Bir metafor olarak
Geçtiğimiz gün Cihan Aktaş'tan "böyle bir gün var mı?" diye soran mesajı almasam haberim bile olmayacaktı. Meğer birileri İslam Konferansı'ndan BM'ye kadar uluslar arası kuruluşlara başvurarak 23 Şubat'ın Dünya İslam Günü ilan edilmesi için çaba gösteriyormuş. Haberi duyar duymaz adeta buz kesildim. İslam adına bu kadar yüzeysellik, bu denli idrak yoksunluğu karşısında Müslüman olarak üzülmekle öfke arasında gidip geldim.
İslam Günü ilan ederek İslam'a hizmet ettiğini düşünen girişimciler belli ki BM'nin kapısını çalacak kadar yeterince sosyalleşmiş, medeni cesareti olan insanlar. Yine belli ki girişimlerinin; İslam'ı popüler kültürün bir nesnesi haline getireceğinin, tüketim toplumu için tüketilebilir bir malzeme durumuna düşüreceğinin farkında değiller. Bu girişim İslam'ın kapitalizmin tüketim alışkanlıklarına cevap verecek bir muhteva haline getirilmesini bilinçli olarak planlamıyorsa en hafif ifadeyle gaflet olarak açıklanabilir. Fakat burada kendini açık eden İslam algısının, dinle kurulan ilişki biçiminin dinden ne kadar beslendiği üzerinde düşünülmeli.
Modernitenin, özelde İslam'ı protestanlaştıran, dinin önerdiği insanın ruhunu boşaltıp, hayatı profan ve seküler bir kalıba döken; özetle dinin anlamını değiştirip modern dünya tasavvuruyla barışık hale getiren anlayışın sorgulanması gerekir. İslam eğer kapitalist ilişki biçimlerinin payandası ve tüketim toplumunun bir parçası olarak popüler kültürün nesnesi haline geliyorsa bu Müslümanlık'la kurduğumuz ilişki son derece arızalı demektir.
Benzer bir tartışma Türkiye'de de son olarak başörtülü kadınların cipe binip binemeyeceği üzerinde yapılmaya başlandı. Seçim ortamında başlayan bu tartışma aslında olayın sembolik anlamı etrafında daha derinlikli bir düzeyde gerçekleşmeliydi. Meseleyi 'Müslüman olunca modern hayatın nimetlerinden faydalanılamaz mı ki' türünden son derece sığ algılayan sağcılık kokan itirazlar yükseldi. Doğrusu, "bizim neyimiz eksik" türünden sonradan görme refleksini ciddiye almak mümkün değil.
Ancak cip sembolizmi ile başörtüsünün temsil ettiği hayat tarzı arasındaki çelişkiyi yok sayarak anlamlı bir tartışma yapılamaz. Eğer cip bu ülkede tıpkı bir zamanlar Mercedes'in statü, güç sembolü olarak algılanışı gibi bir hayat tarzına, dünya görüşüne işaret ediyorsa konu herhangi bir motorlu araca binip binmemekten başka anlam kazanır. Bu noktada cipe odaklanmadan onun temsil ettiği hayat biçiminin, tüketim alışkanlığını, insan ilişkilerinin en azından nasıl olmaması üzerinde düşünmenin daha anlamlı olacağı açık.
Başörtülü ya da açık, kadın ya da erkek; cipin çağrıştırdığı hayat tarzının Müslüman hayat tasavvuruyla barışık olduğunu kimse iddia edemez. Kaldı ki "sessiz yığınların sesi olmak", alternatif bir hayat sunmak adına okul kapılarında bekleşenlerin, devlet kapılarından kovulanların, belli toplum kesimlerince aşağılananların önerecekleri 'yaşanmaya değer hayat'ın bu olmadığını artık bu kesimler bile unutmuş görünüyor. Tek başına bir alete sahip olmak ya da olmamaya takılmadan onun sembolize ettiği ilişki biçimini ve hayata anlam katan değerlerin bugün neye tekabül ettiğini tartışmamız lazım.
Tesettür defilesi düzenleyecek kadar tesettürün müstehcenleştirildiği bir ortamda cip kullanıp kullanmamayı tartışmak çok da anlamlı kaçmıyor. Türkiye'de muhafazakar-sağ ama hiç de İslamcılık iddiası olmayan kesimin, yine Müslümanlık adına moderniteyle kurdukları ilişki biçimi zihniyet dönüşümüyle sonuçlanıyor. "Müslüman kalvinist" modeli bilinçli olarak özendiriliyorsa bunun sembollerinden biri olarak "cip süren başörtülü kadın" modeli etrafında sıradanlığı aşan bir muhtevası ve çağrışımı var demektir.
Bu çerçevede, aslında pek konuşulmayan ama geniş kitlelerin vicdanını acıtacak bir ahlaki realite de cip metaforu etrafında edinilen servetin mahiyetidir. Emin olmanın, hakkaniyetin, adaletin temsil edilmesi gerektiği yerde ortaya çıkan ani yükselişin, servetin ahlaki boyutu konuşulmadan 'başörtülü kadınlar yaya mı yürüsün' düzeyinde bir yaklaşım en hafif tabirle pişkinliktir.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT