1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. Bir Gecede Büyüyen Çocuklar
Bir Gecede Büyüyen Çocuklar

Bir Gecede Büyüyen Çocuklar

Bizi düşmanlığa değil, ilk anılarımıza davet ediyor bu dil. Evinden, toprağından, anılarından ve bugününden vazgeçmek zorunda kalmayı kelimelerini kin ve intikam ateşine atmadan ifade ediyor.

13 Aralık 2011 Salı 02:45A+A-

Zaman gazetesinden Leyla İPEKÇİ, EmineUçak Erdoğan'ın Keje / Bir Gecede Büyümek kitabı üzerinden silahların ve bombaların gölgesinde büyüyen Kürt çocuklarını anlatıyor.

Ateş çocuklarına ağıt

Bazılarımız çocukluğunu bir kambur gibi taşır üzerinde. Bazılarımız hızla geçip giderken neyi yüklendiklerinin farkına dahi varmaz. Eğer siz de bir gecede büyümek zorunda kalan çocuklardan iseniz, sargılı hatıralarınız arada bir için için kanar. Çaktırmadan geçiştirirsiniz. Bazen geçiştiremez, altında kalırsınız o halen canlı enkazın. Bazılarınız da okuru şahit tutmak ister. Kayda geçirmek ister canlı tanıklıklarını.

'90'larda Güneydoğu'da çocuk olmak' adlı söyleşiler kitabı, bu anlamda yakın tarihimize ışık tutan çok önemli bir çalışmaydı. (Rojin Canan Akın, Funda Danışman; Metis) İşte Emine Uçak Erdoğan'ın Keje / Bir Gecede Büyümek (Timaş) adlı öykü kitabı da bizi 80'lerde Güneydoğu'da çocuk olmaya götürüyor diyebilirim.

Faili meçhullerden, işkencelerden, gözaltında kayıplardan, koruculardan, operasyonlardan, açlık ve sefaletten, yakılan evlerden, tarlalardan, göçten her şeyden önceye. 2000'lerde su yüzüne çıkan gerçeklere gönderme yaparak da söyleyeyim: Kendi jetlerini düşürme planı yapanların, kendi vatandaşını fişleyenlerin, siyasetçisine suikast düzenlemeye, ibadethanesini patlatmaya kalkışanların, cinayete azmettirenlerin öncesine...

İlk gençliğine dek Güneydoğu'da yaşamış bir 'bölge'li olarak Uçak, çocukluğunun ağaçlarına, meyvelerine, tarlalarına, toprağına, kayasına, taşına, şarkılarına, masallarına, hasat zamanına, ekmeğine, üzüm salkımlarına, havuzlarına... Ağıt yakmış Keje'de.

Kapıların kapalı olduğu bir döneme götürüyor bizi Keje, evet. Her şey içten içe kaynıyordu o vakit. Diyarbakır Cezaevi gerçeğini kimse duymuyor, 80 sonrası haksız yere yıllarca içerde yatacak olanları, işkenceden çıkamayacakları kimse bilmiyor, devletin vatandaşına neler ettiğine dair hiçbir bilgi kırıntısına rastlanmıyordu medyada.

PKK'nın ilk baskın gecesinden sonra çocukların bir gecede değişime uğrayan ve birkaç ay içinde tamamen değişecek olan hayatlarını -ve bir daha asla geri dönülemeyecek olan kadim hayatı- anlatıyor yazar. Yitip gidenleri, geri gelmeyecek olanları... Bir tanıklığın son izdüşümlerini.

Hiçbir ideolojik gerekçeye sığınmadan, hiçbir politik tarafa yaslanma ihtiyacı duymadan yazılmış bu öykülerin her biri başka bir çocuğun ağzından anlatılmış. Mekânı ve zamanı özellikle muğlak bıraktığını belirtmiş Uçak. Bu çok yerinde kararla anlattığı öyküleri hamasi bir söyleme taşımaktan kurtardığı gibi, hamaset diliyle anlaşılmaktan da korumuş. Çünkü acı, ıstırap, kan ve gözyaşı hele ki çocukluk söz konusuysa, nefsinizi çarçabuk kamçılayarak, iyi niyetinizi suistimal edebilir kolayca. Altını biraz fazla çizdiniz mi, acının ideolojisini yapmaya başlarsınız. Sonra acının istatistiğini tutar, ardından da acı yarıştırmaya başlarsınız sosyolojik terimlerden sıçrayıp atlayarak. Ve tabii siyasetin kanırtan terimlerinin esiri olursunuz. Emine Uçak ise bu tuzakların hiçbirine düşmemiş. Usul usul, son derece sakin bir üslupla, yavaş yavaş döküyor eteğindeki sert yaşanmışlıkları. Etrafı toza dumana katmadan, yüreğimizde derin oluklar açıyor, içeriye acıyla birlikte umudun da birlikte aktığı...

Umut evet. Çocukluğun masum gecelerinden birinde, 'dışarıdakiler' dedikleri örgütün baskınında onlarca ölü çıkaracak bir beldede hayvanların arasına kendini atarak canlı kalmayı başaran çocuğu anlatırken dahi okurda bir kin uyandırmamayı başarıyor Uçak. Umut burada işte, bu her biri yaşanmış yıkıcı öykülerin ifade edilme zarafetinde.

Bizi düşmanlığa değil, ilk anılarımıza davet ediyor bu dil. Evinden, toprağından, anılarından ve bugününden vazgeçmek zorunda kalmayı kelimelerini kin ve intikam ateşine atmadan ifade ediyor. Taşın, rüzgârın, şarkıların hep birlikte özlem ve hayallerimizi büyüttüğü, bizi insan kıldığı o 'masalsı' günlerin gelecekte de mümkün olabileceğini hissettiriyor, ütopik olarak değil, tüm sahiciliğiyle.

Öykülerinde iki ateş arasında kalakalan çocukluğun lime lime edilişini zorunlu göçten, faili meçhullerden, işkenceden ziyade stran'lardan, tekerlemelerden, dehre'lerden, aker oyunundan, merah ve kelor ekmeklerinden, tuz ocağından, boynu koparılan bir keklikten ve mesela gizli bir tahta pabuçtan bahsederek anlatıyor Emine Uçak. Bu öyküler, siyasetin harabeye dönüştürdüğü o sivri ve kıyıcı dilin cümlelerimize saçılıp dağılan külleri arasında bir inci bulmak gibi.

ZAMAN 

HABERE YORUM KAT