Bir mumyanın hakikati
Cin şişeden çıktı. Mısır halkı sokaklarda. Sebebi, tetikleyicisi ne olursa olsun sokağa çıkan kalabalığın gösterdiği bir gerçek var; Mısır'da halk dirilmek istiyor. Protesto gösterilerindeki kalabalığın çeşitliliğine bakınca anlıyorsunuz zaten. Bastırılmış olan sokağa dönüyor. Yapay ya da değil cin şişeden çıktı çoktan.
İktidarın ömrü bile Mısır'da olanı anlamak için yeterli aslında. Bir iktidar düşünün ki 30 yıldır devam ediyor. Mısır uzun zamandır yaşamıyordu. Bir mumyanın sessizliğine gömülmüş halde içten içe çürüyordu. Hüsnü Mübarek rejiminin temsil ettiği tam da o hayatsızlık ve yaşamama hali. Mısır derin dondurucuda bile değildi. Hadi günü geldiğinde buzları çözülür, kaldığı yerden devam eder diyeceğiniz. Adeta bir mumya gibi dışındaki sırlı, parıltılı makyajın altında bir iskeletin hakikatini yaşıyordu Mısır. Mübarek rejimi ise o piramidin bekçisi gibiydi. Bütün zenginliği, Batı tarafından sömürülmüş, en değerli parçaları Batı'nın nezih salonlarında, müzelerinde sergilenen bir piramit. İçi boşalsa da gizemi devam eden. Hâlbuki gizemi devamla üreten de aynı Batı'ydı. Sefalet içindeki sokaklarına, çarşılarına oryantalist duygularla bakan Batılı gezginlerin ürettiği imge ile vardı zihinlerde. Günümüzde ise Nil kıyısındaki beş yıldızlı otellerin debdebesinden esef duymayan turistleriyle.
Kahire'den, Luksor'a uzanan turizm güzergâhında göze çarpan yoksulluğun seyahatin bir motifi gibi sunulduğu adaletini yitirmiş coğrafya... Mısır epeydir kendi değerlerine sahip çıkamayan bir ülke olmanın mahcupluğu ile yaşıyor. Mısır'dan çıkan büyük romancılarda, sinemacılarda, müzisyenlerde hep rastladığınız o düşkün aristokrat hali, bu mahcupluğu çok güzel yansıtıyordu. Bir zamanlar sahip oldukları saltanatı yitirmiş olmanın hüznü vardır jestlerinde. Zarif, entelektüel, görgülü ve aslında hep doğal lider. Tacı elinden alınsa da, bütün Arap coğrafyasında kültürün beşiği olan Kahire kalesinin gücü yitmiş sakinleri. Hepsi dünyaya bir zamanlar sahip oldukları zenginliğin mağrur gözleriyle bakıyorlardı. Şimdi o kuşağın yapmadığını gençler yapıyor. Başörtülü, başörtüsüz kadınlar hayatı çağırıyor. Devrim coşkusuyla sokaklara dökülüyorlar. Nereye gideceği, nasıl sonuçlanacağını hesaplamadan üstelik. Bu hesapsızlığın, bu müdanasız tavrın getireceği bütün risklere rağmen eski olana hayır demek için direnişi destekliyorlar. Gelecek en kötü rejim bile, piramit bekçisinin koruduğundan daha kötü olamaz diyorlar belli ki. O kadar haklı bir talep ki bu. Bugün dünya kaygılı seküler gözlerle Mısır'ı izlerken olası bir İhvan-ı Müslümin iktidarından korkuyor. Statükodan yana olanlar gelişmelerden kaygılı.
Aslında kaygılarında haklılar. Çünkü Arap dünyasında başlayan bu kıpırdanma bir yol ayrımına işaret ediyor; değişimi savunanlar ve karşısında duranlar. Değişimden korkmayanlar, gelecek her dalgayı kucaklamaya hazır. Özgürlüğü batının laboratuvarlarında üretilmiş bir değer olarak algılamayan milyonlarca insan, yeni özgürlük ihtimalini haber veriyorlar. Dünyadan kopmadan, köklere yaslanan bir özgürlük mümkün diyorlar. İsyanı tetiklediği iddia edilen ABD'nin hesabı ise aşikar; mevcut dengeler işine gelmediği için yeni bir kapı aralama ihtiyacı duydu. Bu amaç uğruna Wikileaks belgelerini kullandı mı bilinmez ama işine geldiğinde 30 yıl sürdürdüğü statükoyu bir gecede bozacak gücünün olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Fakat aynı ABD'yi bekleyen başka gerçekler de var; Ortadoğu'da, hesaplar artık tutmuyor. Bunda ertelenmiş olan yaşama isteğinin payı olduğu gibi, Batı'nın artık işlemeyen hamiliği de etkili. Bugün Kahire sokaklarında yan yana namaza duran seküler, dindar gençlerin önerdiği hayat kapalı kapılar adında tasarlanandan çok daha güçlü ve gerçek çünkü.
Türkiye'ye dönük beklentilerin cevap bulacağı yer de burası. Ortadoğu'ya rol model olan Türkiye'nin bu yeni süreçte tavrını insani ve ahlaki referanslarla belirlemesi gerekiyor. Kadim dünya yeniden şekillenirken, Türkiye dış siyasetinin kendisine samimiyetle şunu sorması gerekiyor; neo-Osmanlı fantezileriyle beslenen bir hamilik mi? Özgürlükçü, adil, kültürel derinliği olan bir uyanışın öncülüğü mü?
Zannedildiğinin aksine ikincisi çok daha mümkün. Çünkü tarih o yöne doğru akıyor. Ayrıca kurulacak yeni denklemde güçlü olmayacak bir Türkiye'nin bölgedeki gücü zaten tartışılmayacak mı?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT