasi veya oligarşi olarak isimlendirilen bir tanımlama ve tasnif yapılmadığını söylemektedir. Bu eserlerin Müslüman yöneticilere tavsiye ve önerilerle sınırlı olduğunu, monarşinin fiili bir durum olarak görüldüğünü ve meşru olarak kabul edildiğini ifade etmektedir. Yazar bu durumu her ne kadar eleştiri olarak nakletmiş olsa da o günkü toplumlara bakıldığında monarşinin yönetim biçimi olarak kabul edilmesi normal görülmektedir. Bu yüzden eserlere bu yönetim biçimi yansımıştır. Siyasetname adı verilen eserler oluşturulmuş ve bu eserlerde devlet adamlarına siyaset sanatı hakkında bilgiler verilmiş olup, devlet yönetiminde dikkat edilmesi gereken noktalarda tavsiyelerde bulunulmuştur.
Peki, İslam’ın yönetim biçimi nedir, nasıl olmalıdır?
İslam’da bir ruhban sınıfı veya dini yorumlama vazifesini yüklenmiş bir kesim yoktur. Tarihte İslam Devletlerinin oligarşi ile yönetilmiş olması yönetim biçiminin en iyi bu yol olduğu sonucunu çıkarmaz. İslam siyasi konularda Müslümanlara çok geniş bir alan tanımıştır. Yazar bu çıkarımı da Hulefa-i Raşidin’in hilafet modeli üzerinden temellendirir. Tek tek ele alacak olursak ilk halifeyi Hz. Peygamber tayin etmemiştir. Ve nasıl seçileceğine dair de bir yol belirtmemiştir. Ancak başa geçecek kişiler de hangi vasıfların olacağına dair ilkeler ortaya koymuştur. Adalet, liyakat, ehliyet, takva… vb. İlk dört halifenin seçilme şeklinin birbirinden farklı olması yönetim biçimi hakkında Müslümanların içtihadına bırakıldığı sonucuna varılır. Yapılması gereken bu seçim şekillerinde gözetilmesi gereken ilkelerin doğru tespit edilmesidir. Bu halifelerin seçilme ve yönetim tarzı günümüzdeki anlamıyla bir demokrasi modeli değildir.
Demokrasi bir din midir? İslami şura ile bağdaşabilir mi?
Fikrî terimlerdeki mevcut kargaşa, yaşadığımız siyasi açmazlardan bazısının kaynağında yatan sorunlardan birini teşkil ediyor. Demokrasi, yönetilenlerin de katılımını esas alan bir yönetim biçimidir. Sabit ölçülerin olmadığı bu yönetimde, güç ve propaganda kimde ise iktidarda ondadır. İnsan iradesi yanlış yapmaya müsait ve verdiği kararlar tartışmalıdır. Günümüzde demokratik yönetimlere bakıldığını demokrasilerin göstermelik olduğu görülmektedir. Demokrasi kılıfı altında rejimlerini uygulamakta hatta demokrasi vaadiyle insan kanı akıtılmaktadır. Yazar kitapta sıklıkla demokrasi ve İslam’ın aynı kefede olamayacağını söyleyerek demokrasinin yönetim şekli, İslam’ın ise bir din ve dünya görüşü olduğunu vurgular. Oysa demokrasinin imkanlı yanı ile uzak durulması, eleştirilmesi gereken noktaları da vardır. Yazarın bu noktaları daha kapsamlı ve karşılaştırmalı şekilde ele alması beklenirdi
Demokrasi Müslümanların gündemine girmiş ve temelde üç yaklaşım oluşmuştur:
- Demokrasinin İslam ile bağdaşmayacağını söyleyenler. Bu bölümdeki bazı kişiler halkın hâkimiyet ve kanun koyucu olduğunu iddia ederek İslam’da bulunan tevhid ilkesiyle çeliştiğini söyleyerek demokrasiyi şirk olarak görür.
- İslam ile demokrasinin bağdaştığını söyleyenler.
- İslam’ın demokrasiyi gerektirdiğini söyleyenler.
Yazar, Şura prensibinin demokrasi olup olmadığına dair iki yaklaşımdan bahseder. Bir kısım İslami yönetiminin özünün demokrasi olduğunu savunanlardır. Delilleri ise şura ayetleridir. Şuranın demokrasinin özünü oluşturduğunu söylerler. Bir kısım ise şura ayetlerinin demokrasiyi temellendiremeyeceğini söyler. Yazar Demokrasiyi şuranın en geniş şekliyle kurumsallaşmasının bir yolu olarak görür. Yazarın şura bahsini biraz daha açıp demokrasi ile ilişkisini kurması ve şuranın yönetim biçimi olarak nasıl kurumsallaşabileceğine dair modellerden birine örnek vermesi beklenirdi. Kanaatime göre yazar, şura ve demokrasi ilişkisini açıklayıcı bir biçimde yansıtamamıştır.
Elbette Şura ve demokrasi temelde hükmün kaynağının Allah olması noktasında ayrışır. Demokrasi insanın merkezliliğini ve eşitliğini esas alır Demokraside her şeyi insan belirler. Şura ise İslam’ın sabitelerini esas alır.
Bizim asırlardır kötü uygulamalarla canlılığını kaybettiğimiz şura algısını, uygulama modellerini tekrardan düzenleyip hayata geçirmemiz gerekir. Yazarın da dediği üzere İslam’ın belli bir uygulaması, zorunlu bir yönetim şekli yoktur. Bizim pergelin bir ucunu Kur’an ve sünnete bir ucunu da yaşadığımız zaman ve mekâna doğru açarak yönetim şekli oluşturmamız gerekir.
HABERE YORUM KAT