Bir insan...
Bizim başbakan Andre Malraux’yu hiç okudu mu acaba.
Bana, okumamıştır gibi geliyor.
Ünlü bir Fransız yazarı.
Bir ara herkesi şaşırtarak Kültür Bakanı da olmuştu.
Uzun yıllar Çin’de kalmış, Mao’yla arkadaşlık etmişti, İspanya İçsavaşı’na katılmıştı.
Çok güzel romanlar yazdı.
Hayatı ve insanları bu kadar yakından gördükten sonra unutulmaz bir cümle söylemişti:
“Bir hayat hiçbir şeydir ama hiçbir şey bir hayat değildir.”
Bu gerçeği yazarlar bilir.
Ama bunu yöneticiler bilmez.
Onlar pek umursamazlar insan hayatını.
Milyarlarca insandan birinin eksilip eksilmemesi büyük bir sorun değildir onlar için.
Onlar sadece “bir hayatın hiçbir şey” olduğu gerçeğini bilirler...
“Hiçbir şeyin bir hayat olmadığı” kısmı ilgilerini çekmez.
Bizim başbakan için de bir hayat “hiçbir” şey...
Tuzla Tersaneleri’nde ölüme giden işçileri, savaşa yolladığı askerlerini seyreden bir Sezar gibi seyrediyor.
Ve, o işçiler o başbakanı Sezar’ı selamlayan lejyonerler gibi selamlıyorlar:
“Ave Sezar, ölüme gidenler selamlıyor seni.”
Başbakanın kılı bile kıpırdamıyor.
Onun devr-i iktidarında onun aldırmazlığı yüzünden insanlar ölüyor.
Aa tabii, onun partisini kapatıyorlar, büyük dertleri bulunuyor, bir işçinin daha ölmesinin, sonra bir tanesinin daha ölmesinin ne önemi var ki...
“Bir hayat hiçbir şeydir...”
O bunu biliyor.
Ben, “hiçbir şey bir hayat değildir” kısmını biliyorum.
Bunun için o bir başbakan.
Bunun için ben bir yazarım.
Aramızda tek cümlelik bir fark var sadece.
“Bir hayatlık” bir cümle.
Ölen ve ölecek olan o insanların çocukları, karıları, anneleri, babaları olduğunu, acıyla içlerinin yandığını bilmek başbakanın işi değil ki...
O, partisiyle uğraşıyor.
İnsanların hayatını kurtarmaya yaramayacaksa o parti ne işe yarayacak, bunu bilemiyorum.
Bildiğim, Tuzla Tersaneleri’nin, şartlarını düzeltip, ölümleri önleyecek tedbirleri alana kadar kapatılması gerektiği.
Ve, biliyorum ki bu önerime oradaki işverenler kadar işçiler de kızacak.
Öyle yoksullar ki...
Öylesine yoksullar ki...
Ölümü göze alarak birkaç kuruş için çalışmaya razılar, aralarından birinin kurban olacağını bile bile o gemilerin üstünde dolaşmayı kabul ediyorlar.
Biri ölecek ve geriye kalanlar evlerine ekmek götürecek.
Bir ekmek için insanları ölüme razı eden bir ülkeyi yönetmek çok zevkli olmalı ki birbirilerini çiğniyorlar o iktidar koltuğunu kapabilmek uğruna.
Peki, Allah rızası için, sendikaların, armatörler birliğinin, tersane şirketlerinin, devletin birlikte oluşturacağı bir fondan o işçilere yirmi gün ya da bir ay “ekmek paralarını” ödeyip, o sırada kapalı tutulacak tersaneyi düzeltmek çok mu zor.
O sırada işler gecikirmiş, şirketler tazminat ödermiş.
Bunu da, işçilerin hayatını hiç umursamayan o şirketlerin sahipleri düşünsün.
Her şeyin bir bedeli var.
İnsanları ölüme göndermenin de bir bedeli var.
Hiç bedel ödemeden kazanmak, hiç bedel ödemeden öldürmek istiyorlar.
Ve, başbakan onların tarafını tutuyor.
Öldürenlerden yana o.
Ölenleri umursamıyor.
Övünecek mi ilerde bu işçileri ölüme gönderdiği için.
Hepimiz orada yeni işçilerin öleceğini biliyoruz.
Daha önce de biliyorduk.
Gazeteler çığlık çığlığa “ölecekler” diye haykırdı.
Başbakan duymadı bile.
Ankara’da iktidar kavgasının şehvetine kapılanların hiçbiri duymadı.
Onların hepsi birbirine benziyor aslında.
Bir cümlenin yarısını biliyorlar:
“Bir hayat hiçbir şeydir...”
Bildikleri bu.
Ben bir başbakan, bir yargıç, bir general değilim.
Ben yazı yazan sıradan bir insanım.
Ve, o cümlenin ikinci yarısını da biliyorum:
“Ama hiçbir şey bir hayat değildir.”
Orada işçiler gene ölecek.
Bunun sorumlusu başbakan olacak.
Onları kurtaracak emri vermediği için ölen ve ölecek olan işçilerin hayali, ömrü boyunca onun peşinde dolaşacak.
Ve o, ölülerin sesini duyacak:
“Ave başbakan, senin yüzünden ölenler selamlıyor seni.”
Taraf Gazetesi
YAZIYA YORUM KAT