“Bir kısım halk”ın devrimi mi?
Her şey İran tarzı işliyor aslında. Her hamlenin arkasından başka bir karşı hamle… Yazıyı yazmaya başladığım andan itibaren İran'dan gelen son haberler şöyleydi: Hamaney, Musavi ile görüşmüş, muhalif gösteri yasaklanmış ama dini rehber seçim sonuçlarının soruşturulmasını isteyen açıklama yapmıştı. Yani İran'da sistemin en üst makamı olaya el koymuştu. Buna rağmen binlerce muhalifin Meydan-ı Azadi'ye doğru akmaya başladığı haberleri geldi. Otoban araç trafiğinden kilitlenmişti (gerçi Tahran trafiği için çok olağan bir görüntü bu). Olayların istenmeyen yönde gelişme seyri göstermesinden endişelenen Musavi ve Kerrubi'nin göstericileri yatıştırmak üzere yola çıktıkları haberi geldi.
Seçimde hile olup olmadığına buradan bakarak karar vermek zor. Sokağa dökülen muhalefetin gerçek gücü abartılıyor mu, gösterilerden bir halk devrimi çıkarmak isteyenler mi yanılıyor? Yoksa tüm olup bitenler 'bir kısım halk' devriminden mi ibaret? Yorumlardan olaylara Batılı medyanın gözlüğüyle bakıldığı anlaşılıyor. Bu bakışla yapılan yorumlarda o kadar çok şey karıştırılıyor ki, bunları düzeltmeden seçim sonuçlarına dair analiz yapmak da imkansız hale geliyor. Mesela Amerika'dan yazan bir analist işi devrim öncesine kadar götürerek; “herkes Şah'a karşı bir devrimin olacağını bekliyordu ama bunun bir İslam Devrimi olacağını beklemiyordu. Mollalar son anda devrime el koydu” demeye getiriyor. Bu tarihi tespit (!) üzerinden yapılan seçim yorumlarından ne sonuç çıkabilir.
Madem devrim tarihinden işe başlamamız gerekiyor, devrimi takip edenler çok iyi bilir ki; Humeyni liderliğinde gerçekleşen devrimde farklı gruplar vardı. Hiçbir grup veya fraksiyon, Humeyni'nin temsil ettiği İslam Devrimi taraftarlarını, yani İran halkını, yanına alma potansiyeline sahip olmadığı gibi devrim yapma gücü de yoktu. Çünkü Humeyni'nin arkasındaki kitlenin dışındaki tüm gruplar birer fraksiyondu. Büyük kitlesel gücüne rağmen farklı siyasal grupları da arkasına aldığı içindir ki Humeyni, yüzyılın en büyük kitlesel devrimlerinden biri gerçekleştirmiştir.
Altı çizilmesi gereken bir husus, Humeyni'nin devrim öncesinde ne vaat ettiyse onu gerçekleştirmiş olmasıdır. Devrimden önce “İslam Cumhuriyeti kuracağım” dedi ve bu yönde devrimin temelleri atıldı. Yani halkına karşı iki yüzlülük sergilemedi! Devrimin karakteri, uygulamaları ayrı bir tartışma konusudur.
Seçim vesilesiyle Türkiye ile bir kıyaslama yapmanın ufuk açıcı olacağını düşünüyorum. Cumhuriyet kurulup Kemalist devrimler bir takım sancılı süreçlerden geçtikten yaklaşık otuz yıl sonra önemli bir dönüşüm yaşandı. Sistem kendi içinde dönüşümü gerçekleştirerek 1950 seçimleriyle Kemalist devrimleri tahkim etti. Her ne kadar statükocu CHP seçkinleri buna 'karşı devrim' dese de gerçekte sistem kendini yenileyerek, dışlanmış sessiz çoğunluğu sisteme katarak, devamlılığını sağladı. Bu dönüşüm sayesinde Kemalizm kitleselleşme yolunda önemli adımlar atarak; sürekliliğini korumuş oldu.
İran'daki bu seçimler de devrimin tam 30. yıldönümünde yapılıyor.
Geçen yazıda sorduğum soru bu çerçevede daha anlaşılır hale geliyor: İran devrimi kendi içinde bir dönüşümü gerçekleştirebilecek mi?
Elbette Türkiye'nin şartlarına birebir örtüştüğü söylenemez. Ancak her devrim gibi İran Devrimi de kendini yenileyerek kitleselliğini sürdürüp sürdüremeyeceği sorunuyla karşı karşıya. Türkiye'deki devrimlerle İran'da gerçekleşen devrim arasında 'aktörler ve katılım' açısından temel fark burada: Türk devrimleri seçkinler eliyle gerçekleştirilmişti ve Demokrat Parti'yle başlayan çok partili süreç bu elitist devrimlerin görece kitleselleşmesini sağladı.
İran'da ise durum bu açıdan tam tersi: büyük kitlelerin katılımıyla gerçekleştirilen devrim, kitlesel desteğini devam ettirip ettiremeyeceği, yani kendini yenileyip yenileyemeyeceği sınavıyla karşı karşıya…
Ahmedinejad'ın statükonun desteğini arkasına alarak seçime girdiği bir gerçek. Bir başka gerçek de Tahran caddelerinden İran'ı okumak isteyenlerin göremediği kırsaldaki geniş kitlelerle yakın temasını sürekli diri tutmasıdır. Ayrıca dış tehdit karşısında hangi kampta olursa olsun 'herkesin İranlı olıuşu' da kayda değer bir diğer gerçektir. Ahmenidnejad'ın halkının bu psikolojisini çok iyi kullandığını düşünüyorum. Vaat ettiklerinin çoğunu yerine getirmese bile milli kimlik haline gelen nükleer güç olma hedefinin ve dış tehdit algısının hiç de yabana atılacak bir faktör olmadığı aşikar.
Reform yanlılarının anlatamadığı bir husus da şu: Özellikle şehirli, okumuş kitlelerin gözünde İran dışındaki dünya bir cennet! Sistemin bu algıyı anlamadan muhalefeti durdurması da mümkün görünmüyor.
Tüm bunların üstünde iktidarda kim olursa olsun İran devriminin asıl baş etmesi gereken nokta; din adına gerçekleşen yolsuzlukların, kokuşmuşluğun üstüne gidilmesidir. Ahlak sorunu haline gelen bu durum halledilmeden çürümenin önüne geçilemez. Kaldı ki yeni bir dünya tasarımı olarak İslam medeniyetine katkısı sorusuyla yüzleşebilsin.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT