Bir Gezi Olayları Yazısı: 31 Mayıs Vakıası ya da Darbe İsterük!
Sokakları birbirine katmayı, sokaktakileri sürece katmak sananlar fena halde yanılmaktadırlar. Futbol fanatiklerinin izdüşümsel karşılıklarını, sol örgüt flamaları ile “sos”lamak da, özgürlük talepleri ile süslemek de bu gerçeği gizleyememektedir.
Yılmaz Çakır’ın 4 Haziran 2013’te Haksöz Haber’de yazmış olduğu makaleyi ilginize tekrar sunuyoruz:
Kemalist vesayet sisteminin imtiyazlı müntesiplerinin “Altın Çağ” özlemlerinin, “seçimli-sandıklı” döneme geçilir geçilmez zayıflaması bildik bir olgudur. Bu sınıfların her seferinde halktan ve seçimlerden kaçarak sığındıkları tek yerin militarizmin kucağı olması da aşina olunan bir durumdur. Seçilmiş başbakanları asmaktan, iktidarları tehdit ve şantajla alaşağı etmeye kadar bir dizi menfur olayın hafızalardaki tazeleğini koruduğu bir ülkede, bu ülkede, mezkur çevrelerin “hazımsızlıkları” ise gündemden hiç düşmez. “Çoban” nitelemesi ve kıyası ile başlayıp, “bidon kafalı” ve “göbeğini kaşıyan adam” tasvirleri ile ortaya çıkan “haset”, kendi kifayetsizliğini, hep bir “hami” ya da “abi,” arayışı ile gidermek ister. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi değil; “bütün oyuncaklara” sahip olmak isteyen çocuk gibi, mızmızlanır, hırçınlaşır ve hatta saldırganlaşır.
Her sıkıştıklarında yanlarına koştukları/kaçtıkları “ abi”lerinin kendilerine yeterli “himmeti” gösteremeyişleri, şimdilerde onları “park”a itmiştir. “Park”lardan yükseltilen ateşlerin, yürekleri tutuşturan “devrim ateşi” olmayıp, “kamp ateşi” olduğu herkesçe bilinir. Kamp ateşinin cılız alazları ile sokakları aydınlatmak değil, ancak yıkmak ve yakmak mümkündür. Fotoğraf karelerine yansıyan otomobiller, otobüsler, dükkanlar ve mekanlar bunu söylemektedir, bunu göstermektedir. “Sokakları temizleyen eylemciler” haberleri propagandif ve kaba tezvirattandır. Biz bu ülkede yaşayan Müslümanlar olarak, nice dezenformasyona, nice kara propagandaya şahit olduk. Yani medya yalanlarına karşı şerbetliyiz. Siz varın, “sosyal medya” namlı, yeni yetmelerin “takıldığı” yerlerde icra-i faaliyette bulunun. Nasıl olsa “yalancının mumu yatsıya kadar.”
Sokakları birbirine katmayı, sokaktakileri sürece katmak sananlar fena halde yanılmaktadırlar. Futbol fanatiklerinin izdüşümsel karşılıklarını, sol örgüt flamaları ile “sos”lamak da, özgürlük talepleri ile süslemek de bu gerçeği gizleyememektedir. Bu toplulukların ve eylemlerin gerçek karakterini, “lümpenlik ve burjuva seçkinciliği” biçimlendirmektedir. Gerisi ya da geridekiler, “tiyatro dekoru”dur. Yani gerisi boştur… Gerisi “boş” olanların arkalarını dolu göstermeye ihtiyaçları vardır. Dile getirilen taleplerin, ortaya konan öfkenin “yaşam tarzı” mihverinden yapılması da bu yüzdendir. AVM karşıtlığının da, ağaç muhabbetinin de bu çevrelerden sudur etmesinin hiç bir inandırıcılığı yoktur.
Laik olmayı öne çıkaran önemli bir kesim, AK Parti’nin iktidara geldiği ilk günden beri, durumu içlerine sindirememişler, her vesile ile hatta olur-olmaz ve yüksek perdeden seslerini çıkarmaktan geri durmamışlardır. Uzunca bir süredir biriktirdikleri öfkenin, nefretin akacak bir kanal bulması için de adeta seferberlik ilan etmişlerdi. Silivri’de darbecilerin yargılanmalarında hüküm aşamasına gelinmiş olması ise bu koroyu “can havli enerjisi” ile bütünleştirmişti. O saatten sonra, atılan her adım, konuşulan her söz “iki” kere değil, “iki yüz” kere daha dikkat içermeliydi. Ne var ki, bu olmadı. Olmayınca da pusuda bekleyen ne kadar darbe meraklısı varsa sıkıştıkları alanlardan çıkarak son bir “huruca” geçtiler. Darbecilerin yanlarına, yedeklerine, hoşnutsuzları almaları, arkalarına solcuları takmaları, liberal ya da dindarlardan bile taraftar bulmaları kimseyi şaşırtmamalı. Filmin asıl oğlanı “dublör”lerden sonra avdet edecek… Kim demiş darbecilikten uzaklaştırılanlar, malum huylarından da bütünüyle vaz geçtiler diye… Üstelik bu kesimlerin artık, ellerinde makul ve masum bir “manivela” da var! Bütün hayalleri, “Ağaç”tan yapılan bu aletin, hükümetin altına iyi tutulması ile tarihin olmasa da talihlerinin değişmesi... Son derece imkanlı, büyük oranda örgütlü ve öfkeli bu kesimlerin gereksinimleri olan ; “fırsat, mekan ve zaman”dı…
Ağaçlara sahip çıkmak, çevre tahribatını önlemek, yeşilin korunmasını sağlamak, siyaseten karşı konulamayacak masum ve meşru talepleri temsil ederken; yıkılacak yerlere AVM yapılacağı söylentisinin yaygınlaştırılması da muhatapların aç gözlülüğüne, hırslarına, vandalizmine yorulacaktı. İşte “fırsat” buydu. İkinci ihtiyaç kalemi neydi? Mekan… Öyle ya, lümpen taife, darbeci koro, laik seçkinler, varoşlardan, muhafazakar, dindar çevrelerin “mekan”larından, “sıçrama hareketi” yürütemezlerdi. Batılılaşmanın, batıcılığın temsil edildiği, ve aynı zamanda “beyazların” oturduğu, eğlendiği (!) onların kuvvetli, güçlü olduğu bir yerden, daha müsait bir “mekan” olamazdı. Ve şimdi bu yer, Taksim olarak karşılarındaydı… (Hani, 28 Şubat’çıların burada camii “yapım niyeti”ni bile “suç” kapsamına soktukları belde…) Geriye/geride üçüncü ve sonuncu olarak “zamanlama” kalıyordu. Bunun için de “içki düzenlemesi” ve “üçüncü köprü ismi” etrafında oluşturulan “dumanlı hava” iyi gelecekti. Darbeciler, adeta “unu, yağı ve şekeri ” bulmuşlardı. Artık mutfaklardan “tencereler” de çıkartılmalı ve “darbe helvası” pişirilmeliydi..
Hesap buydu ve budur. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı defalarca tecrübe edilmiş olmasına rağmen kibirli, tepeden inmeci elitist tahakkümcülerin, başka bir seçenekleri de görünmemektedir. Seçim yoluyla yakında bir başarı yakalayacaklarına da inanmadıkları için var güçleri ile saldırıya geçmişlerdir. Üstelik bu sefer daha dikkatli ve geçmişten ders çıkarmış gibi, yeni taktiklerle hareket etmektedirler. 28 Şubat’ta karşı cepheyi bütün unsurları ile aynı kefeye koyarak yok etmek isteyenlerin şimdilerde hedeflerinde Ak Partiden daha ziyade, Tayyip Erdoğan’ın olması dikkat çekicidir. Karşı oldukları cenahın en tepesine ve şimdilik sadece oraya hücum hiç de fena bir fikre benzememektedir!!! Sonu nereye varır bilinmez ama, Kemalist darbecilerin bu hususta “ilginç ortakları” da olacağa benzemektedir. Oysa, körle yatanların şaşı kalkacağı söylenir.. Birilerini “tek adam diktatörlüğü” kurmakla itham edenler; bu ülkenin yıllardır ve halen Mustafa Kemal’e nispetle, nasıl bir tek adam yüceltmeciliği ile yönetildiğini görmüyorlar mı? Darbecilerin karşılarında dik durmaya, tavizsiz durmaya ihtiyaç vardır. Bunun adı tek adamlık olmayıp; inisiyatif almak, dirayetli olmaktır. Suriye’de yarım yüzyıldır “babadan-oğula” ülkeyi yöneten Esed’in yanında ve safında durarak, diktatörleri alkışlayanların iddialarının ve ithamlarının hiç bir hükmü olmamak icabeder.
Ulusalcı, laik, kemalistlerin ve daha pek çok kişinin ve kesimin, Kürt siyasetine önerdiği “Meclis’te siyaset”e ne oldu? Şimdi mecliste siyaset Türk ulusalcılarını kesmiyor mu? Kürt ulusalcılarına “ silah ve sokak” ile arana mesafe koy diyenler; seçilmiş iktidarı devirmek söz konusu olduğunda, “gerisi teferruat” mı diyecekler ?! Bu gün İzmir’de parti binası yakılmasını onaylayanların; dün, Sivas provokasyonun ve tahrikinin ardından sürek avına çıkmaları ilginç değil mi? Bu gün sokakları ateşe verenleri özgürlük savaşçıları gibi lanse edenlerin; dün, başörtüsü yasaklarını protesto etmek için oluşturulan ve milyonlara varan insanın iştirak ettiği “el-ele” eylemcilerini tehdit ve teşhir yarışına girmeleri tuhaf değil mi?! Tutarsızlığın, yalancılığın, iki yüzlülüğün, pişkinliğin ve dahi pisliğin bu kadar yaygın olduğu anlayışların, baskın olduğu siyasetlerin başarma şansı olabilir mi?!
Son olarak; edilgenliği, sessizliği “edep” kılıfında pazarlayanlar, lüks jeeplere binmeyi “cihat için besili atlar” hazırlamayla takas edenler, salonlar-masalar lehine olmak üzere, “sokağı-sloganı” sürekli itibarsızlaştırıp, bunları tahfif edenler de bilmeliler ki, hayat her yerdedir; mücadele de öyle… Ne “iktidar yan gelip yatma yeridir”, ne de siyaset ve mücadele bir partiye ya da liderine havale edilecek kadar fantastiktir…
HABERE YORUM KAT